Konya'daki bu eser cam fanusta saklanmalı. Anadolu Fatih'i Sultanlar yatıyor
Konya’nın merkezinde, Alâeddin tepesi höyüğünün üstünde. Selçuklu sarayının hemen yanı başında. Semai Eyice'nin yazdığına göre Alâeddin Camii, ulucamii olarak da biliniyor. Kitâbeleri Selçuklu mimari eserinin tarihini aydınlatmakta.
Sultan Alaaddin
Kuzeye açılan kapının üstünde sekiz uçlu yıldız biçiminde bir çerçevenin içindeki dört satırlık tarihsiz Arapça kitâbede yapının Sultan Alâeddin Keykubad tarafından bitirildiği ifade ediliyor. Cami mimarının Dımaşklı Muhammed b. Havlân, mütevellisinin Atabeg Ayaz.
İ. Hakkı Konyalı araştırmasına göre 1183 (1769-70) ve 1186 (1772-73) yıllarında camideki görevliler, bir hatip, bir imam, bir cuma vâizi, ayrıca iki vâiz, bir dersiâm, iki müezzin, üç salâ müezzini, bir hâfız-ı kütüb, bir destârî, dört bevvâb, bir na‘than, bir türbedar ve bir noktacı olarak gösteriliyor. Bu görevlilerin bir kısmının eskiden caminin yanında olan ve bugün artık izi kalmayan medreseye devam ediyorlardı.
Alaaddin Camii savaşlarda askeri karargah oldu
Alâeddin Camii, II. Abdülhamid tarafından yaptırılan tamir ve bazı değişikliklerden sonra, 1914-1918, 1920-1923 ve 1940-1945 savaş yıllarında askerî işlere tahsis edildi.
1958’den itibaren duvarlarında çok tehlikeli çatlakların belirmesi üzerine tekrar kapatılarak restorasyona başlandı. Alâeddin Camii, zamanla meydana gelmiş bir höyük üzerinde kurulmuş olmasından dolayı son yıllarda duvarları çatlamaya başlamıştı.
Taş işçiliğinin muazzam eseri
Alâeddin Camii’nin süslemesinde taş işçiliği bilhassa avlu cephesinin kuzeye açılan cümle kapılarından doğudakinde görülür. Saraya geçişi sağladığı tahmin edilen bu kapı Selçuklu sanatının sade ve zarif motifleri ile bezenmiş. Girişin üstündeki lünetin içinde Selçuklu çinilerinde de görüldüğü gibi dört kollu yıldızlar işlenmiş, bunların tam ortasına mühr-i Süleyman biçimindeki sekizli bir yıldız çerçevenin içine kitâbe yerleştirilmiş.
Ahşap işçiliğinin nadide eseri
Alâeddin Camii’nin içinde Türk sanatının çok değerli bir eseri olan ceviz ağacından bir minber var.
Bunun kapısı üstündeki kûfî kitâbede Kılıcarslan’ın oğlu Sultan I. Mesud’un adı işlenmiş. Alınlıkta da Mü’min sûresinin 16. âyetinin son kısmı yazılmış. Minber kapısının çevresindeki silmede ise pek çok unvandan sonra Kılıcarslan oğlu Mesud’un oğlu II. Kılıcarslan’ın adı anılmakta. Minberin şerefesinde bu güzel eseri meydana getiren ustanın adı belirtildikten başka minberin 550 yılı Recebinde (Eylül 1155) tamamlandığı da açıklanmakta.
Minber kündekârî denilen teknikte, geometrik şekillere göre biçilmiş parçaların yine geometrik desenlere göre birleştirilmesi suretiyle meydana getirilmiş. Her bir parçanın dış yüzü de oyma motiflerle bezenmiş. Merdivenin iki yan korkulukları ile şerefenin yanları ise ahşap şebekeli olarak yapılmış.
'Türk düğümlü' yüzlerce yıllık halılar
Alâeddin Camii’nin Selçuklu devrinden beri zeminini döşeyen son derecede değerli halıları var. Alman konsolosu J. H. Löytved 1905’te burada Selçuklu devrine ait sekiz halı tesbit etti. İstanbul’da Evkaf Müzesi (daha sonra Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) kurulduğunda üçü çok yıpranmış olarak, diğerleri de parçalar halinde bu halılar 1914’te bu müzeye gönderildi. Hepsi de Türk düğümü tekniği ile yünden dokunan bu halılarda kenar çerçevelerinde (bordür) kûfî yazılar görülür.
Dünyanın en değerli Kur'an-ı Kerim'i
Her bakımdan çok zengin şekilde tefriş edildiği anlaşılan Alâeddin Camii’nin içinde değerli Selçuklu halılarından başka, 381 (991-92) tarihli, kûfî hatla yazılmış bir Kur’ân-ı Kerîm bulunuyor. Ayrıca 612’de (1215-16) Semerkantlı Mehemmed b. Ahmed Yûsuf tarafından yazılmış ikinci bir Kur’ân-ı Kerîm daha görülür. Mısır işi XIV. yüzyıla ait gümüş savatlı güzel bir kandil askısı da dikkat çekicidir. Zengin oymalarla süslü muhteşem bir rahle ise halılardan önce İstanbul’a müzeye gönderilmiş.
Alâeddin Camii’nin avlusunda iki türbe
Alâeddin Camii’nin avlusunda iki tane de Selçuklu türbesi bulunmaktadır. İbadet mekânının genişletilmesi ve uzatılması sonunda bunların dış cepheleri kısmen caminin içinde kalmış. Bu türbelerden birinin tam olmasına karşılık diğeri kubbe ve külâh eteğine kadar mevcuttur. Bizce bu türbenin yapımına başlandıktan bir süre sonra, henüz bilinmeyen bir sebepten dolayı inşaat durmuş ve bina öylece bırakılmış. Türbenin içinde önceleri tamamen çini kaplanmış sandukalar var.
Bunlar geç devirlerde dağılmış, çiniler sökülmüş, bir kısmı ortadan kaybolmuş, kalanlar ise gelişi güzel yapıştırılmıştır. Lâcivert zemin üzerine kabartma beyaz harflerden yazılar ihtiva eden bu çini kaplama, sandukaların altında yatanların adlarını veriyordu. İçeride bugün sekiz sanduka vardır.
II. Kılıcarslan burada medfun
Herhalde evvelce hepsi de kitâbeli çinilerle kaplı olan bu sandukalardan günümüzde dört tanesi çıplak olup harç ile sıvanmış. Bu türbede yatanlardan birinin Sultan II. Kılıcarslan olduğu kesin olarak bilinmekte. Çini kitâbelerden biri bunu açıkça ortaya koyar. Ancak babası Sultan Mesud’un türbesinin Amasya yakınında olduğu söylenmekte ise de onun cenazesinin de buraya getirilmiş olabileceğini ileri sürenler var. Nitekim İbn Bîbî’den, burada I. Mesud, II. Kılıcarslan ile I. Gıyâseddin Keyhusrev ve II. Rükneddin Süleyman Şah’ın yattıkları öğrenilmekte. 1204’te ölen II. Rükneddin Süleyman Şah, 1205’te Kevele Kalesi’nde öldürülen III. Kılıcarslan, 1211’de Alaşehir yakınında yapılan savaşta şehid düşen I. Gıyâseddin Keyhusrev, 1237’de ölen I. Alâeddin Keykubad, 1246’da ölen II. Gıyâseddin Keyhusrev, 1266’da Uluborlu’da boğdurulan IV. Kılıcarslan ve nihayet 1284’te İlhanlılar tarafından öldürülen III. Gıyâseddin Keyhusrev’in bu türbeye gömülmüş olabileceği Konyalı tarafından ileri sürülüyor. M. Zeki Oral ve Mehmet Önder ise bunlara I. Kılıcarslan’ın oğlu Şehinşah ile III. Kılıcarslan, II. İzzeddin Keykâvus ile III. Keyhusrev’in de ilâve edilebileceğini kabul etmekte.
Alaaddin Tepesi Selçuklu Devletinin merkezi
Bugünkü durum karşısında bu hususta açık bir sonuca varmak imkânsızdır. Türbenin altındaki mahzende bulunması gereken mumyaların da buradan çıkarılarak tahrip edildikleri yolunda bir söylenti var. Ancak şu husus açıkça bellidir ki Alâeddin Camii önündeki türbe Selçuklu hânedanının büyük bir kısmının kabri olmuş.
Anadolu’da Türk medeniyetinin yayılmasında büyük hizmeti geçen Selçuklu Devleti’nin bütün tarihinin merkezi olan Alâeddin Camii, kitâbeleri, süslemesi ve türbeleri ile değerli bir topluluk teşkil etmektedir.
Yararlanılan kaynaklar:
Konyalı, Konya Tarihi, s. 293-317, 576-586.
Katharina Otto-Dorn, Türkische Keramik, Ankara 1957, s. 20.
Semra Ögel, Anadolu Selçukluları’nın Taş Tezyinatı, Ankara 1966, s. 12-14.
Mehmet Önder, Mevlâna Şehri Konya, Ankara 1971, s. 91-105.
a.mlf., “Selçuklu Devri Konya Halıları”, TEt.D, sy. 7-8 (1966), s. 46-48.
Şerare Yetkin, Anadolu’da Türk Çini Sanatının Gelişmesi, İstanbul 1972, s. 28-29, 44-47.
Cl. Huart, “Épigraphie arabe d’Asie Mineure”, RS, sy. 2 (1894), s. 240-241; sy. 3 (1895), s. 364-366.
M. Zeki Oral, “Konya’da Alâeddin Camii ve Türbeleri”, AÜİFD, I (1956), s. 45-74.
a.mlf., “Anadolu’da San‘at Değeri Olan Ahşap Minberler, Kitabeleri ve Tarihçeleri”, VD, sy. 5 (1962), s. 29-34.
Yılmaz Önge, “Alâeddin Camii’nin Çinili Mihrabı”, Ön Asya Dergisi, IV/41, Ankara 1969, s. 8-9, 22.
Kaynak:BBN
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.