İsrail’de Bennett’ın 100 günü: İdareci Başbakan
13 Haziran 2021’de İsrail Parlamentosu Knesset’te yemin ederek göreve başlayan Naftali Bennett, başbakanlık koltuğundaki 100. gününü tamamladı.
On iki yıllık Binyamin “Bibi” Netanyahu iktidarına son vererek, Yesh Atid (Gelecek Var) partisi lideri Yair Lapid’in başını çektiği muhalif kanatla koalisyon kuran Bennett, üç ayı geçen başbakanlığı süresince takip edilmeye değer bir portre çizdi. Selefi Bibi’nin aksine şu ana kadar daha sakin görünen Bennett, bunun yanı sıra görece genç bir başbakan olarak zaman zaman tecrübesizliğinin kurbanı oldu. İç politikada Bennett, Filistin’le müzakere hususundaki belirsizlik, Gazze ile yaşanan gerilim, pandemi sürecinde ülke içerisinde yaşanan yeni dalga ve son olarak Filistinli altı mahkûmun Gilboa Hapishanesinden tünel kazarak kaçması gibi gündemlerle başa çıkmak durumunda kalırken, dış politikada muhataplarıyla İsrail’de yeni bir döneme işaret etmek istediğini gösterdi. Bununla birlikte Netanyahu sonrasında daha düşük profilde bir İsrail başbakanı gördüğümüz söylenebilir.
Göreve geldiği günden beri adeta bir ipte cambazlık yapmak zorunda olduğunun farkında olan Bennett, halihazırda aşırı sağdan sola uzanan geniş yelpazeli bir koalisyonun liderliğini yürütüyor. Üstelik, aşırı sağ görüşlere sahip partisi Yamina’nın (Sağa Doğru) diğer koalisyon ortaklarına nazaran yalnız 7 sandalyeye sahip olması, kendisini zorlayan başlıca etmenlerden birisi olarak görünüyor. Dindar Siyonizmi temsil eden bir parti olmasına rağmen, yerleşimleri destekleyen sağ partilerin ağırlıklı olarak Netanyahu safında kaldığı hesap edilirse, Bennett sol partilerle yaptığı bu ittifaktan ötürü ayrıca siyaseten riskli bir durumda.
On iki yıllık rekor Netanyahu devrinin gölgesi de Bennett iktidarının üzerinde. Sansasyonel aile hayatı ve pahalı zevkleriyle tanınan Netanyahu'nun aksine Bennett, aile hayatı ve yaşantısı itibarıyla adeta “anti-Bibi” imajı çizmek istiyor. Bennett bir taraftan liderliğini ön plana çıkarıyor diğer yandan ise başını çektiği koalisyonun hassas dengelerini gözetiyor. Bu kırılgan zeminin belki de doğal bir sonucu olarak Bennett zaman zaman tecrübesizce hareket ediyor. Örneğin 5 Temmuz’da gerçekleşen bir basın toplantısında Netanyahu’dan bahsederken sehven “başbakan” tabirini kullandı. Bir defasında ise Gazze sınırında öldürülen askerin ismini babasının ismiyle karıştırdı. Bu nevi talihsizliklerden ve Netanyahu sonrası izlediği düşük profilden ötürü özellikle İsrail’de sol cenah, ünlü gazeteci Gideon Levy’nin tabiriyle, Bennett’ı “lider değil ama idareci” bir figür olarak değerlendiriyor.
Her şeye rağmen Bennett bu dönemde şimdilik başarılı bir strateji izlemiş görünüyor. Bennett bu bağlamda siyaseten farklı görüşlere sahip, hatta kişisel olarak husumetli olduğu bazı isimlere dahi kabinede kendi portfolyolarında alanlar tanıdı ve kendi siyasi çizgisine muhalif tavırlarına karşı da pragmatik bir tavır sergiledi. Bu isimlerin başında ise Mavi Beyaz partisi lideri Benny Gantz geliyor. 2014’teki Gazze savaşı esnasında dönemin genelkurmay başkanlığını yürüten Gantz’ı “zayıf, pasif ve etkisiz” olmakla suçlayan Bennett’ın, o günden bu yana kendisiyle arasında soğuk rüzgarlar esiyordu. Fakat yeni hükümetle birlikte Bennett, Gantz’la hem kuşak farkından hem de siyasi çizgilerden ötürü yaşanabilecek muhtemel ihtilafları göz ardı etmeyi yeğledi. Bu durumun en büyük göstergelerinden biri de Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’la Gantz’ın gerçekleştirdiği toplantı oldu. Bennett, Abbas’a karşı oldukça sert tutumuna ve kendisiyle görüşmeyi mutlak surette reddetmesine rağmen, Gantz’ın kendisiyle bir araya gelmesine karşı bir tavır sergilemedi. Onun yerine görüşmeyi önemsizleştirmeye ve medyada çok da fazla yer tutmayacak şekilde lanse etmeye çalıştı. İsrail’de hükümete yakın kaynaklar ise Gantz’ın kendisinden çok daha az oy almış bir ismin başbakanlık koltuğuna oturmasından rahatsızlık duyduğunu ve hükümeti dağıtma hususunda en yüksek potansiyele sahip isim olduğunu belirtiyor.
Bennett’ın pragmatik tavrının en net örneği ise koalisyondaki en büyük ortağı Lapid’le olan ilişkisinde ortaya çıkıyor. Lapid’in başbakanlıkta ilk sırayı, kendisinden iki kattan daha fazla oy aldığı Bennett’a vermesi, ülkede hem 2019 Mart ayından beri devam eden seçim döngüsünü hem de 12 yıllık Netanyahu iktidarını bitirdi. Bu kritik hamlenin bir sonucu olsa gerek, Bennett da Netanyahu sonrası dönemde Lapid’in ülkenin dış politikasının “demokrat” ve “uzlaşmacı” bir vitrin yüzü olmasına alan açtı. Bu bağlamda Lapid’in özellikle Avrupa Birliği (AB) ülkeleriyle yürüttüğü diplomasi trafiği de Netanyahu döneminde Vişegrad grubuyla Brüksel’e muhalefet stratejisinde sıkışıp kalmış AB dış politikasının yenilenmesi adına önemliydi. Ancak bununla birlikte, Lapid’in temsil ettiği merkez/merkez-sol çizginin Filistinlilere yönelik daha uzlaşmacı tavrına karşı Bennett’ın temsil ettiği radikal sağcı çizgi potansiyel sürtüşme alanlarının başında geliyor. Üstelik bazı İsrailli analistler, Lapid’in başbakanlığı ilk olarak Bennett’a vermekle aslında stratejik olarak daha avantajlı konuma geçtiğini iddia ediyor. Çünkü sol ile ittifak yapmasından ötürü sağ seçmence eleştirilen Bennett, başbakanlık koltuğunu devredene kadar hayli yıpranabilir ve Lapid’in eli çok daha güçlenebilir.
Ayrıca Filistin’le müzakere hususunda, Bennett’ın muhtemel müzakerelere dair sorumluluğu Lapid’e yükleyerek kendi seçmen kitlesi nezdinde itibarını korumak isteyebileceğini vurgulamak gerekiyor. Yukarıda belirtildiği gibi, koalisyondaki diğer partilere göre daha az sandalyeye sahip olması ve sol partilerle de hükümet adına müttefik olması, Bennett’ı şahin bir tavır izlemeye sevk edecektir. Nitekim, Netanyahu döneminden farksız olarak yerleşimlerin inşaatına devam edildiği gibi Savunma Bakanı Gantz da son olarak Batı Şeria’da Filistinlilere 863 inşaat ruhsatı verilmesi karşılığında yerleşim yerlerinde 2 bin 223 yeni konut inşa etme planı sundu. Bennett’ın başbakanlığı Lapid’e devredene kadar birtakım yüzeysel tavizler haricinde Batı Şeria’da işgal politikasını devam ettireceği ve bunda çok da büyük bir engelle karşılaşmayacağı tahmin ediliyor.
Bennett dış politikada ise dikkat çekici ziyaretler gerçekleştirdi ve Ağustos ayındaki ABD ziyaretiyle de yeni bir dönemin habercisi olacak bazı sinyaller verdi. Bunlardan ilki, Temmuz ayında Amman’da Kral Abdullah ile gizlice gerçekleştirilen görüşme oldu. Hatırlanacağı üzere Netanyahu iktidarının son zamanlarında İsrail ile Ürdün arasındaki ilişkiler epey gerilmişti. Ürdün Veliaht Prensi bin Abdullah'ın Mescid-i Aksa’ya yapacağı ziyaretin İsrail güvenlik makamlarıyla yaşanan anlaşmazlık üzerine iptal edilmesinin ardından, Amman yönetimi de Netanyahu’nun uçağına hava sahasını kullanma izni vermedi ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ziyaretini ertelemesine neden oldu. Bennett bu ziyaretiyle birlikte ilişkilerde yeni bir sayfa açmak istediğini gösterdi. Gerilen ilişkilerin ardından bir İsrail başbakanının Ürdün’e gerçekleştirdiği ilk ziyaret olması hasebiyle, görüşmenin “oldukça iyimser” bir havada geçtiği ifade edildi. Güvenlik iş birliğinin yanı sıra İsrail, Ürdün’e 50 milyon metreküp su sağlayacağını Dışişleri Bakanlığı sitesinde yayınlanan anlaşmayla duyurdu.
Bennett’ın bir diğer dikkat çekici ziyareti ise Mısır’a oldu. Bennett 13 Eylül’de Mısır’ın Şarm eş-Şeyh kentinde Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ile görüştü ve 10 yıllık aranın ardından ülkeyi resmi olarak ziyaret eden ilk İsrail başbakanı oldu. Görüşme, aynı zamanda İsrail bayrağının Mısır ile görüşmede ilk defa görüntülendiği ve iki ülke liderinin özellikle ABD’ye mesaj verdiği bir toplantı olarak tarihe geçti. Bu bağlamda Bennett, bölgede liderlik konumunu pekiştirmek istediğini gösterirken, aynı zamanda hem Mısır hem de Ürdün ile olan gelenekselleşmiş güvenlik iş birliğini, geçtiğimiz yıl imzalanan “İbrahim Anlaşması” sonucu Körfez ülkeleriyle yaşanan normalleşme dalgasına feda etmeyeceğini gösterdi.
Öte yandan, Ağustos ayında gerçekleştirdiği ABD ziyareti ve ABD Başkanı Joe Biden’la görüşmesi, Bennett’ın 100 günlük başbakanlığı ve bundan sonra neler olacağı konusunda en net görüntüyü veren gelişme oldu. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve Kabil’in Taliban kontrolüne geçmesi sebebiyle daha ileri bir tarihe alınan ziyaret, önceki dönemde Donald Trump ve Netanyahu arasındaki “senli benli” havanın aksine daha resmi bir havada gerçekleşti. Ziyaretin ABD bakımından önemine bakacak olursak, Biden’ın Netanyahu ile olan dostluğunun bilinmesine rağmen, Bennett öncülüğündeki bir hükümeti önemsediğine dair tavrı gözlerden kaçmadı. Nitekim Biden, Obama döneminde Netanyahu’nun Cumhuriyetçilere yanaşarak adeta ABD iç siyasetinde bir aktör olarak müdahil oluşunun ilişkilere ne denli zarar verdiğini gördü ve bunun yinelenmemesi için özellikle İran’la nükleer müzakereler ve Çin’in İsrail’deki yatırımları konusunda, daha çalışılabilir bir Bennett-Lapid hükümetini tercih ediyor. Dolayısıyla, bu iyimser havayı bozmamak adına iki lider arasında Filistin meselesine dair sadece söylem bazında bir-iki cümlelik kısa bir açıklama haricinde ciddi bir konuşmanın geçmemesi de not edilmesi gereken bir gelişmeydi.
Ziyaretin İsrail tarafından önemine gelecek olursak, Bennett’ın da Biden’la birlikte hem küresel boyutta hem de bölgede yaşanan değişimi benimsemek istediği söylenebilir. Fakat aynı zamanda bu yeni dönemde Bennett’ın bölgede İsrail’in ABD’den bağımsız neler yapabileceğini ve ne kadar tek taraflı hareket edebileceğini görmek istediğine tanık olabiliriz. İsrailli diplomatik kaynaklar, Afganistan’dan çekilmesinden sonra bölgedeki aktörlerin ABD’ye olan güvenlerinin sarsıldığının altını çiziyorlar. Nitekim Bennett’ın Biden’a yönelik “İsrail olarak, Amerika’dan kendimizi savunması için asker göndermesini asla istemedik ve istemeyeceğiz. Bu bizim işimiz ve kendi güvenliğimizi asla dış kaynaklara bağlı hale getirmeyeceğiz,” sözleri, bu yeni dönemin habercisi. Bu operasyonel bağımsızlık fikri aslında Netanyahu döneminde ortaya çıkan bir duruma da dayanıyor. New York Times gazetesinde yakın zaman önce çıkan bir analizde İsrail’in yıllar içerisinde ABD’ye nazaran İran’a karşı istihbaratta üstünlük kurduğu ve Netanyahu’nun da bu üstünlüğü, Trump’ı 2018 yılında nükleer anlaşmadan çekilmesine ikna edecek şekilde kullandığı ifade edildi. Bu üstünlüğe dayanarak İsrail, bir dizi operasyonları ABD’den bağımsız olarak yürütebilir.
ABD’ye olan bağımlılığın azaltılması ve İsrail’in kendi güvenliğini kendi sağlaması gerektiği fikrinin bir diğer boyutu da aslında Bennett’ın yapmış olduğu Mısır ve Ürdün ziyaretlerinde görülebilir. Bölgede halihazırda yaşanan değişimle birlikte İsrail, ortaya çıkan bölgesel denklemde yalnız kalmak istemediğini belli ediyor. Bu değişim kapsamında örneğin Mısır ve BAE Türkiye’yle bir diplomasi trafiği yürütürken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrailli mevkidaşı Isaac Herzog’u tebrik ettiği bir telefon görüşmesi gerçekleştirildi. Son olarak Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamed Al Sani, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve BAE Ulusal Güvenlik Müsteşarı Şeyh Tahnun bin Zayid Al Nahyan’ın Kızıldeniz’de bir araya gelmesi de bölgede yeni bir realitenin ortaya çıktığının göstergesi oldu. Bu realite de Netanyahu döneminde başta İran olmak üzere Türkiye ve Katar’ı dışlamaya yönelik Körfez ülkeleriyle kurulan ittifakın gittikçe bir illüzyona dönüştüğünü gösterdi. Kısacası, İran’la mücadele ve Türkiye-Katar nüfuzunu kırmayı amaçlayan dar çerçeveli bir ittifak yerini iş birliğine açık ve karşılıklı iyi niyetin ön plana çıktığı dengeli bir bölge denklemine bıraktı. İsrail’in 100 günlük yeni hükümeti, önümüzdeki dönemde bu denklemden dışlanmayacak şekilde yerini sağlamlaştırmayı hedefleyen hamleler yapabilir.
Sonuç olarak Bennett, tecrübesizliklerine ve hassas koalisyon dengesine rağmen şimdilik başarılı bir iş çıkarmış görünüyor. Ancak Netanyahu’yu devirmesine ve ondan daha farklı bir siyasi profilde hareket etmesine rağmen Bennett, Filistin meselesinde selefinden çok da farklı olmayan bir tavır sergiliyor ve işgal politikasını devam ettiriyor. Bu noktada, koalisyonun Netanyahu tehdidine karşı hayatta kalmak için yaptığı cambazlığı ne kadar sürdürebileceği önümüzdeki dönemde daha net ortaya çıkacaktır.
[Fatih Şemsettin Işık TRT World Araştırma Merkezinde araştırmacıdır]
[Mustafa Fatih Yavuz TRT World Kudüs muhabiridir]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.