Sessizce Eksiliyoruz: Hissizleşmenin Kıyısında
Eskiden bir şarkı duyduğumda içimde bir şeyler kıpırdardı. Gözüm dalardı bir yere, geçmişten bir anı yoklardı beni. Hatta bazı şarkılar öyle güçlüydü ki, sanki içimi açıp bakmış da oraya notalarla mektup bırakmış gibi gelirdi.
Şimdi dinliyorum. Güzel mi? Güzel. Ama içimden bir “hıh” bile geçmiyor.
Bazen açıyorum kitapları, elimde kahve. Okuyorum sayfaları, gözlerim kelimelerin üzerinde dans ediyor ama ruhum salonda kalmış gibi. Oysa bir zamanlar altını çize çize, heyecanla dönüp tekrar okuyarak yutardım cümleleri. Şimdi, çoğu paragraf zihnimden süzülüp gidiyor, iz bırakmadan.
Ne oldu bize? Neden bu kadar hissizleştik?
Modern hayat, diyerek başlamak kolay olurdu. Trafik, stres, ekranlar… ama mesele o kadar basit değil. Hissizleşmek, sadece dış dünyanın üzerimize yığdığı yük değil; biraz da içimizde sessizce büyüyen bir yorgunluk.
Hayat bazen öyle çok "bildirim" veriyor ki, en sonunda ruhumuz sessize alınıyor. Sevindiğimizi bile fark edemiyoruz bazen. Çünkü sevinç artık yeterince yüksek sesli değil. Ya da acılarımız daha çok “mantıklı açıklamalarla” sarılıyor, hissetmeye vakit kalmadan geçiyorlar.
Belki de çok yorulduk. Belki de hissetmek, artık bir lüks haline geldi. Çünkü hissetmek demek; durmak, içine bakmak, bazen kırılmak demek. Ve biz bu çağda, kırılmayı zayıflık sanıyoruz.
Bir dostum geçenlerde şöyle dedi:
"Artık hiçbir şey beni eskisi gibi heyecanlandırmıyor."
Bu cümleye güldüm önce. Sonra fark ettim ki, bu aslında bir gülme değil, bir savunma refleksiydi. Çünkü ben de aynı yerdeydim.
Bu hissizlik, bir tür duvar örmek gibi. Duygulardan, insanlardan, hatta bazen kendimizden. Sevdiğimiz şeyler bile artık sanki sadece “yapılacaklar listesi”nde birer madde gibi. Kitap okumak , müzik dinlemek , dizi izlemek … Ama ya hissetmek?
O listeye eklenmeyen tek madde bu galiba.
Peki çözüm ne?
Belki büyük adımlar atmaktan ziyade, küçük bir duraksamak. Telefonsuz 10 dakika. Sessizce bir pencere kenarına oturmak. Şarkıları sadece kulakla değil, kalple dinlemeyi denemek. Kitapların içine saklanan o eski heyecanı yeniden hatırlamak.
Ve belki de en önemlisi; hissizleştiğimizi kabul etmek. Bu da bir his çünkü. Oradan başlamak bile bir adımdır.
Belki tam anlamıyla “geri dönemeyiz” o eski duyarlılığa, ama bir kıvılcım… bazen her şeyi yeniden başlatabilir.
Yeter ki susmayalım içimizde. Çünkü en büyük sessizlik, insanın kendi sesini duyamadığı andır.