O günün 'Hayır'ı bugünün 'Evet'i: 1 Mart Tezkeresi
Suriye'ye ve Irak'a asker gönderilmesine yönelik oylamanın ardından gündeme bir kez daha 1 Mart 2003 tarihli tezkere geldi. 1 Mart Genel Kurul oylamasında "Hayır" oyu çıkmıştı. Geçtiğimiz hafta oylanan Tezkere ise bir öncekinin devamı niteliğinde ve bir kez daha Meclis tezkereye "Evet" dedi. Son tezkere gerekçeleriyle Türkiye ve Amerika için ne ifade ediyor?
-Türkiye, Kuzey Irak’taki PKK’lılara ve Suriye’nin kuzeyindeki YPG/PKK’lı teröristlere yönelik askeri operasyonlar yapıyor. Tezkereye “evet” denmesi, bu sınır ötesindeki harekâtların haklı, meşru gerekçelerinin dayanağıdır. Terörün mühendisi ABD ise hem Kuzey Irak’taki hem de Suriye’deki PKK’lı terör unsurlarını himaye ediyor. Dahası terör örgütünün patronu durumundadır. Ezcümle, TBMM’den son tezkerenin geçmesi ABD’nin aleyhine bir gelişmedir.
Irak/Suriye Tezkeresinin, 1 Mart Tezkeresinden farkı nedir?
-1 Mart Tezkeresi bugüne kadar çok tartışıldı. Halen daha, iktidar ve muhalefet partilerinden birçok siyasetçi Türkiye’ye neler kazandırdığının farkında değildir. 2003’ün 1 Mart’ında tezkerenin reddedilmesi, ABD’nin aleyhine Türkiye’nin milli menfaatlerinin lehineydi. 18 yıl önceki tezkeredeki “Hayır” ile günümüzdeki “Evet” aynı manaya geliyor. Bir tenakuzu değil, aksine tutarlılığı ifade ediyor. Türkiye, ABD’nin 2003’ün Mart ayında Irak’ı gayrı meşru işgaline katılmamıştır. Irak harekâtı uydurma gerekçelerle yapıldı. Ülkede öyle kitle imha silahı falan olmadığı ispatlandı. Saddam’ın El Kaide bağlantısı gibi tümüyle uydurma gerekçeler de kirli propagandadan başka bir şey değildi.
Peki, 1 Mart Tezkeresi kabul edilmiş olsaydı ne olurdu?
-Evvela, Türkiye Irak’a çöken işgalcilere Irak’ın kuzeyinden alan açan ve onlarla birlikte hareket eden bir devlet olarak çok büyük bir vebal altında kalacaktı. Irak’ta 1 milyon 200 bin civarında sivilin kasten katledildiği asla unutulmamalıdır. ABD’nin başını çektiği Uluslararası Koalisyon güçlerinin gayrı meşru harekâtı, İsrail terör devletinin güvenliğini sağlamak ve Irak’ın petrollerine çökmek gibi temel sebeplerle birlikte Müslümanları kitlesel olarak imha etmekle de alakalıdır. Ayrıca, 1 Mart 2003’teki tezkerenin geçmesi halinde ABD Güneydoğu’ya belli sayıda askerini, bu arada istihbaratçısını da yerleştirmiş olacaktı. Böyle bir durumda, en başından beri PKK’yı yöneten bir ABD’nin Türkiye’mizin güvenliğini ne denli tehlikeye atacağını görebilmek zor değildir.
En kilit noktaya gelirsek, ABD’nin 2003’teki tezkere ile amaçladığı neydi? O dönemde hedef Irak ve Afganistan olarak görünüyor olsa da, asıl amaç Türkiye'ye askerlerini konuşlandırarak, Türkiye'yi zamanla işgal etmek miydi?
- Kadrajı büyüttüğümüzde, yani geniş açıdan bakarsak bu yöndeki bir değerlendirme isabetli olur. Nitekim Irak’ın işgalinden tam 13 yıl sonra ne oldu? ABD, 15 Temmuz 2016’da FETÖ eliyle darbe yaptırıp Türkiye’yi işgal etmek istedi. Türkiye’deki Gladyo’nun lokomotif örgütü Paralel Yapı’nın 1 Mart tezkeresinin TBMM’den geçmesi için çok büyük çaba sarf ettiğini de hatırlatmak isterim.
Tezkerenin kabul edilmesi yönünde oy kullananların açıklamalarında “Kabul edilseydi, Kuzey Irak'ta PKK ile mücadele imkânı elde edilirdi" denildi. Bununla birlikte dönemin Amerikan Başkanı Bush ret kararının çıkmasını bir hayal kırıklığı olarak nitelendirdi ve süreç ABD'nin PKK'ya “sempatik” yaklaşımları ile bugünlere geldi. Nedir yaşanan bu çelişki? ABD, menfaatlerine uyulmadığı takdirde Türkiye için her zaman bir tehdit unsuru mu?
-Evet, asıl söylenmesi gereken Türkiye için temel tehdidin ABD olduğu gerçeğidir. ABD’nin lokomotifliğini yaptığı NATO Türkiye’nin güvenliğinin teminatı değildir. Türkiye’ye saldıran bütün terör örgütleri, NATO/ABD’nin komutasında hareket ediyorlar. “1 Mart Tezkeresi geçseydi PKK terörüyle mücadele edilirdi” savı da gerçeği yansıtmıyor. Tezkere geçseydi dahi Türkiye Kuzey Irak’taki PKK’lılara müdahale edemeyecekti. “Mutabakat Muhtırası” adlı belgeye göre vaziyet buydu.
1 Mart Tezkeresinin en kritik maddelerinden biri de bu “Mutabakat Muhtırası” denilen 7. Madde. Türkiye’nin ABD ile birlikte Irak Savaşı’na katılması halinde TSK'ye verilecek görevleri ve yetkileri tanımlayan bu madde, tam olarak neyi hedefliyordu?
-Askeri birliklerimizin hangi hallerde silah kullanabileceğini belirleyen bu 7. Madde, TSK’ya mevzubahis bölgede PKK’ya karşı operasyon yapmayı yasaklıyordu! Türk askeri sadece kendisini savunmak için silah kullanabilecekti. Yani, “Tezkere geçse PKK’ya ağır darbe vurulmuş olacaktı” iddiasının iler tutar bir tarafı yoktur. O dönemden itibaren bunu ısrarla öne süren kişilerin 7. Maddeyi bilmemeleri mümkün mü? İşte burada, Türkiye’yi ABD’nin menfaatlerine uyumlu hale getirmekle ve yönlendirmekle alakalı bir vaziyet alma var. Deniz Bölükbaşı, örneğin; o dönemde Ankara-Washington arasında tezkere konusunu görüşen diplomatlardan biriydi. ‘Tezkere ile Irak’ta ABD’nin peşine takılsaydık, kazançlı çıkardık’ diyordu. Hayır, bu doğru değildi. PKK, Amerikan Yapımı bir terör örgütüdür. Kuzey Irak’ta Türkiye’ye zinhar müsaade etmeyeceklerdi.
1 Mart Tezkeresinden bir kaç ay sonra hem de dikkat çekici bir tarih olan 4 Temmuz 2003'te yani ABD'nin bağımsızlık gününde, 11 Türk askerinin başlarına çuval geçirilmesi hadisesi yaşandı. Bu alıkoyma ile birlikte ABD, Türkiye'ye nasıl bir mesaj verdi? Tezkerenin reddine karşı yapılmış bir misilleme miydi?
-Aynen öyle. “Tezkereyi geçirmediniz, biz de askerinizin başına çuval geçirdik” dediler. Çuval olayının rövanşının alındığı ise fazla bilinmez. Kurmay Albay Aziz Ergen Amerikalı komutanı esir alarak çuvala çuvalla cevap vermişti. Bu arada, 4 Temmuz 2003’teki operasyonun TSK içindeki ABD karşıtlığını genişleten bir süreci başlattığını da ekleyelim.
Türkiye'nin tezkereyi kabul etmesi halinde, ABD’nin ekonomik olarak vaatleri de söz konusuydu. Bunlardan biri de IMF ile Türkiye ilişkilerinin iyileştirileceğine dairdi...
-Böyle vaatlerin içi boştur. Zaten IMF denildiğinde ‘başınıza bir çorap örülüyor’ demektir. ABD bu, söz verir ama tutmaz. Onlara, asla güvenilmez. 1 Mart 2003’ün öncesinde Egemen Medyadaki Amerikancı kalemlerin “Eğer, tezkere geçmezse dolar acayip fırlar; ekonomik kriz çıkar, üstüne en az iki nesil kaybederiz” yollu iddiaları da boş çıkmıştı. Çöpe gitmişti.
Ekonomik olarak verilen vaatler, tezkerenin TBMM’de kabul edilmesi yönünde ısrarcı olan Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan'ın kararını etkilemiş olabilir mi? Zira, arka planda yeni kurulan bir parti vardı; AK Parti hükümetinin ilk zamanlarıydı...
-Olabilir. Yeni bir hükümetti ve “ABD ile iyi geçinelim” havası vardı. Hatta bazı AK Partili milletvekillerinin ve işadamlarının 1 Mart gecesinden itibaren kaygılandıklarını ve de ekonomik sarsıntı bekledikleri için eyvah ettiklerini biliyoruz. Ancak bu kaygılar tümüyle boş çıktı. En baştan beri malum tezkerenin reddedilmesini savunmuş bir gazeteci olarak “Hayır’da hayır vardır” diye yazmıştım. 1 Mart gecesi tezkerenin TBMM’de reddedilmesinin ardından, AK Partili bazı vekillerle kıyasıya tartışmıştım. Onlardan biri, şu anda Türkiye’nin Washington Büyükelçisidir.
1 Mart Tezkeresinin oylama sürecine gelecek olursak, AK Parti içerisinde tam anlamıyla bir bölünme yaşandı ve parti içerisinde istediği çoğunluğu toplayamayan Recep Tayyip Erdoğan, o günden bu tarafa -farklı tarihlerde- birkaç kez “Tezkere geçmeliydi” dedi…
-Evet, tezkere konusunda AK Parti ikiye bölünmüştü. Hatta TBMM Genel Kurulundaki oylamadan önce parti grubunda bir oylama yapıldı. Neticesi sayısal olarak açıklanmayan ama “Evet oylarının daha fazla çıktığı” kürsüden ifade edilen bir oylamaydı. Tezkerenin kıl payı reddedildiği hatırlandığında, gruptaki bu oylamada bazı vekillerin Genel Kurul’da ‘Hayır’ oyuna yöneldiği sonucu çıkarılabilir. Erdoğan, Başbakanlığı dönemindeki tezkerenin geçmesi yönündeki fikrini korusa da ilginç bir biçimde tezkerenin reddedilmesinin bütün parlak sonuçlarından siyaseten istifade eden bir liderdir. Aslında, memnun olmalıdır.
Şu anki durumda…
-Günümüzde veyahut son yıllarda Türkiye, Irak ve Suriye’de askeri operasyonlar yapabiliyorsa; bu, 2003’teki tezkerenin reddedilmesiyle başlayan ve ABD’den bağımsızlaşmaya yol açan hayati bir süreçten dolayıdır.
1 Mart günü Meclis kulislerinde neler yaşandı? CHP Genel Başkanı Deniz Baykal tezkerenin reddedilmesi sürecinin kilit ismiydi. Açıklamaları uzun süre gündemde kaldı. Bugünden baktığımızda, Baykal o dönemdeki açıklamalarla Türkiye'ye hangi mesajı vermeye çalışmıştı?
-TBMM kulisleri müthiş hareketliydi. Milletvekilleri markaj altındaydı. Fetullahçılar, iktidar partisindeki vekillere gidip “Hocaefendi, tezkerenin mutlaka geçmesini istiyor” diye baskı yapıyorlardı. Neticede, Locaefendi Fetullah kaybetti. Deniz Baykal, tezkerenin reddedilmesindeki başat siyasi liderdir. Tezkerenin geçmesinin Türkiye’nin başına açacağı gaileleri anlatıyordu. Haklı çıktı. Baykal, 2012’de Milliyet’e verdiği demeçte “Türkiye’nin bölgemizde yıldızlaşmaya başlaması tezkerenin reddiyle mümkün oldu” demişti. Çok doğru bir tespittir. Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP’nin ise Baykal’ın milli çizgisinden tamamen koptuğunu söylemeliyiz. 2010’daki kaset olayı, ABD’nin FETÖ’sü eliyle Deniz Bey’den intikam almasıdır. Kılıçdaroğlu, Baykal’ı tecrit; Ulusalcıları da tasfiye etti.
Tezkere reddedildikten sonra yankıları uzun süre devam etti. 1 Mart öncesinde Milliyet’te “Asker Rahatsız” manşeti çıktı. TSK’nın tezkeredeki tavrı neydi?
-O manşette adı verilmeyen üst düzey komutan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman’dı. Yalman tezkerenin geçmesini istemiyordu. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök de öyle. O dönemde Milliyet’in sahibi Aydın Doğan ve Amerikancı yazarları da tezkerenin geçmesi için yırtınıyorlardı. Ters manyel çalışan bir manşetti. Nitekim merhum Yalman anılarında manşetten duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. 2014’te yayınlanan anılarında aynen şöyle diyor: “Bugün Ortadoğu bölgesinde oluşan siyasi, sosyal ve askeri durum; 1 Mart tezkeresinin geçmemesinin ne kadar isabetli olduğunu gösteriyor.” Pek haklıdır. Hilmi Özkök de 2004’te “Tezkere geçmediği için mutluyuz” demişti.
Kısa bir süre önce, İtalya'da G-20 zirvesi toplandı. En çok merak edilen konulardan biri, Erdoğan-Biden görüşmesinde yer alan F-35 başlığıydı. ABD’nin F-35 ile ilgili aldığı karar, Türkiye için ne ifade ediyor? ABD, neyin “hayal kırıklığını” yaşıyor? F-35 Krizi, Amerika’nın Türkiye'den intikam alma yöntemi olabilir mi?
-Akıllarınca intikam almaya çalışıyorlar. Türkiye, parasını ödediği F-35’leri alamadı. Niye? Türkiye, Rusya’dan S-400’leri aldığı için hareket çekiyorlar. Nerede, şu Uluslararası Hukuk? Bize hukuk dersi vermeye bayılan ABD, Türkiye’nin parasına çökmeye yelteniyor. Haydut Devlet refleksidir. Küresel Mafya olmak işte böyle bir şeydir.
Peki, Türkiye S-400 füze savunma sistemini neden alıyor? ABD, Patriotları vermiyor. 2016’da vatanımızı işgale kalkışmış bir ABD’den söz ediyoruz. Türkiye kendisini savunmayacak mı? Egemenlik haklarımıza hiç kimse, hiçbir devlet müdahale edemez. S-400’lerin alınmasına hiç kimse karışamaz. Asıl tehdit ABD’den geliyor. Türkiye, neticede F-35’lerin parasını çatır çatır alacaktır. F-35’lerin sorunlu olduğu da ortaya çıktı. Mesela, birkaç ay önce bir F-35 kendisini vurdu!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.