Sanat evrenin ortak paydasıdır
RÖP: HANDE İPEKGİL
Sanat evrenin ortak paydasıdır
“Mümkün olmayanı düşsel bir sezgiyle soyutlaştıran, mücadele ruhuyla insanı ehlileştiren gücün dışa vurmasıdır sanat…” Vahap AYDOĞAN
Bu hafta konuğum sürrealist sanatçı Vahap Aydoğan. Sanat tarihindeki resim akımlarına baktığımızda simetri, ışık, gölge, perspektif gibi konularda matematiksel bir düzene bağlı kalınarak olabildiğince gerçekçi eserler üretildiği gibi sanatçının duygularını, düşlerini dramatik betimlemelerle yansıttığı, desenlerden çok renklerin kendini gösterdiği eserler de üretildiğini görüyoruz. Matematiksel bir düzene bağlı kalınan klasisizmden herhangi bir düzene bağlı olmadan, kuralcılığa tepki olarak doğan Dadaizm’e kadar geniş bir aralıkta ışık, gölge, semboller, objeler, insanlar, doğa vb. kullanılarak yapılan resimlere hepimiz aşinayız. Vahap Aydoğan merkezine insanı alan bir ressam. Çalışmalarında çoğunlukla çatlamış duvarlar, küçük minimal gölge insanlar ve iskambil kâğıdı gibi aykırı ve öznel araçları tercih ediyor. Her eseri, bir insanın yaşamının yansıması diyebileceğimiz sürrealist ressam Vahap Aydoğan’la sanatı, sanat yolculuğunu, kaynak olarak insan biyografisini kullanma sebeplerini ve daha pek çok konuyu konuştuk.
- Küçük yaştaki her çocuk, dünyayı keşfetmeye çalışan birer kâşiftir. Sizin de resimlere olan ilgilinizin çocuk yaşta başladığını biliyorum ve merak ediyorum. Kendinizdeki bu yeteneği ilk nasıl keşfettiğinizi hatırlıyor musunuz? Çocukların kendi potansiyellerini daha rahat gerçekleştirebilecekleri, kendi yeteneklerini yansıtabilecekleri o alanı bulabilmeleri, bazı çocuklar için kolay olmayabiliyor. Siz bu konuda şanslı mıydınız?
İnsanın yaşadığı coğrafya, filizlendiği yer hayatına yön veren en büyük etkendir. Aslında coğrafya kaderdir, sözünün vücut bulmuş haliyiz. Okul ve mekân açısından değerlendirme yapmak istersem, o yılları elbette hatırlıyorum. İnanılmaz başarısızlıklarla dolu bir okul serüvenim oldu. Örgün eğitim hayatımın başarısızlıklara dolu zamanlarında sığındığım tek yer resim ve sanattı. Aslında 20 yıllık bir sürecin gerisine gidersek, bu konuda pek şanslı olduğum söylenemez. O koşullarda kişiye özel bir test ya da özelliklerinizin tutulduğu bir envanter yoktu elbette. Bazen yolculukta karşınıza çıkan durum ve olguları değerlendirirsiniz ya da üzerine gidersiniz. Benimki biraz da öyle oldu, tesadüflerin asla sadece tesadüften ibaret olmadığı gerçeği gibi. Günümüzde ise; genelde insanlar çocuğunun akademik alanda başarılı olması için büyük bir enerji sarf ediyor. İlgi ve ihtiyaçları, yetenekleri göz ardı edilen çocuklar yıllar sonra hayatın içinde yeteneklerinin farkına vardığında özellikle bazı alanlar için geç kalınıyor. Bireysel farklılıkların göz ardı edilmemesi kişinin ilgi ve yeteneklerine göre disiplin alanlarının seçilmesi elzemdir.
Benim resim alanında gerçekten bir yol çizmem güzel sanatlar fakültesine hazırlık sürecimde keçi burcundaki bir sergiden etkilenmemle başladı, diyebilirim.
- Sizin için “Vahap Aydoğan kendisini, insanları ve yaşadığı dünyayı iyileştirebilmeye, dönüştürebilmeye adamış bir sanatçı” diyorlar. İnsanların değişim ve dönüşüm süreçlerine baktığımızda bunun kolay olmadığını görüyoruz. Bu konuda insanlara nasıl bir katkı sağlıyorsunuz? Ve siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
İnsanları ve dünyayı değiştirmeyi, dönüştürmeyi başarmak büyük bir ütopya elbette, adamak ise çok büyük bir iddia. Bu cümleleri elbette ben kurmadım. Ama sanatseverler ve sanat camiasında bu şekilde anılmak benim için büyük bir onur ve gurur kaynağı diyebilirim. Çalışmalarımın temelinde insanın duygu ve düşüncelerini, hayattaki yaşantılarının izlerini sanatsal terapi olarak tabloyla buluşturmak var. Bu durum çalıştığım kişide elbette ruhsal bir dinginlik sağlıyor. Ve kişi kendi gözlemleriyle tablosunu yorumladığında, psikolojik anlamda bir rahatlama yaşadığını söyleyebilirim. Tanımın bir etiket olarak anılmasını elbette istemem. Ben sürreal biyografiler çizen bir ressamım. İnsanın düş dünyasıyla gerçek yaşamı arasında imgesel bir yön bulmaya çalışıyorum. Duyguyu, akılla denetlenmeyen öznelliği kişiye sunmaya çalışırım. Çünkü sanat evreni sahiplenir, sanat evrenin ortak paydasıdır. Dünyanın, evrenin ortak değeridir. Göbeklitepe, Altamira, piramitler insanlığın hem mabedi hem de sanat anlamında ortak değerleri olmuşlardır. Bu açıdan baktığımız zaman sanatsal tavrım kalıcı ve özgün eserlerle insanın duygu dünyasına dokunabilmektir.
- Günümüzde sanatın ruhsal ve fiziksel sağlığa etkileri birçok araştırmada karşımıza çıkıyor. Özellikle son 20 yılda sanatın sağlıklı beslenmek, spor yapmak, yürüyüşe çıkmak kadar yaşam kalitesini arttırdığı yapılan araştırmalar arasında. Ülkemizi değerlendirecek olursanız sanatın, iyileştirici gücünden yeterince faydalanıyor muyuz? Şunu da eklemek isterim, Türkiye'de sizce sanata ve sanatçıya bakış açısı nasıl? Gerekli ilgi ve bilgi var mı?
Ülkemizde genel olarak, sanatın seçkin insanlar için var olduğu gibi yanlış bir kanı var maalesef. Örneğin; sergide bir tabloyu izlemek pratik olarak fayda sağlamaz, kitap okumakla da insanın fiziksel ihtiyacı giderilmez. Saf pragmatik bakış açısıyla da değerlendirme yapılmaz. Buradan yola çıkıldığında sanat sadece zevklere hitap eder gibi bir yanılsamaya düşülür. Oysa sanat, yaratıcı düşüncenin eseri olarak toplumun önünü açan bir realitedir ve tarihsel olarak da sanat toplumun önünde bir rehber, bir pusula görevi görmüştür. Fakat Türkiye’de sosyo-kültürel açıdan baktığımız zaman hem eğitimin hem de ekonomik koşulların insanlar üzerinde inanılmaz bir fırsat eşitsizliğine neden olduğunu görüyoruz. Tabii bu durumun sanatı geri planda tuttuğunu ve tutmaya devam edeceğini söylersek yanlış olmaz.
Türkiye’de sanatı iki olumsuz temelde değerlendirmek mümkün. Bunlardan ilki, sanatı pragmatik bakış açısıyla değerlendirmek; günün sonunda kişiye bir fayda sağlıyor mu diye sormak. Diğeri ise; siyasetin sanatı, politik olarak kullanması ama olumlu ama yasaklı… Bu iki temel unsurun toplumdaki karşılığını görmek için ülkemizdeki güzel sanatlar liselerinin sayısına bakmamız bile yeterli bir istatiksel veri olur. Sanatın iyileştirici gücüne de değinmek gerekir; elbette insanın düşsel bir yolculuğun içinde olması kişiyi hem fiziksel hem psikolojik olarak rehabilite edecektir.
- Sürrealist sanatçıların çalışmalarına baktığımızda öne çıkan ortak tavır genellikle zaman/ mekân algısındaki uyuşmazlık, birbiriyle uyumsuz imgelerin bir arada olması ve düşselliğinin ikna edici gerçeklikle kurgulanışı oluyor. Fakat siz, sorduğunuz sorularla önce insanların hikâyelerini dinliyor, daha sonra tuvale resmediyorsunuz ve bildiğim kadarıyla her tablodaki hikâye gerçek ama siluetler temsilî. Hikâye ise imgelerde gizli. Bu şekilde çalışan ilk ve tek ressam sizsiniz galiba. Bu fikir aklınıza nasıl geldi?
İster resim, ister müzik, ister şiirle ilgili eserler ortaya çıkarın, eserin özgün olması ve binlerce eserin içinden eserinizin tanınması, sizin net bir şekilde çizginizi belirler. Biyografi çizmek için bir anda öyle çalışmalar yapayım, diye bir düşüncem olmadı. Biyografiyi resme uyarlamak ayrıca birçok riskleri de içinde barındırıyor. Bugünden yarına gelişecek bir üslup değil. Tamamen anlık gelişen bir yolculuk olarak düşünün.
Sanatta kemikleşmiş bir üslup varsa o aslında bir yoldur. Siz o yola girmezsiniz, zaten o yol size aittir ve siz, o yolun yolcusu değil, yolun kendisisinizdir. Benim de yolumun kesiştiği, 22 yıllık bir süreçten sonrası… Özetle; deneyimi, yaratıcı düşünceyi ve yaşantıyı ortak paydada buluşturarak sürreal biyografiler çizmeye başladım, diyebilirim. Bir de işin etki kısmı var mesela; sanat öyle derin bir kuyu ki, bu kuyuda Yusuf’un yüzünü, Nemrut’un siluetini, Shakespeare’in Hamlet’ini ve Mozart’ın eserlerini de görmek, dinlemek mümkün.
Mümkün olmayanı mümkün kılan, mücadele ruhuyla insanı ehlileştiren en değerli güç sanat olmuştur. Resim sanatına damga vuran ressamların yaşamları ise, kişiye büyük bir rehber olur bazen. Yaşamı ve aşkı kendi ruhunda harmanlamış bir Frida KAHLO var; kadını ve mücadele ruhunu insanın yüzüne tokat gibi çarparcasına anlatır. Tahiti Adası’nı bu denli güzel bir perspektifle yorumlayan, yaşamdaki radikal kararlarıyla sanata sığınan Paul GAUGUIN’in yaşam serüveninden; “Kan Çiçekleri” tablosuna bakarak beste yaptıracak etkiyi yaratan Abidin DİNO’ya kadar, hepsi birbirinden kıymetli ruhları ve yaşamları mücadele içinde geçmiş bu sanatçılardan etkilenmemek ne mümkün?
- Resimlerinize baktığımızda birçok teknik ve materyal görüyoruz. Mesela mitolojik imgeler, iskambil kâğıtları dikkatimi çekti. Çizdiğiniz imgelerde mutlaka subliminal bir mesaj oluyor. Nasıl bir çalışma süreci izliyorsunuz, sorduğunuz sorular kişiye göre değişiyor mu, bu süreci biraz anlatır mısınız?
Sanat, sınırlı meta ile sonsuz bir dünya inşa etme çabasıdır aslında.
Bunu bir yolculuk gibi düşünelim. Bazen valizinizi almadan aniden yola çıkarsınız. Bazen de o kadar hazırlıklısınızdır ki; biletinizi ve valizinizi aylar öncesinden hazırlamışsınızdır. Bu kişinin karakteriyle ilgili bir durum. Soru, cevap kısmana gelince; soruları basitten karmaşığa doğru, yüzeysellikten daha derinliğe giden bir tarzda soruyorum. Hazır sabit soru olması olguyu mümkün kılmıyor. Sanat, spor, medya, sağlık ve her statüden insanla çalışınca standart sorular sormak imkânsız hale geliyor. Sadece dinleyici konumunda mıyım? Tam değil, ama fazlasıyla iyi bir dinleyiciyimdir. Merak ettiğim konular elbette oluyor. Daha önce söylediğim gibi ben beyaz tuvalle kişi arasında köprüyüm.
Çalışmaların bana da büyük katkısı oluyor. Her insanın evrende bir gezegen kadar yer kapladığına inandım. Her insanın kendisini merkeze aldığı bir süreci onlarla yaşayarak yürüdüğümü fark ettim. Hepimiz için öyle aslında her insan bir dünya. İnsanı dinlemek, empati kurmak onlarla yol almak bana çok büyük bir derinlik kattı, diyebilirim. Ayrıca farklı sosyal çevrelerden insanlarla tanışmak, onların hayatlarından kesitleri dinlemek bende olumlu olumsuz iz de bıraktı.
- Prensip olarak telefonla, sesli ya da görsel olarak çalıştığınız kişilerle asla temas kurmuyorsunuz ve bildiğim kadarıyla her isteyenin de resmini çizmiyorsunuz. Bunların sebebi nedir?
Tablosunu yaptığım hiç kimseyi daha önce görmediğimi tablo bittikten sonra da karşılaşmadığımı daha önce belirtmiştim. Hayatınızda hiç görmediğiniz, sesini duymadığınız, bir insanla sadece yazım diliyle iletişim kurduğunuzda ona çok büyük bir güvenlik alanı oluşturuyorsunuz. O kişinin biyografisini çizdiğinizde, görüntü ve sesten ibaret olmayan bir ruha, karaktere ışık tutuyorsunuz. Bu da karşılıklı bir konfor alanı da oluşturuyor. Kişinin yaşamını kriminal bir süzgeçten geçirmeye vesile oluyor ve kişiyi de imge keşfetmeye sevk ediliyorsunuz. Hem bir aura hem de bir gizem olarak kişi ile tablo arasında bir bağ kurmuş oluyorsunuz.
Herkesle çalışmama düşüncem ise, her insanın duygu dünyası çok komplekstir. Her eserde farklı bir suret, farklı bir dünya görüyorum. Bazı suretlerin tabloya yansıması inanılmaz bir enerji ve farklı bir eser ortaya çıkarmama vesile oluyor. Ama neden özellikle bazı kesimlerden kişilerle çalışmadığım sorunuza buradan cevap vermemin tablosunu yapmadığım insanlara haksızlık olacağını düşündüğüm için yorumlamayacağım.
Çalışmayı kişiye teslim ettiğinizde kendilerini farklı bir bakış açısıyla görmek onlara ne hissettiriyor, ilk tepkileri ne oluyor?
Benim en büyük korkularımdan ve risklerimden birini sordunuz aslında. Eğer kişi kendisini, imgesinin yorumunu tabloda görmezse diye içimde his uyanmıyor değil. Kişi kendisini başka bir siluetle karşısında görüyor. Doğduğu günden bugüne ve gelecekteki düşlerine kadar hayatından kesitleri duvarında görünce; bazen bir hüzne, bazen geçmiş aşklarına, yitirdiklerine, bakıyor. Biriktirdiklerinin önünde kahvesini yudumlayıp seyre dalıyor. İlk tepkileri bilmiyorum ama zaman geçtikçe tabloyla aralarındaki sırların derinlikleri daha da anlam kazandığını belirten çok kişi oluyor. Ayrıca zaman içindeki duyguları değiştikçe başka tabloları da berberinde getiriyor. Bunu bir süreç olarak görüyorum. Zamanda yolculuk yaptıklarını ifade eden ve özellikle yitirdikleriyle biriktirdikleri imgeleri her gün bir karede görmenin insan ruhuna iyi geldiğini belirten çok sanatsever oldu. Bu da bende bir motivasyon kaynağına dönüşüyor. Ben de bazen en baştan, en sona kadar o hayatın bir parçası haline geliyorum.
- Tablolarınızda hep kadın suretleri görüyoruz. Mesela; bazen bir erkeği de kadın suretinde resmettiğinizi anlatmıştınız. Kadın figürünü aynı zamanda bir sembol olarak da kullanıyorsunuz. Bu tercihinizin sebebi nedir?
Sizlerde takdir edersiniz ki; yakın zamanda verilen bir hukuki kararla Türkiye’deki tüm kesimlerden aynı sesler isyan derecesinde yükseldi. Gültekin ailesinin haklı isyanını duymayan yoktur. Benim de Türkiye’de tüm kesimler gibi haberi duyunca utandığım ve karara sessiz kalmamak şartıyla içime sindiremediğim işlenen suç ve ceza arasındaki denklemin acizliği. O kadar orantısız bir denklem var ki; ironi yapar gibi bakakalıyoruz. Adaletin tecelli edeceği günleri, bugünlerde kadın cinayetlerini kadın bedeni üzerinden yorumlamaya kalkan ve bunu rıza göstergesi üzerinden temize çekip iyi hal indirimiyle toplumda infial yaratıldığını görüyoruz.
Toplumsal eşitsizliğin en büyük göstergesi, günümüzde kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri ve çocuk gelinler gibi konuların alışagelmesi. Bu çaresizlik ve cezanın orantısızlığı toplum nezdinde bir deformasyon ve olağanlaşma halini almış. Bu bir infial aslında. Sosyal ve duygusal yozlaşmanın kadın üzerindeki etkisi maalesef daha fazla olmuş ve daha ağır bir yük getirmiş. Ben özellikle bu konular üzerinden ilerleyerek tablolarımda kadın gerçeğine yer veriyorum. Kadın olgusunu cinsiyetçi bir yaklaşımın ötesine taşıyorum.
- Eminim ki her tablonuz sizin için çok özeldir, fakat merak ediyorum sizi çok etkileyen, hepsinden ayrı tuttuğunuz bir hikâye oldu mu?
Her çalışma ve her biyografi kendi içinde bir farklılık ve etki bırakır. Her insan kendi özelinde kendi merkezinde tektir. İçe dönük olarak tüm çalışmaları değerlendirdiğimde DÜŞ VE DÖNGÜ tablosu beni en etkileyen çalışmalardan biri oldu. Gerçek bir kadın cinayetini tabloya taşıdım. Hem dinlemek hem de oradaki imgelerin derinliğini somutlaştırmak bile bir zorluğu beraberinde getirdi. Hem bu ülkede kadın olmanın zorluğuna değindiği için hem de kadın cinayetleri üzerinden bir farkındalık yaratma adına derin bir çalışma olduğunu kabul edebilirim. Tüm sanatsal çalışmalarımın içinde beni en etkileyen tablo düş ve döngü tablosu olmuştur.
- Televizyon kanallarına, üniversitelerin söyleşilerine katılmıyorsunuz. Hem haber spikeri hem de televizyon programcısı olarak merak ettim bunun özel bir sebebi var mı?
Daha önce de belirttiğim gibi yıllarca çalışmalarımın sadece resimlerini paylaştım. İsmimi ve yüzümü hatta cinsiyetimi dahi saklı tuttum. Uzun bir zaman sadece @san_artt adıyla sanatseverlerle buluştum. Sadece televizyon programları ya da sosyal medya canlı yayınları değil, üniversitelerin söyleşi ve davetlerine de açık değilim. Sergi dahi açmıyorum. Sanat galerilerinin tablo isteklerine de olumsuz cevap veriyorum, galeri patronlarının ve galerilerin bir parçası olmak, onlara bağımlı kalmak da istemiyorum. Gazetelere de daha geniş kitlelere ulaşmak için röportaj veriyorum. Sanatım ve eserlerimle ilgili yazılar konusunda açığım. Muhalif ya da muhafazakâr demeden bütün gazetelerin sanat sayfalarına açığım. Neden sorusuna gelirsek; bu bir duruş, bir düşünce, magazinsel bir yöne evrilmeme, duygu ve düşüncelerimi sanatsal çalışmalar yaparak insanlara ulaştırma; onlarla ortak bir zeminde iyi işler yapma çabasından dolayı diyebilirim. Bu tavır ve duruşumla daha mutluyum diyerek bu konuyu kapatıyorum.
- Sanat akımları içinde özgür üretimlerin kapısını aralayan, önemli bir akım vardır. İzlenimcilik akımı, sanatçıyı kalıpların ve kuralların ötesine taşıyarak, kendi düşünsel varlığını ortaya koyma imkânı tanımış, gördüklerini duygularıyla birlikte tasvir etmesine izin vermiştir. Siz de karşınızdaki insanın anlattığı ya da anlatamadığı hikâyesini dışardan dinliyor, duyduklarınızı, gördüklerinizi düşünsel varlığınızı ortaya koyarak resmediyorsunuz. Empresyonist olduğunuzu ya da size alan açtığını söyleyebilir miyiz?
İzlenimci bir düşünce olarak bakıp somut gördüğüm obje ve meta üzerinden hareket etmiyorum. Empresyonist bakış açısını uyarlarsak sadece benim tarzıma yorumum içsel bir izlenimle yan yana konulabilir. Daha ötesini bu akımla özdeş tutacak bir yanım yok. Somut ve günün belirli saatlerinde aynı güneş ışınlarının bir meta üzerindeki yansımalarını özellikle doğayı renkleri keşfetmeye çalışma çabası vardır izlenimcilikte. Ben de ise tam tersi; daha çok duygu ve imgeleri, soyut kavramları somut bir üslupla ifade etme çabası var.
- Türkiye’de resim sanatının Pandemiyle birlikte sanal dünyaya da açıldığını gördük. Sanat galerilerinin sanal galerilere dönüştüğü dönemde dünyanın her hangi bir yerindeki müzeyi, sergiyi gezip eserleri inceleme fırsatımız da oldu. Sizin de dijital sergi planınız var. Son durum nedir ve sizinle çalışmak isteyenler size nasıl ulaşabilir?
Bu konuda soru sormanız bir tespiti de beraberinde getiriyor. Şöyle bir bakalım sergilemek kelimesinden neler çıkarabiliriz. Sadece resim mi ya da sadece sanat mı? Artık dijital bir çağda ve dijital dejenere olmaya yatkın bir kitle de görmekteyiz. İnsanlar yediklerini, içtiklerini, gezdiklerini hatta kendi özel yaşamlarını dahi sergiliyor ve bunu pazarlayacak mecralar buluyor. Hatta bu tavrı satın alan milyonlar bulabiliyorsunuz. Tüketimin bir çılgınlık haline geldiği ve üretim olarak da kısır bir döngüye girdiğimizi gözlemlemekteyiz. Peki, bu tavır karşısında sanat durağan mı, muhakkak sanat ve sanatçı toplumun rehberi ve ona öncülük edeceği bir mecra bulmalı ki, buldu da. Artık sanat sadece evin bir duvarında değil. Sanat artık yediğiniz bir yemekte, içtiğiniz bir kahvede, giydiğiniz bir kıyafette, oturduğunuz bir evde, yaşadığınız bir mimaride boy gösteriyor. Buna en büyük etkiyi yapan ise; sanatın dijital alanda ileriye taşınmış olması. Sorunuza gelince dijital sergi artık sosyal medyanın içine entegre olmuş durumda. @san_artt instagram, twitter ve başka sosyal mecralarda paylaştığım çalışmalarımı da sergi salonu ya da dijital bir sergi kapsamında değerlendirebilirsiniz. Sergi salonlarına sığmayacak kadar büyük bir kitleye, oturduğunuz yerden çalışmalarınızı gösterme şansına da sahipsiniz. Sergi için özellikle çalışmalarım devam ediyor. Bana ulaşmak için ise tüm sosyal medya kanallarından @san_artt hesaplarımdan sanatseverler ulaşabilir.
- Son olarak; kendi hikâyenizi çizseniz hangi imgeleri kullanırdınız?
Bu çok zor bir soru. İnsanın bilinçaltı imgeleri kendisine özeldir bir dehliz kadar ön izlemesi belirsizdir. Herkeste olduğu gibi bende de öyle. Duygu olarak tamamen resme yönelmiş, psikolojik olarak düş dünyası karmaşık, sayısal verilerden uzak, fikirleri bir çatıda birleştirmeye çalışmış, mitoloji ve arkeolojiye âşık, öğrenmeye aç, gökkuşağı kadar renkliliği benimsemiş ve gerçeküstü düşünmekten kendisini alamayan biriyim, diyebilirim. Bunları anlatan imgeleri bulmak elbette bir çalışma sonucunda ortaya çıkabilir. Ama kendimi özdeş tuttuğum bir somut işaret imge istiyorsanız kendimi bazalt taşı olarak imgeleyebilirim. Kendime benzetir ve özdeş tuttuğumu rahatlıkla ifade edebilirim.
Bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederim...
Kaynak:BBN
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.