ARANIZDA TOKAT YEMEYEN VAR MI?
Geçtiğimiz günlerde ben öğrenciyken okul müdürümüz olan ve yaklaşık 10 yıldır emeklilik dönemini yaşayan Yakup KELİK hocamızı öğrencilerimizle birlikte ziyarete gittik.
Yakup Hoca 1990-2010 yılları arasında tam yirmi yıl Beyşehir İmam Hatip Lisesi’nde müdürlük yapmış bir efsanedir. Okulumuzun 1977 yılında eğitim öğretime başladığı ve 2023 yılında olduğumuz düşünülürse 46 yılın 20 yılı Yakup hocanın müdürlüğü ile geçmiş...
Yakup hocayı tanıyanlar bilir, kendine has bir tarzı vardır. (Tanıyanlar bu cümleyi okuduktan sonra "Evet, kendine has bir dayak tarzı vardı." demiştir muhtemelen ) Kızdığı zaman gözü kimseyi görmezdi. Öğrenci dövmenin normal olduğu dönemlerden bahsediyoruz. Fakat alçak gönüllü, sevecen, yeri gelince öğrencisinden özür dilemesini de bilen biridir. Dolayısıyla kendisini sevenler kadar sevmeyen öğrencileri de olmuştur.
Farklı dönemlerden pek çok mezunla sık sık bir araya geliyoruz. Konu tabi ki kısa sürede Yakup hocaya geliyor. Anlaşılıyor ki Yakup hocanın dayağını yemeyen kalmamış. Fakat hemen hemen herkes hocaya hak veriyor, dayağı haklı yere yediğini söylüyor. Haksız yere dövülenlerin ekserisi de hocaya hakkını helal ettiğini söylüyor. Böyle enteresan bir durum... Yine herkeste okula, arkadaşlarına, hocalarına karşı büyük bir bağlılık ve aidiyet duygusu var. İmam hatipli olmaktan gurur duymayan yok. Herkes göğsünü gere gere “imam hatipliyim” diyor. Bu da Yakup hocanın okulda oluşturduğu muhteşem atmosferin ve aile ortamının bir tezahürü.
Kısa ziyaretimizde 1100'ü erkek olmak toplam 1600 öğrenci sayısına ulaştığımız dönemlerden, 28 Şubat sonrası kız erkek toplam 160 öğrencinin olduğu dönemlere kadar bol bol maziden bahsettik elbet. Ben de bir anımı burada paylaşmak istiyorum. Tabi ki Yakup hocadan yediğim tokattan bahsedeceğim
1999 yılı... Orta üçüncü sınıftayım. Arkadaşlarımızla hafta sonu okulda buluştuk. Ellerimizde kâğıt, kalem, boya, silgi... Gazete çıkaracağız. Evet yanlış okumadınız. Okul gazetesi hazırlayacağız. Ne bir hocamız söylemiş ne de birisi önayak olmuş. Kendi kendimize hafta sonunu böyle değerlendirmeye karar verdik. Çizim becerisi olan karikatür çizdi, kimisi şiir yazdı, kimisi makale. Galatasaray'ın o hafta Bologna ile oynadığı UEFA kupası maçının yorumlandığı spor sayfamız bile vardı. Koca iki tatil günümüzü buna ayırmıştık ama sonunda da güzel bir ürün ortaya çıkmıştı.
Hazırladığımız gazeteyi fotokopi yapıp pazartesi günü sınıflara dağıttık. Gururluyduk. Bize göre ses getirecek bir iş yapmıştık ve hakikaten de büyük ses getirdi. Çok geçmeden müdür odasına çağrıldık. Odaya giderken tebrik edip madalya takacaklar herhalde diye düşünürken içeri girince Yakup hocanın öfkeden kıpkırmızı olmuş yüzü ile karşılaştık. Şaşkındık. Korkudan titriyorduk. Yakup hoca her birimize öyle bir tokat vurdu ki yüzümüz ateş gibi yanıyordu. Bir yandan da söyleniyordu: "Siz kime sordunuz da gazete çıkardınız? Bu gazete ya birilerinin eline geçerse?..." Çocuğuz. Anlamıyoruz. Zaten birilerinin eline geçsin diye yazmışız. Ne var ki bunda? Yanlış olan ne?
Yanlış olan şuydu; 28 Şubat denen o malum süreç yaşanmış ve dinini yaşamak isteyenler üzerinde devlet tarafından büyük baskı kurulmuştu. İmam hatipli olmak adeta suçtu. İki yıldır devlet tarafından terörist muamelesi görüyorduk. Zira devlet nazarında imam hatipler irtica yuvasıydı ve irtica terörden daha tehlikeliydi. Bir arkadaşımız da hazırladığımız gazetede buna isyan ediyordu. İsyan deyince aklınıza öyle büyük cümleler gelmesin. Sadece "Biz imam hatipliyiz diye devlet babanın bize üvey evlat muamelesi yapmamasını rica ediyoruz." cümlesi vardı. Ama bu masum cümle bile çok tehlikeliydi o dönem için. Ya bir askerin, savcının eline geçerse...
O tokadı hiç unutmadım. Yakup hocanın bizi ve okulu korumak için attığı o tokat aslında devletin tokadıydı. Haksızlığa uğramak, örselenmek, üçüncü sınıf insan muamelesi görmek, hakarete uğramak... hepsi bu tokadın içindeydi. Daha sonraları da buna benzer pek çok tokat yedim. Üniversitede iken spor salonunda montumu serip üzerinde akşam namazını kılmak gibi büyük bir suç işlemiş ve yaptırımla karşı karşıya kalmıştım mesela…
İnsan canının acısını unutuyor da yüreğinin acısını unutamıyor. Yakup hoca eliyle atılan o tokadı da diğer tokatları da unutmadım ve elimden geldiğince de unutturmayacağım. Evet, ben de Yakup hocanın tokadını yedim ama benimkinin hikayesi ne sigaraydı ne okuldan kaçma, ne de haylazlık… Benimki, adını koyamadığım, gençlerin şu an anlamakta zorluk çektiği başka bir şey…
Bu anımızı Yakup hocaya hatırlattığımda her gün kapıya polislerin dikildiği, kızların başlarının açtırıldığı o acı günleri hatırladı. Üzüldü, duygulandı, attığı tokattan dolayı özür diledi.
O yıl hepimiz adı Fen Liselerine Giriş Sınavı olan ortaokul sonu sınavlarına girdik. Mezun olan 72 kişiden geriye biri ben olmak üzere sadece 2 kişi devam etti imam hatip lisesine. Devletin de amacı buydu zaten. Maksat o an için hâsıl oldu. Fakat bin yıl sürecek dedikleri 28 Şubat yirmi yıl bile sürmedi. Her ne kadar izleri hâlen devam etse de…
Şükür bu günleri gösterene…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.