Bekir Salih KORKMAZ

Bekir Salih KORKMAZ

“Birader Sen Öğretmen misin?”

“Birader Sen Öğretmen misin?”

Bir öğretmenler gününü daha geride bıraktık. Bu yıl benim meslekteki 14. yılım. 15 yıllık öğrenciliğimi de sayarsak 29 yıldır eğitim öğretimin içindeyim. Açık söyleyeyim, öğretmenliğin kıymetli olduğu zamanda öğrenci; öğrenciliğin kıymetli olduğu zamanda öğretmen olmuşum. Okumak, öğrenci olmak, sınıf geçmek, diploma almak, hiç bu kadar kolay olmamıştı…

Öğrencilik yıllarımı hatırlıyorum…

Çocukluğumuzda kitap bulamaz, üst sınıflardan ikinci el kitap satın alırdık. Aldığımız kitaplara da gözümüz gibi bakardık ki sonraki sınıflara satabilelim. İlkokulda önlük giyerdik. Ortaokul ve lisede ise gömlek ceket giyer, kravat takardık. Kravatı da öyle yarım yamalak değil, düzgünce bağlar, yakamızı tam kapatırdık.

Saçımız sakalımız muntazaman olurdu. Ne uzun, ne kısa, ne de yarım yamalak... Vaktinde düzgünce tıraş olur, dağınık saçla gezmezdik.

Kot, keten bilmezdik. Kumaş pantolon giyerdik. Ama öyle buruşuk kırışık değil, jilet gibi ütülü olurdu pantolonumuz. Kumaş pantolon giydiğimiz için de altında kundura/iskarpin ayakkabı olurdu. Haftada en az bir kez düzgünce boyar, pırıl pırıl parlatırdık.

Şimdiki gibi çeşit çeşit kıyafet almak mümkün değildi. Bir okulda giyeceğimiz bir de okul dışı giyeceğimiz pantolonumuz olurdu. Büyüyüp boy atınca pantolonumuz kısalırdı. Şimdiki gibi kısa paça pantolon modası yoktu elbette. Annemiz pantolonun paçasını açıp uzatır ve tekrar dikerdi. Paçada kalan uzatma izi ile bir süre daha idare ederdik.

Spor ayakkabıyı sadece maçlarda veya dışarı çıkarken giyerdik. O da varsa tabi... Eskimesin diye gözümüz gibi bakardık.

Yurtta kalırdık...

Sabahleyin kalkınca ilk işimiz yatağımızı toplamak olurdu. Öyle yarım yamalak değil ha... Battaniyeyi düzgünce katlar, çarşafı üstünde para zıplatacak kadar gerdirirdik.

Eşya dolaplarımız muntazam olurdu. Her şey yerli yerine konur, bakınca aradığımızı hemen bulurduk.

Planlı yaşardık. Sabahleyin, önce namaz kılar sonra etüt yapardık. Ardından devlet baba ne verdiyse onunla kahvaltı yapardık. İstihkakımız sadece yarım ekmek olurdu. Fazlası yoktu. Kahvaltıda da ya zeytin-peynir, ya sana yağı-reçel, ya sadece yumurta, ya da çorba olurdu. Başkasını yemedik 7 yıl boyunca. Öğle ve akşam yemeklerimizde de yarım ekmekten fazlasını hiç görmedik. Çoğunlukla aç yattık ama hep şükrettik.

Akşamleyin namaz aralarında ve yatmadan önce yine etüt yapar; imam hatibi bitirmek, kapısına kilit vurmak isteyen, bunun için de önümüze türlü engeller koyan zihniyete inat adam gibi ders çalışırdık. Öyle yarım yamalak değil...

Kitaplarımıza dokunmaya kıyamazdık. Çünkü para verip almıştık. Kesmek, yırtmak, yakmak, karalamak aklımızın ucundan dahi geçmezdi. Her satırını okurduk. Öyle yarım yamalak okuyup bir kenara atmazdık.

Öğretmenimizi severdik, görünce önümüzü iliklerdik. Saygıda kusur etmezdik.

Kısacası her halimizde bir tertip, düzen, disiplin vardı. Her şeyden önce bir hedefimiz, şuurumuz ve davamız vardı. İdealisttik.

Dedim ya yanlış zamanda öğrenci ve öğretmen olmuşuz diye. Şimdiki gibi modern sınıflar, akıllı tahtalar, bilgiye her an ulaşabileceğimiz internet âlemi, bedava kitaplar, otel konforunda pansiyonlar, köylerden bedava taşımalı servisler yoktu. Hatta yakacak bile yoktu. Her dönem yakacak parası verirdi ailelerimiz.

Evet… Yokluk çoktu. Okumak zordu fakat kıymetliydi. Okumanın ve öğrenmenin bir önemi vardı. Diploma almak değerliydi. Öğretmenlerimizin bir değeri, otoritesi, yaptırımı vardı.

Son yirmi yılda çok şey değişti. Ak Parti ile birlikte eğitime hiç yapılmadığı kadar yatırım yapıldı. Yirmi yılsonunda neler kazandığımıza, kazanırken neleri atladığımıza, yaparken neleri yıktığımıza bakıyorum da, ileri mi gittik geri mi gittik bilemiyorum.

Ülke olarak nereye geldik peki?

“Birader sen öğretmen misin?” deyip herkesin içinde üstelik öğretmenler gününde öğretmenleri küçük düşüren egolu amirlerin olduğu, öğretmenin senede bir gün hatırlanıp 364 gün horlandığı bir ülkedeyiz. Yüksek sesli itirazlar gelmese öğrenci ve velilerin öğretmene not vermesinin neredeyse mümkün olacağı bir ülkedeyiz. Öğrenciye Öğretmenin senin saçını kesiyor mu? Söyle o öğretmenine ben de onun saçını keserim.” diyebilen birinin milli eğitim bakanlığı yaptığı; bir başka bakanın da onu aklamak için Ömer Bey öğretmenlere şahsiyet kazandırmak istiyor diyerek öğretmenleri şahsiyetsizlikle itham ettiği bir ülkedeyiz. Neredeyse her yıl eğitim sisteminin ve milli eğitim bakanının değiştiği, eğitim politikası diye bir şeyin olmadığı bir ülkedeyiz. Öğretmenin yattığı yerden para kazanan, çok tatil yapan memurlar olarak görüldüğü bir ülkedeyiz. Eğitime en fazla bütçenin ayrıldığı, modern okulların yapıldığı, okulların maddiyatına büyük yatırım yapıldığı fakat insana yatırım yapmanın unutulduğu bir ülkedeyiz.

Sorarım size böyle bir ülkede çocuklarımıza iyi bir eğitim vermek, sağlam bir kişilik kazandırmak, onları test çözmeye değil hayata hazırlamak, kısaca iyi insan yetiştirmek mümkün mü sizce? Bence değil… 

Peki, ümitsiz miyim? Asla…

O soruya cevap vererek yazımı bitireyim;

“Evet birader, ben öğretmenim. Ya sen?”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bekir Salih KORKMAZ Arşivi