Ay ışığı ve Erik Çiçeği
Ay ışığı ve Erik Çiçeği
Erik çiçeği, köyün en eski bahçelerinden birinde, yıllardır kimsenin dikkatini çekmeden yaşardı. O bahçe, zamanın ellerinde yoğrulmuş, geçmişin toprakla yazdığı bir şiirdi. Çalılarla örülmüş patikalar, kökleri toprağın derinliklerine sızmış, yılların yükünü taşıyan meşe ağaçları ve bahar geldiğinde sessizce açan erik ağacı…
Bu bahçe, hayatın unuttuğu bir köşeydi, ama erik çiçeği için bir sahneydi. Kışın sert soğuğunda dalları çıplak kalır, sanki doğa onu soyup tüm kırılganlığıyla yüzleştirmiş gibi beklerdi. Bahar gelene kadar, çıplak dallarında bir umut taşırdı; o umut, sessizliğin içinde atan bir kalpti. Ne zaman kar erise, toprak uyanmaya başlasa, erik çiçeği de kendi içindeki çağrıyı dinlerdi. Çiçek açması bir zafer değil, bir teslimiyetti. Tıpkı geceye karışan bir şarkı gibi, varlığını gizemle örerdi.
Erik çiçeği güzelliğini baharın telaşına, kuşların çılgın şarkılarına değil, geceye saklardı. Çünkü o, ay ışığını severdi. Ay ışığı, onun için bir sevgiliden çok, sonsuz bir masaldı. Her dolunayda parlayan ay, bir yüzük gibi gökyüzüne takılırken, erik çiçeği onun altına sığınırdı. Ay ışığına aşık bir çiçekti o. Günler, onun için bir rüyanın sıkıcı tekrarından başka bir şey değildi. Güneş doğar, gölgeler uzar ve kısalır, ama erik çiçeği bu döngüye aldırmazdı. Gündüzleri rüzgar dallarını okşasa bile, içindeki huzursuzluk diner gibi olmazdı. Çünkü ay henüz doğmamıştı. Gözlerinin görebileceği her şey onun için yavan birer anıyken, henüz görmedikleri, geceyle birlikte gelen o parıltı, onun için sonsuz bir özlem taşıyordu. Erik çiçeği tüm gün boyunca karanlığın ve ay ışığının hayalini kurardı. Gece, onun için gölgelerin ötesinde bir mucizeydi.
Ay gökyüzünde belirdiğinde, erik çiçeği sanki yıllardır tutulmuş bir nefesi bırakır gibi derin bir rahatlama hissederdi. Ay ışığının narin bir bulut gibi dallarına dokunduğu o an, bir titreme yayılırdı yapraklarından. Ama bu titreme, korkudan çok bir hayranlıktı. Çünkü ay ışığına bakmak, yıldızların kalbine bakmak gibiydi: büyüleyici ama bir o kadar da ulaşılmaz. Erik çiçeği, o beyaz ışığın altında bir anlığına varlığını hisseder, ama sonra utangaç bir çiçek gibi başını eğerdi. Belki de ay ışığını o kadar büyütmüştü ki, onun altında ezileceğini düşünürdü. Ve böylece, gölgelerin ardına saklanarak kendi masalını yaşardı.
Ay ışığı, erik çiçeğini her defasında incitmekten korkarak nazikçe üzerinden kayıp giderdi. Ama bu uzaklıkta bile bir bağ vardı. Çünkü ay ışığı her gece çiçeğe dokunduğunda, onun varlığı biraz daha anlam kazanıyordu. Bu ilişki, bir düş ve gerçeklik arasında asılı kalan bir melodiydi. Birbirlerine söyleyemedikleri her şey, o dokunuşun içinde gizliydi. Bu sıradışı hikaye, köydeki yaşlı bir kadının dikkatini çekmişti. Kadın, baharın sıcak gecelerinde erik ağacının altına oturur, gözlerini gökyüzüne dikerdi. Ay ışığının ağaca düşüşünü izlerken, sessizce çiçekle konuşur gibi yapardı. “Korkma,” derdi, sesi gece rüzgarına karışarak, “güzelliğin seni utandırmasın.”
Bu kadının yüzü, zamanın derin çizgileriyle doluydu, ama gözlerinde bir gençlik pırıltısı vardı. Çiçeğe baktığında, kendi gençliğinden bir parça buluyordu belki çünkü herkesin hayatında yalnızca bir kez yaşadığı bir gece vardır ve o gece, bir ömür boyu unutulmaz. Erik çiçeği bu sözleri duyar mıydı bilinmezdi. Ama kadın onun hikayesini asla kimseye anlatmadı. Çünkü bu sır, sadece ay ışığı ve erik çiçeği arasında kalmalıydı. Bu, kelimelerin yetemeyeceği kadar ince bir bağ, dokunulamayacak kadar kırılgan bir hikayeydi.
Ve böylece, her bahar aynı ritüel yaşandı. Erik çiçeği, ay ışığını bekledi, gördüğünde utandı, ama asla vazgeçmedi. Çünkü belki de güzellik dediğimiz şey, yalnızca saklandığında ve arandığında anlam kazanırdı. Ay ışığına aşık bir çiçek olmak, bu dünyada bir erik çiçeğine nasip olmuş en büyük kaderdi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.