Deniz ÖZTÜRK

Deniz ÖZTÜRK

Gün Doğmadan Köyü

Gün Doğmadan Köyü

Adını sabahın ilk ışıklarından önce başlayan sessizliğin içindeki derin huzurdan ve bu anların mistik atmosferinden almıştı. Bu köy, dağların eteklerine kurulu, bir tarafı çam ormanlarıyla çevrili, diğer tarafıysa uçsuz bucaksız bir ovaya açılan eşsiz bir doğa parçasının içinde saklıydı. Burada yaşayan insanlar, yüzyıllar boyunca doğayla iç içe bir hayat sürmüş, toprağın sunduğu bereketle yaşamlarını şekillendirmişti. Köyün geçmişi kadar gelenekleri de zengindi ve bu gelenekler, nesilden nesle aktarılarak bugünlere ulaşmıştı. Köyde yaşam, sabahın en karanlık anında başlardı. Güneş ufukta henüz belirginleşmeden, köy halkı uyanır ve günün sessizliğini dinlerdi. Bu, yalnızca bir alışkanlık değil, bir tür içsel yolculuktu. Her sabah, evlerin camlarından bakıldığında karanlıkla örtülü ovada süzülen sis görülür, rüzgârın taşlarla ve ağaçlarla olan dansı duyulurdu. Bu anlar, köy sakinleri için bir tür ruhsal arınma ve doğayla bütünleşme fırsatıydı. Özellikle köyün yaşlıları, bu saatlerin dualar ve dilekler için en kutsal zaman olduğunu söylerdi. Sabahın ilk anlarında edilen duaların ve yapılan çalışmaların günün bereketini artırdığına dair güçlü bir inanç vardı. Köyün geçmişine dair anlatılan bir efsane, buradaki yaşam tarzını daha da anlamlı kılıyordu. Yüzyıllar önce köyde yaşayan bir bilge, halkı doğanın ritmine uyum sağlamaya teşvik etmişti. Ona göre, doğanın döngüsüne kulak veren ve onunla uyum içinde yaşayan insanlar, hem ruhsal hem de maddi anlamda zenginleşirdi. Bu bilgenin öğütleri, köy halkının yaşam felsefesi haline gelmişti. Her sabah, köyün tarlalarında bir hareketlilik olur, insanlar tohumlarını toprağa erkenden emanet eder, meyve ağaçlarının dallarını nazikçe kontrol ederdi. Sanki her dokunuşta, toprakla bir diyalog kurulurdu. Bu köyde yetişen gençlerden biri olan Mehmet, büyüklerinin sabah ritüellerine duyduğu bağlılığı hep merak etmişti. Bu geleneklerin ardındaki sırrı anlamak için bir sabah erkenden kalkmaya karar verdi. Gecenin karanlığı henüz dağılmamışken, Mehmet tarlalara doğru yürüdü. Sislerin arasında ilerlerken bir figür fark etti. Bu, köyün en yaşlısı olan Hatice Nine’ydi. Yaşlı kadın, dizlerinin üzerine çökmüş, ellerini dikkatle toprağa sürüyordu. Mehmet, sessizce ona yaklaşarak ne yaptığını sordu. Hatice Nine, ellerini topraktan kaldırmadan, “Evlat, sabahın karanlığı umut taşır. Toprak, o umudu içine çeker ve bize hayat olarak geri verir. Ne kadar erken başlarsan, toprak da o kadar cömert olur” dedi. Bu sözler, Mehmet’in zihninde bir ışık yaktı. O günden sonra Mehmet, sabahın erken saatlerinde yapılan bu ritüellerin yalnızca bir gelenek değil, köyün varlığını sürdüren temel bir ilke olduğunu anladı. Sabahın bu sessiz anları, yalnızca kişisel huzur için değil, aynı zamanda köyün ortak refahı için de bir köprüydü. Köydeki dayanışma, insanların toprağa ve birbirine duyduğu sevgiyle güçleniyordu. Mehmet, bu geleneği ve ardındaki anlamı gelecek nesillere aktarmayı bir görev olarak gördü. Çünkü bu ritüeller yalnızca bir sabah alışkanlığı değil, köyün ruhunu besleyen bir yaşam felsefesiydi. Gün Doğmadan Köyü, yalnızca bir yerleşim yeri değildi. Burası, doğanın insanla konuştuğu, toprağın insan emeğine karşılık verdiği, geçmişten bugüne uzanan bir hikâyenin dokunduğu kutsal bir alandı. Burada zaman, gün doğmadan önceki o kısa anlarda duruyor gibiydi. Ve o anlar, köy sakinlerinin yalnızca geçmişle değil, aynı zamanda gelecekle de kurduğu bağın en güçlü olduğu anlardı. Bu köy, sabahın karanlığı içinde saklanan ışığın, yaşamın her anına nasıl dokunduğunu anlatan bir masal gibiydi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Deniz ÖZTÜRK Arşivi