Fahrettin Damga

Fahrettin Damga

Arap Baharı’nı kışa çevirme çalışmaları

Arap Baharı’nı kışa çevirme çalışmaları

Arap Baharı 17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta başladı. Hani önceki gün Cumhurbaşkanı Kays Said eliyle darbeye maruz kalan Tunus’ta.

Muhammed Buazizi adlı seyyar satıcının geçinemediğini ifade ederek kendini yakması, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu derinden etkileyecek bir halk ayaklanmasına dönüştü. Adına “Arap Baharı’’ dendi.

Halk demokrasi ve özgürlük istiyor, baskıcı rejimleri istemiyordu artık. Çok çekmişlerdi.

Tunus, Libya, Mısır ve Yemen halkın isteklerine direnemedi. Yönetimler değişti. Yönetimlerin değişmesi de özellikle batı güdümündeki körfezde kâbusların görülmesine sebep oldu.

Yükselen taleplerin kendi yönetimlerinin de sonunu getirebileceğini gördüklerinde bahar Suriye’ye ulaşmıştı. 15 Mart 2011’de Dera’da bir grup gencin protestosuyla başladı. Fakat bu kez beklenen olmadı. Beşar Esad halkın demokrasi taleplerine, çok ağır bir şekilde karşılık verdi. Arap Baharı’nı kışa çevirme operasyonu o gün başlamıştı. Yemen’e Suudi Arabistan müdahalesi baharı kışa çevirme operasyonunun bir başka cephesiydi.

Körfez yönetimleri paniğe kapılmıştı.

Arap Baharı’nı batının oyunu diye itibarsızlaştırmaya çalıştılar hep. Halkın taleplerini hep yok saydılar. Hakim oldukları ülkelerin tüm zenginliklerini bir taraftan bir avuç azınlık har vurup harman savururken diğer taraftan ABD ve Avrupa’ya taşıdılar.

İşte o ABD ve Batılı ülkelerin dillerinde hep demokrasi ve insan hakları olmasına rağmen tüm işlerini diktatörlükle yönetilen rejimlerle hallettiler. Halkın talepleri, ekonomik durumu, demokrasi, insan hakları hiç umurlarında olmadı.

Arap Baharı, işbirlikçileri olan yönetimleri için tehlike arz etmeye başladığı için alarm zillerini çaldılar. Ne yapıp edip durdurmaları lazımdı. Yoksa bölgedeki çıkarları tehlikeye girecekti. Öyle de yaptılar. İsrail dahil karşı gibi durdukları Esad’ı halkına karşı yaptığı katliamda desteklediler.

Esad’ın katliamlarına göstermelik açıklamalar dışında kimse sesini çıkarmadı. Tek bir ülke hariç. O da Türkiye. Türkiye en başından beri elini taşın altına koydu. Hem de her anlamda. Esad ilk başlarda Türkiye’nin tavsiyelerine uyup halkının taleplerine cevap vermeyi kabul etmişken bölgedeki çıkarları tehlikeye giren ve anlaştığı devletlerden aldığı destekle vazgeçti ve halkını katletme yolunu seçti.

Türkiye, Suriye’de 10 yılı aşkın süredir devam eden yangını söndürmek için elinden gelen her şeyi yaptı. Esad’a ve onunla anlaşıp bölge için plan yapanlara karşı durdu. Hem de tüm gücüyle. Tüm tehditleri umursamadan. Üstelik cezalandırmak için ülkede iç karışıklık ve darbe dahil yaptıkları tüm faaliyetleri bertaraf ederek.

Suriye fiili olarak ülke 3 parçaya bölünmüş durumda. Esad’ın kontrolünde olan bölge, Türkiye’nin yaptığı operasyonlarla yaşanabilir hale getirdiği ÖSO kontrolündeki bölge ve ABD’nin bir terör devleti kurmak için işgal ettirdiği bölge olmak üzere.

Batılı ülkeler bölgeden çekilirken sürekli müdahale edebilecekleri bir problemler yumağı bırakıp gitmişlerdi zaten. Ne ülkelerin sınırları doğaldı ne de yönetimler.

Irak’ta nüfusun çoğunluğu Şii iken yönetimi Sünnilere bırakmış, Suriye’de ise halkın çoğunluğu Sünni iken yönetim Nusayri azınlığın eline teslim edilmişti. Hakeza Bahreyn’de de Şii çoğunluğa Sünni yönetim vardı. Her daim kargaşa her daim yönetilebilir olmak demeti çünkü onlar için.

Türkiye’yi planlarına ortak edemeyen ve güneyinde kurmak istedikleri terör koridoruna razı edemeyen ABD ve ortaklarının Gezi Süreci’nden başlamak üzere bugüne kadar 15 Temmuz darbe ve işgal girişimi dahil yapmadıkları kalmadı.

Oysa aynı süreçte Suriye’de durdurdukları Arap Baharı’nı Mısır’da kışa çevirmenin ilk adımını attılar. Mısır’ın ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi’yi Türkiye’deki Gezi Süreci’yle eş zaman diliminde organize ettikleri olaylar sonunda Sisi eliyle kanlı askeri bir darbeyle 3 Temmuz 2013’te devirdiler.

Mısır yeniden diktatörlüğe teslim edildi. O demokrasi hayranı ABD, İsrail ve Batı pek bir memnun oldu durumdan. FETÖ lideri de darbeyi ve Sisi’yi selamladı.

 

Özellikle İsrail için Mursi’nin devrilmesi hayat memat meselesiydi. Zira Sisi gelir gelmez Gazze Şeridi’nden Mısır’a açılan kapıyı kapatıp İsrail ablukasına destek verdi. Bir anlamda görevini yerine getirdi.

Mısır, Müslüman Arap dünyası için belirleyici olan bir ülke. Orada yapılan operasyon tüm bölgeyi etkileyeceği için önemliydi ve başarılı oldu.

Türkiye ise saldırıyı püskürtmeyi başarmış, yönetim sözde birkaç ağaç bahanesiyle 29 Mayıs 2013’te başlatılan kalkışmayı bastırmıştı. Fakat durmadılar. Seçimler öncesi sonrası yapmadıkları kalmadı. Başaramadılar bugüne kadar.

Mücadele bugün de devam ediyor.

Müslüman coğrafyanın huzur bulmasını, özgürleşmesini istemiyorlar. Bunun için de kendilerine yakın yönetimleri iktidara getirmek için her yolu deniyorlar. Mısır’da başarılı olduktan sonra hedefleri Libya oldu.

Yıllarca CIA tarafından ABD’nin koynunda beslenen Hafter, Libya’da darbe yapmak için harekete geçti. Arkasına Mısır, BAE, Rusya ve Fransa’yı da aldı. Seçilmiş hükümete saldırdı. Az daha başarılı oluyordu. Ta ki Türkiye devreye girene kadar.

Türkiye, eski Türkiye değil artık. Bağımsız politika üretiyor ve bunu da dünyanın neresinde olursa olsun sahada uygulamaya koyuyor. Libya’da da tıpkı Suriye’deki gibi oldu. Oyunu değiştirdi Türkiye. Yine halkın ve demokrasinin yanında durdu. Onlara karşı yapılan saldırıyı göğüslemeleri için gereken yardımı yaptı. Yapmaya da devam ediyor.

 

Tunus’un seçilmiş Cumhurbaşkanı Kays Said, önceki gece yaptığı açıklamada seçilmiş Başbakan Hişam el-Meşişi ile Tunus Meclis Başkanı ve Nahda Hareketi Lideri Raşid el-Gannuşi'yi görevden aldığını ve halkı temsil eden parlamentonun çalışmalarını dondurduğunu, milletvekillerinin dokunulmazlıklarını askıya aldığını duyurdu.

Nahda Lideri Gannuşi olmak üzere çoğunluk bu yapılanın anayasaya aykırı ve bir darbe olduğunu ilan etti. Halkı darbeye karşı durmaya çağırdı. Halk sokaklara çağrılsa da bu çağrı cılız. Türk halkının 15 Temmuz’da darbe ve işgal girişimine karşı takındığı tavır halka örnek gösteriliyor.

Tunus’ta darbenin başarılı olup olmayacağı henüz belli değil. Eğer başarılı olursa 11 yıl sonra “Arap Baharı’’ başladığı topraklarda kışa çevrilmiş olacak.

Tunus Müslüman Arap coğrafyası için belirleyici bir ülke olmasa da sıkıntılarına rağmen demokrasi denemesi açısından iyi bir örnekti. Bu girişimle o iyi örnek de ortadan kaldırılmış oluyor.

Artık tek hedef kalıyor onlar için. O da Libya. Bugünden Libya’da yaşanabilecekleri tahmin etmek zor değil. Ona göre de tedbir almak lazım.

Türkiye’deki 15 Temmuz darbe ve işgal girişimi dahil yaşananlarda operasyonel olarak kullanılan bir ülke öne çıkıyor. O da Birleşik Arap Emirlikleri. Kendi gücünün üzerinde işler yapıyor. Dolayısıyla yaptıkları büyük olduğundan değil, Müslüman coğrafyada batının ve İsrail’in Truva atı olmasından geliyor gücü. Coğrafyamıza sızmak için kullandıkları üs BAE.

Planlarına karşı çıkan Erdoğan ve hükümetini devirmek için son ümitleri olan Sedat Peker’i ağırlayanın da BAE olduğunu tam burada not edelim.

BAE, Tunus’ta da Fransa ve Suudi Arabistan ve İsrail’le birlikte darbenin arkasında. Libya’da Hafter’e verdiği destek de malum.

O yüzden son mücadeleye hazır olmak lazım. O mücadelede tek başarı şansları bizi içeride meşgul ederek müdahalemizi engellemek.

Hazır mıyız?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fahrettin Damga Arşivi