İslam Medeniyetinde İnsan Tasavvuru
İslam medeniyetinde insan tasavvuru, yalnızca biyolojik bir varlık olarak insanı değil; onun ruh, akıl, irade, ahlak, sorumluluk ve emanet boyutlarıyla bütünsel olarak ele alır. Bu anlayış, hem Kur’an-ı Kerim’e hem de klasik İslam düşünürlerinin (Farabi, İbn Sina, Gazali, Mevlâna, İbn Arabi gibi) eserlerine dayanmaktadır. Bu tasavvur, Kur'an ve Sünnet ekseninde şekillenmiş, İslam düşünürleri, mutasavvıflar ve âlimler tarafından yorumlanarak evrensel bir insan modeli ortaya konmuştur.
Teolojik temelde insanın yaratılışı ve amacı yer almaktadır. Bu Ahsen-i Takvim (En Güzel Biçimde Yaratılış) Kur'an'da insanın "en güzel biçimde" (Tin Suresi, 95:4) yaratıldığı vurgulanır. Bu, insanın beden-ruh bütünlüğüne ve potansiyel mükemmelliğine işaret eder. İnsana Allah’ın ruhundan üflenmiştir (Sad, 38/72). Bu, insanın ilahi bir öz taşıdığına işaret eder. İnsan, yeryüzünde Allah'ın halifesi (Bakara, 2:30) olarak tayin edilmiştir. Bu rol, sorumluluk, adalet ve doğaya saygı gerektirir. İnsanın yaratılış amacı, Allah'a kulluk etmek (Zariyat, 51:56) ve O'nun iradesine uygun bir hayat sürmektir.
İslam filozofları (İbn Sina, Farabi), insanı akıl (nâtıka), nefs ve beden üçlüsüyle açıklar. Aklın ışığında nefsin terbiyesi, insanın kemâle ulaşmasının yoludur. İslam düşüncesinde insan, akleden, sorgulayan ve seçme özgürlüğü olan bir varlıktır. Aklı, sadece mantık yürütme aracı değil; aynı zamanda imanın temeli olarak da görülür.
Allah insanı Eşref-i Mahlûkat (En Şerefli Varlık) olarak yaratmıştır. İnsan, meleklerden üstün tutulur (İsra, 17:70), çünkü irade, özgürlük ve sınanma ile donatılmıştır. Ölüm ve ahiret bilinci ile yaşamak önemlidir. Dünya hayatı geçicidir; insanın asıl hedefi ebedi mutluluk (cennet) için çalışmaktır. Hayatını bu şekilde idame etmesi gereklidir.
İnsan adaletli olmalı ve ihsanlı (bir şeyi en güzel şekilde yapmak) davranmalıdır. İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak (Âl-i İmran, 3:104), toplumsal sorumluluğun bir parçasıdır. İnsan, birey olarak değil, ümmetin bir parçası olarak görülür. Dayanışma (tevhid) ve infak, toplumsal dengeyi sağlar. Bu durumu en güzel anlatan hadiste ise Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” Buhârî, işte bu sebeple ümmet bilinci önemlidir.
İnsan-ı kâmil, Allah'ın ahlakıyla ahlaklanan, nefsini arındırmış (tazkiye) ve hakikate ulaşmış bir kişi olarak ilahi aşk ile kibri yok ederek nihai hedefe ulaşmaktır. İslam medeniyetinde insan tasavvuru, yaratılıştan-ölüme, bireyden-topluma uzanan kapsayıcı bir vizyona sahiptir. İnsan, sadece dünyevi başarıya değil, ruhani kemâl ve toplumsal adalete odaklanan bir varlık olarak tanımlanır. Bu anlayış, modern dünyada anlam arayışı içindeki insana hâlâ rehberlik edebilecek derinliktedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.