BEN ÇEVRECİ DEĞİLİM?
Dünya çevre haftası geride kaldı. Nedense böyle –Dünya çevre günü, ormancılık günü, sulak alanlar günü, biyolojik çeşitlilik günü ve çölleşmeyle mücadele günü gibi- günlerde başta yöneticilerimiz olmak üzere pek çok resmi ve özel kişi, kurum ve kuruluş mensuplarını ile sivil toplum örgütlerinin çevrecilik damarı kabarır. Adeta etkinlik ve söylem yarışına girerler “ben daha çevreciyim, sen daha çevrecisin” diye.
Peşinen söyleyeyim: Ömrünün yarısından fazlasını hem resmi hem de gönüllü olarak çevre kurum ve kuruluşları çatısı altında geçiren ve hizmet veren biri olarak ilan ediyorum: BEN ÇEVRECİ DEĞİLİM.
Bu hayatta tek bir çevreci tanıdım o da: merhum Hayrettin Karaca. TEMA vakfının kurucu onursal başkanı namı değer TOPRAK DEDE, EROZYON DEDE, HAYRETTİN KARACA. Bugün çevrecilik konusunda öne çıkanlar, çevreciyim diye hava atanların hiç biri onun tırnağı olabilecek durumda değildir. O nedenle şimdi ben çevreciyim dersem rahmetlinin kemiklerini sızlatmış olurum.
Düşünebiliyor musunuz, Türkiye’nin ilk tekstil ihracatını gerçekleştiren sanayici iş adamı Hayrettin Karaca, altmışlı yaşlarda işini gücünü bırakıyor, Yalova’dan çıkıyor, dere tepe demeden ülkeyi geziyor ve en önemli çevre sorununun erozyon olduğu ve toprağın korunması yeşil alanların çoğaltılması amacıyla erozyonla mücadele edilmesi gerçeğini ülke gündemine taşımak amacıyla 70 (yetmiş) yaşına geldiğinde yol arkadaşı merhum Ali Nihat Gökyiğit’le birlikte kısa adı TEMA olan Türkiye Erozyonla Mücadele Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfını kuruyorlar. “TÜRKİYE ÇÖL OLMASIN” sloganı ile 1992 yılında bir avuç gönüllü ile çıkılan yolda milyonlara ulaşılıyor. Tüm yurtta teşkilatlanma sağlanıyor. Halen daha ülkemizin en güvenilen ve en saygın çevre örgütü TEMA değil mi?
TEMA Vakfının geleceğe bakışında yer alan “ülkenin ve dünyanın geleceğinde söz sahibi olan, gönüllü, bilinçli, öncü, uluslararası ve muteber bir Sivil Toplum Kuruluşu olmak” vizyonuna rahmetliler hayatta iken ulaşılıyor. Erozyonla mücadele milli bir seferberlik halinde devlet politikası haline geliyor ve Resmi ve özel kişi kurum ve kuruluşlar bu konuda adeta yarışırcasına hizmet veriyorlar. Bu yarışın başlangıç meşalesini yakan merhum Hayrettin KARACA ve merhum Ali Nihat GÖKYİĞİT nur içinde yatsınlar inşallah.
Birleşmiş Milletler çevre beratı ödülü alan Sayın Karaca, ben dâhil yüzbinlerce vatan evladının yetişmesinde emeği var. Toplumsal barışın topraktan geleceği gerçeğinden hareketle her türlü erozyonla mücadelenin milli bir görev olduğu bilinciyle ülkemizde kimsenin başaramayacağı bir seferberliğe imza attı. Bizler onun rahlesinden geçmiş gönüllüler olarak sadece vasiyetinin bekçileri olabiliriz, onu da becerebilirsek.
Hepimizin bildiği haliyle kırmızı süveteri delik deşik olmasına rağmen giymeye devam etti. Ayakkabısı da yamalıydı. Sökük paltosunu, pantolonunu, yakalarını ters yüz ettiği gömleklerini yıllarca kullandı. Karaca markasının sahibi olan Sayın Hayrettin Karaca: “Param var ama tüketmeye hakkım yok.” diyerek “Al tüket ve yok et!” diyen tüketim toplumuna açtığı savaşla gurur duyuyordu. Bizleri de buna teşvik etti.
Yaptığımız sohbetlerde; Dünya ikiye bölünmüş artık. Gözü açlar ve karnı açlar" en önemlisi de işte o gözü açları doyurmayacağız Dünyada tüm insanları doyuracak kadar yiyecek olduğunu ama gözü aç olanları doyuracak hiçbir şeyin olmadığını, diyen merhum Karaca ne kadar haklı!
Türkiye’de bir zamanlar fakirleri aç bırakmayan kültürün nasıl yok olduğunu hüzünlenerek anlattırdı. Ülkemizde yaşanan magazin (Televole) kültürünün karşısında birtakım değerlerin yok olduğunu, çocukluk günlerinin “komşuyu aç bırakmayan” “komşusu açken tok yatmayan” kültürünün yeniden dirilmesiyle, açlıkla savaşılabileceğini söylerdi. (Bu konu inancımızın da gereği değil mi?) Bizler bunu yapabilir miyiz?
Şimdi düşünün bakalım, bu kadar önemli bir örnek varken ben çevreciyim diyebilir miyim? Ben çevreciyim diyen kim varsa bu kadar inandığı gibi yaşayan biri olabilir mi?
Çevreciliğin ilk koşulu inandığın gibi yaşamak, bireysel alışkanlıklarımızı değiştirmek, tüketim alışkanlıklarını israf çılgınlığına çevirmemek. Bu dünyada yaşamak için tüm canlıların yaşamasına katkı sağlamaktır. Sürdürülebilir çevre, Sıfır atık, geri kazanım, bertaraf, yenilenebilir enerji, ağaçlandırma, iklime uyum, karbon ayak izi, su ayak izi gibi kelimeler çevreciliğin sadece bir türevi olabilir. Bu konularla uğraşanlar da kendilerini çevreci olarak tanımlamasınlar lütfen.
Sonuç olarak, Namık Ceyhan olarak ben de kalan ömrümüzde, rabbim izin verdiği ölçüde; TEMA Vakfından ayrılmış olsam da Merhum toprak dedemizin vasiyetine sahip çıkacak, onun vasiyetini vazifem olarak görecek, yeni başkanı olduğum SÜÇEV (Sürdürülebilir Çevre Derneği) çatısı altında TOPRAĞIMA, YAPRAĞIMA VE BAYRAĞIMA Sahip çıkmaya devam edeceğim, inşallah. Kalın sağlıcakla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.