Ömer KULEKAYA

Ömer KULEKAYA

AZERBAYCAN KARABAĞ-TÜRKİYE TARİHİ

AZERBAYCAN KARABAĞ-TÜRKİYE TARİHİ

Temelleri 16. yüzyıla dayanan Dağlık Karabağ bölgesindeki çatışmanın uzun ve karmaşık bir tarihî geçmişi vardır. 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu tarafından yönetilen Dağlık Karabağ, dönemsel olarak bölgede yükselen güçlerle doğru orantılı olarak Osmanlı, Pers, Rus gibi güçlü imparatorlukların büyük mücadelelerine sahne olmuştur. 1813 Gülistan, 1828 Türkmençay ve 1829 Edirne antlaşmalarıyla Rusların eline geçen bu bölge, Rusların etnik politikaları neticesinde demografik bir değişim ve dönüşüm süreci yaşayarak günümüze kadar gelmiştir. Günümüzde ise Rusların etnik temelli bu politikaları sonucu Dağlık Karabağ ve Revan bölgesi sistemli bir şekilde yoğun olarak Ermeni nüfusunun yaşadığı bir coğrafyaya dönüştürülmüştür. Bu demografik değişimin ise uzun vadede Rusların, İran ve Osmanlı sınırlarında kendi politikaları için kullanabileceği bir müttefik oluşturma politikasına dayandığını söylemek mümkündür.

Rusların bu politikası aynı zamanda Türkiye ile Azerbaycan Türkleri arasında Hristiyan bir set oluşturmayı da amaçlamaktadır. 19. yüzyılda bölgenin demografisinin değişmesi aynı zamanda bölgenin Rusya’nın politik çıkarları doğrultusunda şekillenmesine de neden olmuştur. Bu nedenle günümüzde hâlen Rusya güdümlü politikaların uygulanmakta olduğunu söylemek mümkündür. Ancak bu politikalar Rusya’nın yararına olmakla birlikte bölge ülkeleri açısından da birçok sorunun yaşanmasına neden olmaktadır. Bu sorunlar arasında yaşanan çatışmalar ve sivillerin hayatını kaybetmesi ilk sıralarda yer almaktadır. Bu çatışmaların bölge üzerinde sadece askerî değil ekonomik etkileri de bulunmaktadır. Sovyet sonrası dönemde zaten zor bir süreçten geçen Güney Kafkasya ülkelerinin gelirlerinin önemli bir kısmını silahlanma ve askerî konulardaki yatırımlara harcamaları bölgesel barış ve istikrarın önünde ciddi bir engel oluşturmaktadır. Bu kapsamda bölgede yaşanan çatışmalarla birlikte sıkça gündeme gelmeye başlayan Dağlık Karabağ işgalinin geçmişine bakılmadan bugününün anlaşılması mümkün değildir. Kafkasya bölgesinde yer alan Dağlık Karabağ’ın işgalinin tarihsel sürecine bakıldığında bu bölge gerek coğrafi gerekse stratejik açıdan önemli bir güzergâh olması nedeniyle hem bölgesel hem de küresel güçlerin daima dikkatini çekmiştir. Dağlık Karabağ tarihte olduğu gibi günümüzde de “büyük güçler” olarak adlandırılan devletlerin gündeminde yer alan bir mesele olmuştur. Bu açıdan konuya bakıldığında başta tarihî İpek Yolu ve Akdeniz olmak üzere Karadeniz ve Azak Denizi’nden geçen nakliye gemilerinin Volga üzerinden Hazar Denizi’ne, oradan da Türkistan ve Avrupa’ya ulaşması nedeniyle bölge devletleri ile büyük güçlerin bu coğrafyayı tarihten günümüze yakından takip ettikleri söylenebilir.

Kafkasya bölgesi sadece büyük devletler değil İran gibi bölge ülkeleri tarafından da yakından takip edilen bir coğrafyadır. Bu noktada Osmanlı, İran ve Rusya'nın birbirleriyle bu bölgede ciddi mücadeleler verdiği de bilinmektedir. Ancak Rusların 19. yüzyılda Kafkasya’yı ele geçirmesiyle birlikte bu bölgedeki halklar üzerindeki etkisi artarken İran için böyle bir etkiden bahsetmek mümkün değildir. Bu nedenle tarihsel süreçte başta İran ve Osmanlı olmak üzere birçok kesim tarafından Rusya’nın bu bölgede izlediği politikalar kaygıyla takip edilmiştir. Bu süreçte İran ve Osmanlı ile benzer şekilde İngiltere ve Fransa’nın da bölgeyi Rusların tamamen ele geçirmesinden rahatsız olduğunu ve Rusya’ya karşı Kafkasya konusunda zaman zaman Osmanlı ve İran’ı bir denge unsuru olarak değerlendiren ve destekleyen politikalar izlediklerini söylemek mümkündür. Konuya tarihsel açıdan bakıldığında eski dünya düzeninde Kafkasya bölgesi Rusya tarafından ele geçirildiği için Rusya’nın günümüzde de bu etkisini devam ettirmek istediğini söylemek mümkündür. Ancak günümüzde büyük güçlerin çıkarlarıyla Rusya Federasyonu’nun Kafkasya bölgesindeki çıkarlarının sıkça çatışmaya başladığı görülmektedir. Çıkar odaklı bu politikalar bölgesel sorunların çözümünden ziyade sorunların büyüyerek günümüze kadar devam etmesine neden olmuştur. Bölgede kalıcı bir barışın sağlanabilmesi için uluslararası hukuk kuralları bağlamında hareket edilmesi ve başta Dağlık Karabağ olmak üzere tüm sorunların çözümü için bu kuralların temel alınması gerekmektedir.

Günümüzde işgalin hâlâ devam etmesinin temelinde Hazar bölgesindeki petrolün ve bölgenin stratejik öneminin de etkili olduğunu söylemekte yarar vardır. Bu da bölgesel ve küresel güçlerin çıkar odaklı davranmalarına neden olmaktadır. Büyük güçlerin yanı sıra Ermeni diasporasının da bu konuya etkisi bulunmaktadır. Ermeni diasporasının, 1915’te gerçekleşen Ermeni göçü konusunda izlediği politikaya benzer şekilde Dağlık Karabağ işgali konusunda da Azerbaycan ve Türkiye karşıtı bir politika izleyerek Batılı devletleri etkilemeye ve Türkiye karşıtlığını yaymaya çalıştıkları görülmektedir. Batılı devletler de benzer şekilde 1915’teki Ermeni göçü konusunda gerek takındıkları tavırlarıyla gerekse de kabul etmiş oldukları parlamento kararlarıyla bu konulara nasıl siyasi ve çıkar odaklı bir pencereden baktıklarını defalarca ortaya koymuşlardır. Bu konuda İran ise gerek ülkesindeki Ermeni nüfusu gerekse Ermenistan ve Türkiye ile olan ilişkileri nedeniyle bir denge politikası izlemeyi tercih etmiştir.

İran’ın Güney Kafkasya bölgesinde izlediği politikalar konusunda ısrarcı olmasının iki önemli nedeni olabilir. Birincisi kuşkusuz İsrail ve ABD’nin de etkisiyle bölgede yaşanan çatışmaların kendi sınırlarına ve ülkesine yansıması ve ülkesindeki 35 milyon Azerbaycan Türkü’nü harekete geçirme ihtimalidir. Nitekim ABD-İsrail ikilisinin İran’a yönelik tutumları ister istemez İran’ı Ermenistan’ın yanında yer almaya itmektedir. İkincisi ise ilerleyen günlerde Kafkasya’da kurulacak olan müzakere masasına dâhil olma çabası olarak yorumlanabilir. Bilindiği üzere İran yönetimi açısından Dağlık Karabağ işgalinin hem jeopolitik hem de etnik boyutları vardır ve bu nedenle müzakere masasında yer almak istediği söylenebilir. Dağlık Karabağ işgalinin sonlandırılmasında ABD, AB ve Batılı devletlerin ortak bir yöntem konusunda anlaşma sağlamaları için masada mutlaka Türkiye’nin de yer alması gerekmektedir. Türkiye’nin bölgeyle olan tarihî bağları da bunu gerektirir. Türkiye’nin müzakere masasında yer almasının diğer uluslararası kuruluşların girişimlerinden çok daha fazla etkili olacağı da söylenebilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ömer KULEKAYA Arşivi