Prof.Dr. Kamil GÜNGÖR

Prof.Dr. Kamil GÜNGÖR

Küresel Batı (Ekonomi-2)

Küresel Batı (Ekonomi-2)

Küreselleşmenin hem mikro (kişi ve firma), hem de makro (ekonominin geneli) ekonomi üzerinde olumsuz etkileri bulunmaktadır. Küresel aktörlerle rekabet edemeyen yerel işletmelerin piyasadan çekilmek zorunda kalması ya da zayıflaması, doğal kaynak sahibi ülkelerin satın alma opsiyonu nedeniyle üretim potansiyellerinin yok olması, tabana yayılması gereken sermayenin küresel rekabetin olumsuz etkileri nedeniyle işçi sınıfına dönüşmesi, ülkeler arası ve ülke içi gelir dengesizliklerinin artması, şehirleşmenin meydana getirdiği (gettolaşma gibi) kültürel ve (trafik, su gibi) altyapı ve mafyalaşma gibi sorunları, tarımsal üretimde meydana gelen azalma, farklı türlerden çevre kirlilikleri… bu olumsuz etkiler arasındadır.

İletişim ve ulaşım imkânlarındaki gelişmeler küreselleşme üzerinde adeta çarpan etkisi meydana getirmiştir. Aslında bu cümlenin tersinden ifadesi insanlığın küresel değerler (!) karşısında teslim olduğudur. İnternetin ucuzlaması ve yaygınlaşması özellikle de finansal piyasaların gelişmesi üzerinde etkili olmuştur. Finansal piyasaları sıradan insanın anlayacağı şekliyle ifade edecek olursak; bu piyasada satışa konu olan şey mal ya da hizmet değil para ya da para ile temsil edilen bir değer (kıymetli evrak olarak nitelendirilen) hisse senedi gibi kâğıtlardır.

Doğal olarak da bu haliyle faizdir. Oysa paranın kendisi satışa konu olmaz. Para satılan şeye aracılık eder. Yani para kişinin mal ya da hizmet olarak ürettiği şeyi temsil eden bir değişim aracıdır. Ama o meş’um küresel değerler parayı da metalaştırmıştır. Duruma göre değer artışı-değer düşüşü ile bile te’dip etmek istediği ülkelere oturduğu yerden operasyon çekmektedir. 2018 sonrası Türkiye’ye çekilen operasyonu hatırlayın mesela… Bir takım ahmak güruh da o günlerde siyasi saiklerle ‘dıj güjler!’ diye kendisince dalgasını geçmişti.

Maalesef kurulan finansal ağın dışında kalarak ayakta kalmanız da mümkün gözükmüyor. Çin gibi bir dev bile ‘bir kuşak, bir yol’ projesiyle mücadelesini uzun vadeye yayarak ve güzergâhtaki ülkelerle işbirliği yaparak bu kuşatmayı aşmaya çalışmaktadır. Çin’in küreselleşme için bugün bir problem olduğu doğrudur. Ancak Çin bir o kadar da ‘küresel’ dünyanın parçasıdır. Zira bilindik yöntemlerin dışına çıkarak uyguladığı ekonomi politikaları ile dengeleri değiştirmiş, adeta dünyanın üretim üssü olmuştur. En büyük küresel ekonomik kurum olan Dünya Ticaret Örgütünün de üyesidir zaten… Kavga küreselleşmeye karşı değil, küreselleşmenin gücünden kimin daha fazla yararlanacağına ilişkindir.

Küresel sistemin başka sorunları da var elbette… Ukrayna’daki savaş küresel batı iledir mesela… Şeytanlaştırdığı ama nefes de aldırmadığı Kuzey Kore küresel batı için yakın bir tehdittir. Kırk yıldır uyguladıkları ağır ambargolara rağmen, İran’ı bir türlü dize getirememektedirler. En sonunda İsrail vasıtasıyla da saldırıya geçmişlerdir. Varlık içerisinde yokluk yaşayan Venezüella direnmektedir. (Not: Venezüella S. Arabistan’ın da önünde en büyük petrol rezervlerine sahip ülkedir ve Amerika’nın dibindedir). 15 Temmuz ile dize getirilmesi planlanan Türkiye ise Nietzsche'nin sözüne hayat verdi; "bizi öldürmeyen şey güçlendirir."

Küreselleşmede hâkim ekonomik düşünce neo-liberal iktisat politikalarıdır. Bu düşüncede devletin iktisadi rolü minimize edilmektedir. ‘Ortodoks politikalar’ da denir bu politikalara… Bu kavramın kulağınıza nereden aşina diye zihninizi bir yoklayın isterseniz… Bu politikalarla 80’li yıllardan itibaren devletlerin ekonomik rolü ortadan kaldırılırken; sermaye piyasalarının önü sonuna kadar açılmıştır. Bu durum devlet anlayışında yaşanan paradigma değişimini göstermektedir. Zira devletler ekonomik çıkarları gerektirdiğinde egemenliklerini kolaylıkla bir kenara koyabilmektedir.

Belki şaşıracaksınız ama Türkiye’nin Avrupa Birliğine girme çabası da aynı amaca matuftur: Ekonomik ve mali getiri karşılığı egemenliğin bir kısmından vazgeçmek… Nasıl oluyor diye merak ederseniz, çok kısacık açıklayalım: Avrupa Birliği uluslararası (international) değil, mevcut haliyle tek örnek olarak “uluslar üstü” (supra-national) bir kurumdur. Daha açık ifade etmek gerekirse; Türkiye kabul etmese de (üye olması halinde) AB kurumlarının aldığı kimi kararlara uymakla yükümlü olacaktır. (Not; şimdiden farklı olarak karar mekanizmasında da söz sahibi olacaktır).

1970’li yılların sonlarından itibaren başta ABD ve İngiltere olmak üzere pek çok ülkede neo-liberal yaklaşıma uygun olarak, devletlerin üretimci/yatırımcı olarak etkinlik alanı daralltılmıştır. 1980’de Başkan olan Reagan’ın (Reagonomics) ve aynı dönemlerde İngiltere’de Başbakan olan Thatcher’ın (Thatcherism) politikaları iktisat teorisine girecek kadar etkili olmuştur. Devletler piyasadan çekilince reel sektör (ticaret ve sanayi sektörü) küresel şirketlerin etki alanına açılmış, bu şekilde gelişmekte (!) olan ülkeleri açık pazar haline getirmiştir. Çünkü bu devletlerin küresel, yani çok uluslu şirketlerle rekabet edebilecek gücü yoktur.

Küreselleşme süreci yatırım rolünü piyasaya bıraksa da, kamu harcamalarında artma yaşanmaya devam etmiştir. Kamu harcamalarının yükselmesi vergi ile finanse edilemeyen kısım için borçlanma gereği ihtiyacı doğurmuştur. Böylece geçmişte olağanüstü kabul edilen borçlanma olağan kamu geliri haline dönüşmüştür. Borçlanmanın doğal sonucu olan faiz ise zaman içerisinde bu devletleri krize sürüklemiş ya da uluslararası yani küresel kurumlardan borçlanmaya zorlamıştır. Uluslararası borçlanma denince ilk akla gelen kurum da küreseldir: IMF… (devam edecek).

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof.Dr. Kamil GÜNGÖR Arşivi