Firar ya da kamufle
Çağların üzerinde dalgalanıp duran Türk kültürü öylesine değerli bir hazinedir ki yaşanmışlıkları kadar yaşanacak anların yol haritasını da sessizliği içerisinde barındırmakta sonra birden Ergenekon’dan çıkarıp masa üstüne bırakıvermektedir. “Gelin ve cenaze beklemez.” Yapılması gerekenin hangi şart ya da mazeret ile engellenemeyeceğini ortaya koyan bu deyiş aslında hayatın akışını da izah etmektedir.
Mübarek Kurban Bayramı idrak ettiğimiz günlerde online gazeteler bir vefat haberini paylaştı: “Öğretmenlikten emekli olan ve kayınpederinden kalan mirasın paylaşımında eşine haksızlık yapıldığı gerekçesiyle hukuk fakültesini kazanıp avukat olan, yaşlılığa bağlı sağlık sorunları sebebiyle yaşamını yitirdi. Kendisine gelen davalarda parayı önemsemeyen avukat, insanlara yardımcı olmayı birinci önceliği yapmıştı. Uzun süre eğitimci olarak görev yapan, beş yıl evvel 74 yaşında tamamladığı Hukuk tahsili sonrası avukatlık yaptığı dönemde de sevilen şahsın ölümü herkesi hüzne boğdu.” Ölüm her canlının doğal bir realitesidir. Buna mukabil her ölüm zamansız sayılmıştır.
Üççeyrek yüzyılı biraz aşan ömürde II. Dünya Savaşı, çok partili yaşama geçişi çocukluk sayarsak, 14 Mayıs 1950 Beyaz İhtilal ile birlikte gelen demokrat dönem, demokrasiye müdahaleler, geniş haklar getiren anayasanın ortam hazırladığı sosyalist, milli görüş, ülkücü düşüncelerin saha ve mecliste temsil edilme mücadelesi, Sovyetlerin yeryüzü cenneti masalı peşine düşenlere karşı hiçbir güvencesi olmadığı halde bedeni ve canı pahasına Türkiye’yi muhafaza etme muvaffakiyeti, toplumun üzerinden buldozer gibi geçip “bir ondan, bir ondan” yanıltmasıyla yurt içi ve yurt dışı dengeleri aleyhe bozanların açtığı yolda güzergah değiştirenler, güzergahı değişenler, Doğu Blokunun çökmesi üzerine açılan Türk Dünyası kapısını görmezlikten gelenler, başkalarının yolunu açanlar, “Adriyatikten Çin Seddine” deyiminin anlamını bilmediğinden hedefe dönüştüremeyenler, adım atıp da Postmodern postalların dümen suyundan ilerleyenler, ilerlediğini zannedenler, bin yıllık hayal alemine dalanlar, Tonyukuk Kitabelerindeki gibi “uykusu mızrak ile açılanlar” “Kurdun gölgesinde” sessizce ilerleyenler Doğu Akdeniz, Mavi Vatan, Kamu diplomasisiyle Afrika’ya, Ortadoğu’ya, Türkistan’a, Orta Avrupa’ya yaklaşımlar, onu durdurmaya çalışan yabancı işbirlikçilerle mücadeleler, kalkışma ve önlenmesi gibi uzatılması mümkün hususlarda rabıtanın kopukluğu tercihe bağlılık ya da hayatın akışına kamufle oluvermektir. Gündelik zafiyetlerden, hesapsızlıklardan, yorgunluklardan, karşılık bulamamaktan mı? Yoksa son derece bilinçli bir geri adımdan mı? Farklı kişiler bunlarda ayrı cevaplara gidebilirler ancak her türlü netice, tartışmalara kapı aralamaktadır. Akla; Değmiş miydi? Acaba? Kim bilebilir! Ölüm bilgiyi alıp götürmüştür demek geliyor ancak başka örneklemlerde onun da doğru olmadığını bir şekilde görüyoruz.
Rabıta eksikliği gerisini alıp götürmese bile unutturuyor. Hatırlanabilmesi için gönül yakınlığı onun için de gözlerden ırak olmamak gerekiyor. Gölgeye karışıp kurda uzanıyor. Ancak o yeri geldiğinde isimli ya da isimsiz Ergenekon çıkışı sağlıyor. Bazen bunun nasıl olduğunu bizzat yaşayanlar dahi anlayamıyor, çözemiyor.
Firari ya da kamufle bedenen mümkün olabilse dahi sağlıklı tohum hiçbir şekilde meydandan uzaklaşamıyor, kendine uygun ortamda hemencecik filiz veriyor sonrasında da daha başka faktörler gündeme geliyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.