Sima Güleser Polat

Sima Güleser Polat

Prangalarım Dijitalden...

Prangalarım Dijitalden...

Sanal dünyada hepimiz bir film karakteri gibi eğleşip duruyoruz. Geçtiğimiz hafta WhatsApp'ın şimdilik ertelenen handikabından bahsetmiştim, şimdi de kaldığım yerden şöyle bir uzanıvereceğim dijital esarete. Televizyon dünyasının silahşorları olarak son zamanlarda kendi aramızda da bir çok kez gündeme gelen, dijital yayınlar mı yoksa televizyon mu sorusunun cevapları üzerinde tartışıyoruz. Asıl soru aslında hangisinin geleceği olduğu noktasında.

Bu konuyla ilgili bizden önce düşünüp kafa yoran abiler olmuş tabi, en son rakamlar şöyle; Dijital platformda izlenme oranı geçen yıla göre yüzde 80 oranında yükseliş göstermiş, karantina döneminin de etkisiyle canlı videoların izlenmesi yüzde 250 oranında artış göstermiş. Bu sonuca baktığımda balon gibi geldi bana.  Zira yönelimin nedeni apaçık ortada; pandemi ve evde kalma süresinin uzunluğu. Diğer taraftan bakıldığında madem herkes evdeydi neden televizyon izleme seviyesi yükselmedi? Bence şunu söylemek bu noktada mümkün, televizyon yayınları da aslına bakarsak mecburi olarak sadece bu dönem için dijital platformdan çok beslendi; dizilerin önlem amaçlı durdurulmuş olması ya da ertelenmesi, yeni program formatlarının beklemeye alınması, iptal olması, program tekrarlarının olabildiğince sıkıcı boyuta gelmesi, dijital yayınların yükselmesinde payı büyük. Pandemi sürecine baktığımızda ise; dizilerle içselleşmiş, gülmüş ağlamış insanların birleştiği can ülkemin insanları pek de öyle dijital platformla uğraşacak halde değil. Uğraşmak diyorum çünkü videoların birbirinin aynısı olması, genellikle "geyik" diyeceğimiz sohbet benzeri reklam dayanaklı videolar bir süre sonra insanı boğabiliyor. Televizyonda hiç bir şey yapmazsan ajans izleyip bilgiyi alabiliyorsun. Reklam saati belli, keseceği yer belli. Dijital video sayfalarında samimiyetin  var olduğunu, televizyonda ise bir dayatmanın olduğunu söyleyenlerin aksine duruyorum; çünkü televizyonda da seçenek çok fazla, samimi ya da değil bu konu her iki taraf için de geçerli ama televizyondaki geleneksellik, dijital ortamın sloganı parmak arası terlikle ben samimi olurum savını yok eder, orada çizgiyi aşan bir durum var. İnsanoğlunun yaşayan bir organizma gibi tanımlamasını normalleştiren akıl dışı mücbir bir yaklaşım olarak geliyor bana. Bununla birlikte, kullanılan dil inanılmaz derecede rahatsız edebiliyor, belli bir kalıpta olalım demiyorum ama üslup her zaman saygı ve çizginin oluşmasını sağlıyor. Aşırı savunma göstermiş gibi gelebilirim size, ama belli kalıplara sığma ya da sığdırılma noktasından vereceğim bu örnek duruma nasıl baktığımı size gösterebilir. Dijital yayınlardaki kalıplaşma ve birbirinin aynı olan davranışlar, konuşma biçimler, sonradan geliştirilen dil bir kaç gün sonra içselleşmiş bir şekilde sirayetini bizden esirgemiyorsa eğer, asıl orada da var olan bir kalıplaşma, aynılaşma durumu vardır.

Konuşmalarımızın birinde, dijitalden yana dostlar da bir süre sonra hak verdi ki, öncesi olmayan bu sanal sürecin sonrasının da pek garantisi yok.  Öyle bir durum var ki, pek de temiz olmayan sözde arşivi, adamların tek tuşla silip, anlık heyecanları çöp yerine koyması an meselesi. Çabuk tüketen toplum olduk zaten, hızlı yemek yer gibi bir konuya o an hakim olup, hemencek  gülüp, duyarlılık gösteriyor yada öfkeleniyoruz. Televizyonda ağır işleyen bir süreç var. Bir sindirilmişlik söz konusu. Yeni kuşakların bu durumu sıkıcı bulması aslına bakarsak normal, o kadar hazır bilgi ile yetiştiler ki; bu bir suç değil, düzene bilinç dışı uyum sağlamak. Bazen aklım şaşıyor, sanal dünyanın repliklerini ezbere ve aynı tonda hep bir ağızdan söylediklerinde... (Yok yaşlanmadım, yaş aldım:) Elbette değişen dünyaya ayak uyduracağız, uyum sağlamak, sağlamcı yaklaşmak en mantıklısı gibi geliyor. Diğer yandan artık paralel giden de bir düzen var, bu ahengin bir parçası, Televizyon yayınlarının, sosyal mecralarda, dijital platformlarda yedek bulması güzel.  Çok değerli ve faydalı platformların asla hakkını yememek lazım, ziyadesiyle fazla emek harcanarak ortaya konulan doğru bilgiler, öğretiler de arada kaynamaya mahkum oluyorlar. Ne acıdır ki bunun seçiciliğini yapacak herhangi bir düzen henüz kurulmadı.

Öte yandan  dijital platformların yayıncılarının da daha oturmayan düzendeki şikayetleri, telif ve görünürlük kısıtlamaları gibi engeller, sadece asıl yayını yapanın kazandığı yüksek paralar ve onun benzeri olmaya çalışan taklit ek kanalların sözde mağduriyetleri kirlilikten başka bir sonuç çıkarmıyor. Anlık bilgi ihtiyacımı karşıladığım zamanlardaki reklam girişlerindeki zamansızlık ve düzensizlik,  çoğu zaman kaçıngan yaklaşımlara neden oluyor. BBN Haber Medya Grup Başkanı Uğur Özteke'nin her zaman savunduğu yazılı basının kalıcılığının ne kadar kutsal olduğu nasihatini de buraya iliştirmezsem olmaz.  Zira üstat her zaman, yazdığımızın çizdiğimizin bir yerlerde her zaman kalacak bir eser olduğunu söylüyor. Ne kadar da doğru, dijital platformda edilen bir sözün bir kaç kişinin isteğine kalmış olması, tüketimin anlık ve geçici seyreden bir durum olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bundan  on sene önce paylaşılan hiç bir bilginin herhangi bir arama motorunda olmaması, eskilere dair bir arşiv araştırması yapamadığımızda görüyoruz.  Televizyonda kalıcılığın en güzel örneği TRT Arşiv. Derya deniz, özlediklerimiz, bilgiler, yıl dönümleri, olaylar her şey görüntülü olarak elimizde. Yazılı basında da bunun çok önemli örnekleri var... Sahici haber verme özgürlüğünün yanında haber alma özgürlüğünün olması gerekeni tarihten geçiyor gerçeğini anlatıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sima Güleser Polat Arşivi