“BİZE NE OLDU? NEREYE GİDİYORUZ?”
Allah sonumuzu hayır ede inşallah. Evet dün mübarek bir gündü. Ama ben “görebiliyorsan, hissedebiliyorsan, yaşayabiliyorsan ve inanıyorsan her gün bizim için mübarektir” görüşündeyim. Bu yüzden de bu şehrin insanlarını Allah sizi inandırsın anlayamıyorum. Konya’dan başka bir şehre tayini çıkan bir bürokratımız oradan anlatıyordu, “Abi bizim şehirden (Konya’dan) perşembe ikindi saatlerinde başlayan mübarek gün mesajları cuma günü ikindi saatlerine kadar sürüyor. Ama Allah seni inandırsın bir yıldır buradayım. Konya dışından hiçbir yerden cuma mesajı gelmiyor. Abi senin her yerde tanıdığın var. Sana Ankara’dan İstanbul’dan, Bursa’dan Trabzon’dan cumanı tebrik eden mesajlar geliyor mu?” diye sormuştu.
Düşündüm Konya dışından bir elin parmakları kadar dahi olmayacak sayıda, beş bilemedin altı tane mesaj gelmişti o hafta.
Gerçekten merak ediyorum Cuma’nın sadece Cuma’nın mübarekliği konusunda bizim şehrimizin insanların farklı bir duyarlılığı mı var?
Haaaa bu duyarlılığı samimi olarak duyanlara da saygı duyuyorum.
Neyse bugünkü yazımızın konusu bu mesaj işi değil.
Günün mübarekliğinden istifa ederek kendi yazı konumuza başlayalım.
******
BİR İMAM ABİMİZİN
KIZININ BAŞINA GELENLER
Aslında imam dememeliyiz. Din görevlisi demeliyiz. Bizimki de çok kaba oldu değil mi?
Neyse yaşlılığımıza ve güne uyum sağlamakta zorlandığımıza verin bu durumu olmaz mı?
Çok sevdiğim samimiyetine yürekten inandığım takdir ettiğim, üstüne üstelik de sürekli olarak konuşmalarından teknolojiyi takip edişine kadar kendisini zamana göre yenileyen bir din görevlisi abim var. Dahası dostum var.
Dün sabah sosyal medyamızın özel kısmından yazışıyorduk.
Abimiz bu yazışmanın bir kısmında başından yeni geçen bir olayı şöyle aktardı;
“Yahu abim haberlere bakıyorum da dolandırıcılık ne kadar yaygın oldu.
Dün de kızımı arayıp benim numaramı istediler.
Bizim kızı arayanlar telefonla “polisiz” diyorlar. Bizimki böyle şeylere alışık. Değil. Profesyonelce korku veriyorlar. Bu arada haydi, hızlan çabuk ol diye telaşa sürüklüyorlar.
Bizim kız bana “polisler arıyor, nüfus cüzdanı kaybettin mi diye soruyorlar” deyince
ben de “yok” dedim, derken “şunları tanıyor musun?” diye ortak isimlerden imam ismi filan diye kem küm ederken “15 Temmuz’da bunlar kumpasçıydı. Sakın sizin bilgilere filan ulaşmasınlar” dediler.
Dedim ki “hele akıllı olun ben de Emniyet Müdürümüze ve polis dostlarıma gider ilgilenirim…” Tam ben böyle çıkışırken telefonu kapattılar.
Bize ne oldu abi nereye gidiyoruz?”dedikten sonra bizimle şu hikayeleri ya da yaşanmışlıkları, bilmediğimiz bilgileri paylaştı.
.......................
Fatih devrinin büyük âlimlerinden Şeyh Ebul Vefa Hazretlerinin oğlu, kötü bir alışkanlık edinmişti. Çivili bir sopa ile evlere su taşıyan sakaların su tulumlarını deliyordu. Sakalar, “Bir din büyüğünün oğludur.” diye bir müddet ses çıkarmadılar; fakat çocuk bu kötü huyundan vazgeçmeyince Ebul Vefa’ya çocuğunu şikâyet ettiler.
Şeyh, olanları duyunca hayretler içinde kaldı. Nasıl olur da bin bir özenle yetiştirilen, haram lokmadan uzak tutulan bir çocuk böyle bir edepsizliği yapardı?
Çocuklar neden yanlış yaparlardı?
Ebul Vefa, sakalara “Mesele anlaşılmıştır. Gereken yapılacak, sizin de zararınız ödenecektir.” dedi. Ebul Vefa, hatayı aramaya önce kendinden başladı.
“Acaba ben bu çocuğa yanlışlıkla haram yedirdim mi?” diye düşündü.
Bir şey bulamayınca hanımına sordu. “Sen bu çocuğa hamileyken veya süt verirken haram bir şey yedin mi, iyi düşün; yoksa oğlanın sonu kötü!” dedi. Hanımı düşündü, taşındı; nihayet bir olay hatırladı.
Çocuğa hamileyken bir komşu evinde bir tabaktaki portakalları görünce canı çekmiş; ama istemeye de utanmıştı. Ev sahibi odadan çıkınca yakasındaki iğneyi portakallara batırıp suyunu emerek içmişti.
Hanımı bunu anlatınca Şeyh Ebul Vefa, “Aman hatun, hemen o komşuya git, olanı biteni dosdoğru anlat ve ondan helallik dile!” dedi.
Kendi de sakaları çağırarak hepsinin parasını ödeyip haklarını helal etmelerini istedi.
Çocuğa da yaptığının yanlış bir şey olduğunu anlattı. Nihayet çocuk, bir daha çivili sopa ile su tulumlarını delmedi.
Dünya bir imtihandır. Yapılan yanlışın neticesi, şu veya bu şekilde karşımıza çıkmaktadır.
******
BİR KULUN ÇOCUĞU ÖLÜRSE.
Ebu Sinân anlatıyor: "Oğlum Sinan'ı defnettiğimde kabrin kenarında Ebu Talha el-Havlani oturuyordu. Defin işinden çıkınca bana: "Sana müjde vermeyeyim mi?'' dedi. Ben: "Tabii, söyle!'' dedim.
"Ebu Musa el-Eş'ari (radıyallahu anh) bana anlattı'' diye söze başlayıp Resulullah'ın şu sözlerini nakletti: "Bir kulun çocuğu ölürse, Allah meleklere şöyle söyler: "Kulumun çocuğunu kabzettiniz mi?", "Evet" derler.
"Yani kalbinin meyvesini elinden mi aldınız?'' Melekler yine "Evet" derler. Allah tekrar sorar: "Kulum bu esnâda ne dedi?''
"Sana hamdetti ve istircâda bulundu'' derler. Bunun üzerine Allah Teâlâ Hazretleri şöyle emreder: "Öyleyse, kulum için cennette bir köşk inşa edin ve bunu Beytu'l-hamd (hamd evi) diye isimlendirin.''
******
ÖLDÜKTEN SONRAKİ SESLER
• Ruh bedenden ayrıldıktan sonra ona gökten üç ses gelir;
“Ey insanoğlu!
Dünya mı seni bıraktı, sen mi dünyayı bıraktın?
Dünya mı seni topladı, sen mi dünyayı topladın?
Dünya mı seni öldürdü, sen mi dünyayı öldürdün?”
• Ölen kimse, yıkanacağı yere konduğu zaman da gökten üç ses gelir ki; onlar da sırası ile şöyledir:
“Ey insanoğlu!
Hani nerede güçlü bedenin, şimdi ne kadar da zayıfsın!
Hani nerede güzel konuşman, şimdi ne kadar da suskunsun!
Hani nerede duyan kulakların, şimdi ne kadar da sağırsın!
Bu ses, şu cümle ile bağlanır:
“Hani, seçkin dostların neredeler, ne kadar da yalnız kaldın!”
Ölen kimse, kefenlendiği zaman da yine gökten üç ses gelir ki onlar sırası ile şöyledir:
“Ey insanoğlu! Eğer Allah’ın rızasına sahip isen, ne mutlu sana. Eğer Allah’ın dargınlığını almışsan, vay haline!
Ey insanoğlu! Eğer yerin cennet ise, ne mutlu sana. Eğer yerin cehennem ise vay haline!
Ey insanoğlu! Uzun bir yolculuğa çıkıyorsun, azığın da yok. Evinden çıkıyorsun, bir daha da oraya dönmeyeceksin. Hem de sonsuza kadar. Dehşetlerle dolu bir eve gidiyorsun.”
Ölen kimsenin cenazesi taşınmaya alındığı zaman yine gökten üç ses gelir; bu sesler de sırası ile şöyledir:
“Ey insanoğlu!
Eğer amelin hayırsa, ne mutlu sana.
Eğer tövbekâr olmuşsan, ne mutlu sana.
Eğer Allah'a itaatkâr olmuşsan, ne mutlu sana.
Ölen kimse, cenaze namazı kılınacağı yere konduğu zaman da gökten üç ses gelir, o sesler de sırası ile şöyledir:
“Ey insanoğlu!
Şimdiye kadar işlediğin her işini, şu anda göreceksin. Eğer işlerin hayır ise, hayır göreceksin.
Eğer amelin şer ise, şer göreceksin.”
Ölen kimsenin cenazesi kabir ağzına konduğu zaman gökten üç ses daha gelir ki; bu sesler sırası ile şöyledir:
“Ey insanoğlu! Ömür boyu çalıştın, bu batak için ne hazırladın?
Zengin halinden, bu fakirlik gününe ne taşıdın? Bu karanlık yer için, nasıl bir aydınlık getirdin?”
Ölen kimse, kabrine konduktan sonra da yerden üç ses gelir; bu sesler de sırası ile şöyledir:
“Ey insanoğlu! Sırtımda iken gülüp oynuyordun; şimdi içimde ağlayacaksın.
Sırtımda iken sevinçli idin; şimdi içimde üzüleceksin.
Sırtımda iken konuşuyordun, şimdi suskun olacaksın.”
Ölen kimseyi insanlar kabrinde yalnız bırakıp gittikten sonra, Yüce Allah şöyle buyuracak:
“Ey kulum, şimdi tek başına yalnız kaldın. Herkes, seni bu kabir karanlığında bırakıp gitti. Hâlbuki sen onlar için bana karşı gelmiştin!
Bugün ben, sana öyle merhamet edeceğim ki, insanlar buna şaşıracaklar. Çünkü ben sana bir ananın çocuğuna olan şefkatinden daha şefkatliyim.”
Şefkatinden affından, merhametinden bizleri de nasiplendir ya rabbim...
...........
Pazartesi günü sağ, sağlıklı ve hür bir şekilde görüşmek ümidi ile hoşça kalın…
GÜNÜN OKKALI SÖZÜ
Meteoroloji dolu var diyor millet arabasını örtüyor. Allah (cc) ateş var diyor millet daha çok soyunuyor. Bu işte bir terslik var sanırım.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Riyakarlıktan yani iki yüzlülükten kurtulabildiğimiz zaman daha iyi ADAM oluruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.