Uğur Utkan

Uğur Utkan

Pakistan’ın Tarihî Kökleri ve Pakistan-Hindistan Savaşları

Pakistan’ın Tarihî Kökleri ve Pakistan-Hindistan Savaşları

Son günlerde (Nisan 2025), Hindistan ve Pakistan arasında bölünmüş olan tartışmalı Keşmir bölgesinde tırmanan gerilim sonucu Keşmir krizinin tarafları önce karşılıklı suçlamalarını şiddetlendirdi, şimdi de savaşın eşiğine geldi. Gerilimi tırmandıran hadiseyi hatırlayalım: 22 Nisan 2025 tarihinde, Hindistan’ın Keşmir bölgesindeki Pahalgam’da bir silahlı saldırı gerçekleşti. Bu saldırıda 26 turist hayatını kaybetti ve 17 kişi yaralandı. Saldırının ardından Hindistan, Pakistan’ı bu olayla bağlantılı olarak suçladı ve saldırının, Pakistan’dan gelen militanlar tarafından gerçekleştirildiğini öne sürdü. Taraf ülkelerden Hindistan’ın Perşembe günü bir su paylaşım anlaşmasını askıya alması ve Keşmir’de 26 kişinin ölümüne sebep olan bu saldırıyla ilgili olarak İslamabad yönetimini işaret etmesi tüm gözlerin Pakistan’a çevrilmesine sebep oldu. Elbette ki bu gündemin ışığında Pakistan’ın tarihî köklerini incelemeden geçmek doğru olmayacaktır. 15 Ağustos 1947 tarihinde kurulmuş genç bir ülke olmasına rağmen kökleri oldukça eskiye dayanan Pakistan’ın tarihine birlikte göz atalım:

Nüfusunun yüzde 95’ten fazlasının Müslüman olması vesilesiyle dünyada en çok Müslüman nüfusa sahip ikinci ülke konumundaki Pakistan, Hint Müslümanları tarafından, iki ulus teorisi temelinde oluşturulan bir devlet olarak kurulmuştur. İslami esaslar üzerine kurulan ilk modern ulus devlet olan Pakistan’ın hayat bulduğu topraklara İslam’ın gelişi Hicrî 92 senesine (Milâdî 711) kadar uzanmaktadır. Emevî Halifesi Velîd bin Abdülmelik döneminde doğu bölgelerinin fetihlerinden sorumlu Irak valisi olarak görev yapan Haccâc bin Yusuf’un Sind bölgesine gönderdiği yeğeni Muhammed bin Kâsım, kısa sürede burada arka arkaya yaptığı başarılı fetihlerle Sind beldelerini birer birer ele geçirmiş, buralara ciddi bir Müslüman nüfusu yerleştirerek bölgenin İslâmlaşmasına katkı sağlamıştır.

Ancak bu coğrafyada İslam’ın kitlesel anlamda yayılışı, 11. yüzyılda Gazneliler Devleti’nin kurulması ile başlamıştır. 1000-1027 yıllarında Pencap’a yaptığı 17 seferle İslamiyet’in yayılışına büyük bir ivme kazandıran Gazneli Mahmud döneminde, özellikle Sufi düşüncesine bağlı İslam bilginleri bölgede İslamiyet’in yayılmasında etkili olmuşlardır.

Gaznelilerden sonra Gurlu hükümdarı Gurlu Muhammed tarafından Hindistan’da Müslüman yönetiminin temelini atıldı. 1206’da Bahtiyar Halaci, Müslümanların Bengal’i fethine öncülük ederek İslam’ın en doğuya yayılmasını sağladı. Ghurid İmparatorluğu kısa süre sonra Memlük hanedanının kurucusu Kutbiddin Aybek tarafından yönetilen Delhi Sultanlığı’na dönüştü. Delhi Sultanlığı’nın kurulmasıyla İslam Hind Yarımadası’nın çoğu bölgesine yayıldı.

Hint Yarımadası’nda kurulan bir diğer İslam medeniyeti Babürlüler olmuştur. Orta Asya ve Afganistan bölgesinden gelerek Hindistan’ı kendisine anayurt yapmak isteyen Çağatay Türklerinden Bâbür Şah, büyük uğraşı ve başarısızlıklardan sonra burada kalmaya ve Bâbürlüler Devleti’ni (1526-1858) kurmaya muvaffak olmuştur. Bâbür Şah, hâkim olduğu yerlerde çok güçlü bir sistem kurmaya çalışmışsa da bölgenin özel yapısı sebebiyle bunda istediği başarıyı elde edememiştir. Oğlu Hümâyun’un zamanı da çalkantılarla geçmiştir. Ancak bu ikisinin ortaya koyduğu azim ve çaba meyvesini vermiş, üçüncü hükümdar Celâleddin Ekber Şah zamanında Hindistan’ın tamamı Türk hâkimiyetine girmiştir.

Babası Ekber Şâh’ın ölümüyle Hükümdarlığı üstlenen Şah Cihângîr, babası kadar güçlü ve yetkin olmamakla birlikte ülkenin üzerine oturduğu sistemin güçlü olması sebebiyle idarede ciddi sıkıntı yaşamadı. Ancak bu süreçte devlet artık gerilemeye başlamış, Evrengzîb Âlemgir dönemine kadar bunalımlı yıllar geçirilmiştir. Ancak Ekber Şah yıllarında olduğu gibi bu yıllarda da mimari faaliyetler bakımından oldukça zengin bir süreç yaşanmıştır. Özellikle bu süreçte inşa edilen Taç Mahal bu mimari faaliyetlerin zirve yaptığının en önemli delilidir. Şah Cihân’ın 1631 yılında çok sevdiği eşi Ercümend Bânû Mümtaz Mahal’i kaybedince onun hatırasına yaptırdığı Taç Mahal, tarihi önemi, mükemmelliği simgeleyen mimari yapısı, kültürel mirası ile dünyanın en güzel eserlerinden biri olmuştur. Ağra Kalesi’ndeki odasından merhum eşinin türbesini seyreden Şah Cihan’ın bedbinliğe varan hayatı Babürlü devleti için hiç de iyi neticeler vermemiştir. Ancak sonsuz sevgiyi ifade etmek üzere inşa edilen Taç Mahal onun belki tüm kusurlarını örtmeye yeter güzelliktedir.

Şah Cihân’ın hastalanmasıyla başlayan taht kavgalarının galibi Mümtaz Mahal’in oğlu Evrengzîb Âlemgir olmuştur. Büyük aşkın bereketi denilebilecek derecede samimi bir Müslüman ve ilim sahibi bir hükümdar olan Evrengzîb güçlü bir padişahlık dönemi geçirmiş ve devleti 48 yıl yönetmiştir. Onun usta yönetimi sayesinde devlet parçalanmaktan kurtarılmıştır. Evrengzîb’in vefatıyla başlayan taht kavgalarında oğlu Muazzam, Bahadır Şah adıyla hükümdarlığını ilan etmişse de bu tarihten sonra Babür Devleti, bünyesinde yaşanan taht kavgaları ve iç karışıklıklar sonucunda günden güne gücünü kaybetmiştir.

Hint yarımadasında Babür İmparatorluğu’nun giderek gücünü kaybetmesi sömürge devletlerin bölgeye yerleşmesine imkân sağladı. İlk olarak Portekizliler eski Hindistan’a gelerek buraları sömürmeye başladı. Portekizlerin ardından bölgeye gelen İngilizler yönetim boşluğundan yararlanarak 1757 yılından itibaren Hint Yarımadası’nda yavaş yavaş koloniler kurmaya başladı.

1858 yılında bölgenin kontrolünü tamamen eline geçiren İngilizler, kendi nüfuzları altında bir sömürge krallığı kurdu. Bu krallıkta yönetimin başında Hindu bir prens olsa da sahne arkasında İngiliz lordlar vardı ve ülke yönetimi onların elindeydi. Bu yeni krallıkta nüfusun yüzde 25’ini oluşturan Müslümanlar azınlıktaydı. Müslümanlar yönetimlerde ve sosyal hayatta adeta yok sayılıyordu. İşte bu nedenle Müslümanlar örgütlenmeye ve ayaklanmaya başladı.

Müslümanların liderlerinden olan Şir Seyid Ahmed Han 1906 yılında Tüm Hindistan Müslümanları adlı partiyi kurdu. Kısa zamanda Hindistan’da büyük bir güce kavuşan bu partinin liderliğine 1913 yılında Pakistan’ın kurucusu olarak tarihe geçecek olan Muhammed Ali Cinnah seçildi. Gandi’nin İngiliz emperyalizmine karşı başlattığı ayaklanmaya Müslümanlar da destek verdi. Ancak bu duruma rağmen Müslümanlar ve Hindular bir yol ayrımına girmişti. İngilizler’in bölgeden çekileceklerini ve yönetimi devredeceklerini açıklamasının ardından ülkedeki Müslümanlar kendi ülkelerini kurma fikrini daha çok benimsemeye başladı.

Nihayet 14 Ağustos 1947’de bağımsız Pakistan’ın kurulduğu Muhammed Ali Cinnah tarafından Karaçi şehrinde tüm dünyaya ilan edildi. 1956 yılında ise Pakistan’ın yönetim şekli cumhûriyet olmuştur.

PAKİSTAN-HİNDİSTAN GERİLİMLERİ

İngiltere’nin Hindistan’ı tam bir sömürge olarak idare etmesiyle beraber özellikle 18. yüzyıldan itibaren yerli halk tarafından İngiliz idaresine karşı birçok mücadele hareketi gerçekleştirilmiştir.

1. Dünya Savaşı sırasında İngiltere sadece Hint askerlerinden oluşan bir askeri kuvvet oluştururken bu kuvveti özellikle Orta Doğu’da kullanmıştı. Bu yüzden İngiltere 1919’da Hindistan’ın bazı eyaletlerindeki yetkilerini halk tarafından seçilen yerli Hintlere bırakmak durumunda kalmıştır. Fakat bu küçük taviz Hindistan halkını tatmin etmekten uzak kalmıştır. Buna ek olarak Hindistan’da Büyük Britanya’ya karşı bağımsızlık hareketi de genişlemişti. Bağımsızlık hareketinde Hinduların lideri Mahatma Gandi ve Kongre Partisi, Müslümanların lideri ise Muhammed Ali Cinnah ve Müslüman Ligi idi. Bu liderler İngiliz idaresine karşı uzun mücadele hareketine girişmiştir. İngiltere nihayet 1935’te, halk tarafından seçilmiş üyelerden meydana gelen eyalet meclisleri kurulmasını kabul etmiş ve 1937’de ilk seçimler yapılmıştır.

Asya’daki bütün sömürgelerinde olduğu gibi, II. Dünya Savaşı’nda Britanya Hindistanı da Hindistan Milli Ordusu adı ile bir kuvvetle Japonlara karşı savaşmıştır. Bunun sonucunda Büyük Britanya 1942’de Hindistan üzerindeki kontrolünü daha da gevşeterek, hükûmetin yerli halktan oluşması esasını getirmiştir. Sadece savunma ve dışişlerini kendi elinde tutmuştur. Aynı zamanda yaptığı bir açıklama ile de savaştan sonra Hindistan’a bağımsızlık vereceğini bildirmiştir.

Büyük Britanya’nın II. Dünya Savaşı sonrasında ekonomik ve askeri alanda zayıf duruma düşmesiyle birlikte Britanya Hindistanı’nın bölünmesine dair teoriler de ortaya atılmaya başlamıştı. Buna göre İngilizler bölgeden çekilecek, Britanya Hindistanı’nda Hindu nüfusun fazla olduğu bölgelerde Hindulara ait bir Hindistan devleti, Müslüman nüfusun fazla olduğu bölgelerde ise Müslümanlara ait bir Pakistan devleti kurulacaktı.

İngilizlerin bölgeden çekilme kararı almaları, bölgenin Hindu çoğunluklu Hindistan ve Müslüman çoğunluklu Pakistan olarak ikiye ayrılmasına sebep oldu. Bu bölünme, tarihin en büyük kitlesel göç hareketlerinden birine ve geniş çaplı şiddet olaylarına sahne olurken milyonlarca insan din temelinde yer değiştirmek zorunda kalmış, binlercesi hayatını kaybetmiştir. İşte bu travmatik başlangıç, iki ülke arasındaki güvensizliğin tohumlarını atan faktör olmuştur.

Bütün bunlar olurken 1947’deki bölünme sonrasında Müslümanlara ait olan Pakistan devletinin kurulmuş olmasına rağmen Müslümanların üçte biri hala Hindistan topraklarında kalıyordu.

Bölünmenin doğru yapılmaması sonucunda bölgedeki Hindular, Müslümanlar ve Sihler arasında gerçekleşen toplumlararası savaşlar milyonlarca can kaybıyla sonuçlandı.

Britanya Hindistanı’nın bölünmesine Keşmir, Cammu, Haydarabad gibi prenslikle yönetilen bağımsız bölgeler de dahil edilmişti ve bu bölgelerin hükümdarına topraklarını Hindistan veya Pakistan’a katma seçeneği verilmişti. Fakat bu bölgelerin bölümü henüz yapılmamıştı. Bunun üzerine Hindistan ve Pakistan bölgede hak iddia etmeye başladılar. Bir de üstüne üstlük halkın yüzde 80’i Müslüman olan Keşmir topraklarının Hindu yönetimine bırakılmasına karşı çıkan Müslüman köylülerin Hintli güvenlik güçlerine isyan etmesi ile günümüze kadar sürecek olan Keşmir sorunu başlamış oldu. Bu da Hindistan-Pakistan çatışmalarının ana kaynağı oldu.

Bu yüzden birbirine karşı tam dört kez savaşıp sayısız kez sınır çatışması yaşayan iki ülkenin arasındaki gerçekleşen bütün savaş ve çatışmaların ana kaynağını Keşmir Sorunu meydana getirmiştir.

Keşmir Pakistan için iki sebepten dolayı önemlidir. Birincisi; halkın yüzde 80’inin Müslüman olması, diğeri ise, Keşmir’den geçen İndus nehri ve kollarının Pakistan’ın hidroelektrik santrallerinin enerji ihtiyacını sağlamasıdır. Hindistan ise bu bölgeyi Pakistan’ın denetimine bırakarak avantajlı bir konum elde etmesini istememektedir.

Hindistan-Pakistan arasındaki sorunun temel nedeni Keşmir olmakla birlikte istisna olarak sadece 1971’de Keşmir’den dolayı kaynaklanmayan ve Keşmir meselesinden bağımsız gelişen bir gerilim yaşanmıştır. 1971 yılında Pakistan’ın doğusunda gerçekleşen ve Bengalce konuşan halkın Bangladeş adı altında “kendi kaderini tayin hakkı” kapsamında bağımsızlığıyla sonuçlanan silahlı çatışmalar yaşanmıştır. 1971’deki çatışmalar haricinde Keşmir dışı herhangi bir konudan dolayı gerginlik olmamıştır. İki ülke arasındaki tüm bu diplomatik anlaşmazlık durumlarından ötürü ilişkiler halen savaş ekseninde sürmektedir.

BM’in Hindistan ve Pakistan’daki Askeri Gözlemciler Grubu (UNMO-GIP) iki ülke arasındaki ateşkes hattını izlemeye başladı. Taraflar kontrol ettikleri bölgelerden çıkmamakla birlikte buradaki konumlarını güçlendirdiler. Keşmir’in beşte ikisi Hindistan, beşte üçü Pakistan tarafından kontrol edilmekle birlikte Pakistan, Çin’e Keşmir’den toprak verdi. Bugün Keşmir’in yüzde 43’ü Hindistan, yüzde 37’si Pakistan ve yüzde 20’si Çin tarafından kontrol edilmektedir.

PAKİSTAN-HİNDİSTAN SAVAŞLARI

1) BİRİNCİ HİNDİSTAN-PAKİSTAN SAVAŞI / BİRİNCİ KEŞMİR SAVAŞI (1947-1948)

İlk savaş Pakistan’ın bağımsızlığından hemen sonra, halkının Müslüman olması sebebiyle Keşmir’e asker sevk etmesi ve Keşmir Mihracesi ile Hindistan kuvvetlerinin karşı koyması ile başlamıştır.

Savaş öncesi, Pakistan, askerlerini sınır şehirleri olan Muzafferabad ve Domel civarında konuşlandırmıştı. 27 Ekim 1947’de taarruza geçen Pakistan güçleri müslüman aşiret güçlerinin de desteğiyle kısa sürede sınırı aşarak Muzafferabad ve Dolmen’i ele geçirerek Keşmir Vadisi’ne kadar ilerlediler. Bunun üzerine Keşmir mihracesi Keşmir’i Hindistan’a ilhak ettiğini ilan etti. Bu sırada Pakistan kuvvetleri Poonch Vadisi’ne kadar ilerlemişlerdi.

Keşmir’in Hindistan’a katılımından sonra Keşmir’e asker takviye ederek havadan ve karadan saldırı başlatan Hint kuvvetleri Müslüman aşiretleri mağlup ettiler. Outflanking savaş taktiği uygulayan Hint kuvvetleri önce Baramulla daha sonra da Uri şehrini geri aldı.

Bu sırada aşiret güçleri Poonch Vadisi’nde Hint kuvvetlerini kuşatmaya devam ediyorlardı.

Gilgit’te Pakistan milis güçleri ile Müslüman aşiret güçleri birleştiler ve Keşmir’in kuzeyini ele geçirdiler. Daha sonra Çitral şehrinin mihracesi de Pakistan kuvvetlerine katıldı.

18 Kasım günü Hint kuvvetleri aşiret güçlerini takip etmeyi bırakmış ve Uri-Baramula şehirlerini geri almıştı. Poonch Vadisi’indeki kuşatmayı kaldırmak ve yardım göndermek isteyen Hindistan güneye asker takviyesine başlamıştı. Poonch’a gönderilen Hint kuvvetleri Poonch’a ulaştılar ancak kuşatmayı kaldıramadılar. Koti’ye gönderilen Hint kuvvetleri de başarılı olamadılar. 25 Kasım günü Müslüman aşiret güçleri Mirpur’u ele geçirdiler.

Mirpur’u ele geçiren aşiret güçleri daha sonra Jhanger’e saldırdılar ve burayı ele geçirdiler. Aşiret güçleri daha sonra defalarca Naoshera ve Uri’ye ele geçirmeye çalıştılar ancak başarılı olamadılar. Bu sırada güneyde küçük bir Hint kuvveti Champ’a saldırdı. Bu savaştan sonra Hint kuvvetleri toparlandılar ve karşı saldırıya geçtiler.

7 Şubat günü iyice toparlanmış olan Hint güçleri Jhanger ve Rajauri’yi ele geçirmek için karşı saldırıya geçtiler. Bu sırada Pakistan tarafında bir yandan aşiret güçleri Uri’yi tekrar ele geçirmek için saldırılara devam ediyor, diğer yandan milis güçleri Skardu’yu kuşatıyorlardı.

1 Mayıs’a gelindiğinde Hint kuvvetleri Jhanger’e giderek daha düzenli saldırılar düzenlemeye başlamışlardı. Keşmir Vadisi’ndeki Tithwail’e saldıran Hint kuvvetleri burayı ele geçirdiler. Pakistan milis güçleri ise bir yandan Hindistan’ın asker sevkiyatı için önemli bir yere sahip olan Kargil’i ele geçirdiler ve Skardu’nun Hindistan ile olan bağlantısını kestiler, diğer yandan ise Himalaya Dağlarını aşarak kuşatma altındaki Leh’e askeri yardımda bulundular.

Hintler Keran ve Gurais’i ele geçirmek için Keşmir Vadisi’nin kuzeyine saldırılara devam ettiler ve Tithwail’i geri almak için saldıran Pakistan güçlerini geri püskürttüler. Hint kuvvetleri bu sırada Poonch’u tekrar kuşattılar. Hindistan’a bağlı Keşmir eyalet ordusu Skardu’yu geri aldılar ve Pakistan milis güçlerinin Leh’e doğru ilerlemesini engellediler. Ağustos ayına gelindiğinde Pakistan güçleri Skardu’yu tekrar kuşattı ve tekrar ele geçirdi. Bu olay Pakistan kuvvetlerinin Ladakh içlerine ilerlemesini kolaylaştırdı.

1 Kasım günü Hint tugayı sürpriz bir saldırı düzenleyerek aşiret güçleri ve Pakistan güçlerini geri çekilmeye zorladı. Saldırı sonucunda Pakistan kuvvetleri Skardu’nun kuzeyine çekilmek zorunda kaldılar.

Bizon operasyonundaki başarının ardından savaşta dengeler değişti ve Hint kuvvetleri bütün cephelerde üstünlüğü ele geçirdi. Bir yıllık kuşatmanın sonunda Hint kuvvetleri Poonch’u ele geçirdiler. Himalaya dağlarına ilerleyen Hint kuvvetleri sonunda Pakistan’a bağlı milis güçlerini mağlup etmeyi başardılar. Kuzeye ilerleyen Hint kuvvetleri Dras’ı geri aldılar.

Savaş devam ederken Hindistan başbakanı Jawaharlal Nehru BM’den Keşmir’e müdahale etmesini istedi. Birleşmiş Milletler araya girdi ve Keşmir’de plebisit yapılarak halkın oyuna başvurulması şartı ile, bir ateşkes sağladı. Savaşın başında üstün durumda olan ancak daha sonra üstünlüğü kaybeden Pakistan bu çatışmada Keşmir’in ancak küçük bir kısmını ele geçirebilmiş, büyük kısım Hindistan’da kalmıştı. Bu sebeple, Hindistan bugüne kadar elinde tuttuğu Keşmir topraklarında plebisite yanaşmamıştır. Fakat Keşmir meselesi de Pakistan-Hindistan münasebetlerinde bir çıbanbaşı olarak devam edecekti. Bu iki ülkenin takip ettikleri dış politikaları da bunları birbirinden uzaklaştırdı. Hindistan başlangıçtan itibaren tarafsızlık veya bağlantısızlık veya bloksuzluk politikasına bağlandığı gibi, Kongre Partisinin sosyalist muhtevalı bir programa sahip olması Hindistan’ı Sovyet Rusya’ya yaklaştırmıştır. Ayrıca, bu yaklaşmada, Sovyet Rusya’dan duyulan çekingenlik ve bu süper devletle herhangi bir çatışmaya girme endişesi de, rol oynamıştır.

Buna mukabil Pakistan Çin ve ABD ile ilişkilerini geliştirme yoluna gitmiş, 1950’li yıllarda Çin’le stratejik ortaklık kurarak, ABD’den de askeri yardım alarak Sovyetlerle yakınlaşan Hindistan’a karşı denge oluşturmaya çalışmıştır.

1955 Eylül ayında Pakistan’ın Bağdat Paktı’na üye olmasıyla, Hindistan ile Pakistan’ın yolları iyice ayrılıyordu. Ayrıca, bu gelişmeden sonra Sovyetler, gerek Keşmir meselesinde, gerek Pakistan’la olan diğer çeşit anlaşmazlıklarda daima Hindistan’ı destekleyecekti. 1955’te Kruşçev şöyle diyordu: “Keşmir meselesi zaten Keşmir halkı tarafından çözümlenmiştir. Keşmir halkı kendisini Hindistan Cumhuriyetinin ayrılmaz bir parçası olarak telakki ediyor. Sovyet hükûmeti Keşmir meselesinde Hindistan’ın politikasını desteklemektedir”.

Pakistan, 1960’larda yaşanan Çin-Hindistan çatışmasından ve bu çatışmada Hindistan’ın yenilmesinden yararlanarak Keşmir meselesini de halletmek istedi. Bu amaçla 1962 Aralık ayı sonundan 1963 Mayıs ortalarına kadar, iki taraf arasında karşılıklı ziyaretler yapıldı. Fakat bu ziyaret ve müzakerelerden hiçbir netice çıkmadı.

1963 yılı Çin-Pakistan münasebetlerinin gelişmesi bakımından çok verimli oldu. O kadar ki, Çin Başbakanı Chou Enlai 1964 Şubatında Pakistan’ı ziyaret ettiğinde, ilk defa Keşmir meselesinde açık ve kesin olarak Pakistan’ı destekledi ve Keşmir’de plebisit yapılmasını istedi. Hindistan’ın buna cevabı ise, 1964 yılı Aralık ayında, Keşmir’i Hindistan’ın ayrılmaz bir parçası ilan etmek oldu.

2) İKİNCİ HİNDİSTAN-PAKİSTAN SAVAŞI / İKİNCİ KEŞMİR SAVAŞI (1965)

1965 yılında Ağustos ayından eylül ayına kadar 17 gün 5 hafta süren bu savaş Pakistan askerlerinin Cebelitarık Operasyonu ile Hindistan yönetimindeki Cammu ve Keşmir topraklarına asker göndererek ayaklanma başlatmasıyla başlamıştır. Bu savaşlar sonucunda her iki taraf da birbirine karşı üstünlük sağlayamamış, üstelik her iki taraf da çok ağır zayiat vermiş ve binlerce can kaybı meydana gelmişti. Ayrıca bu savaşta dünya II. Dünya Savaşı’ndan bu yana zırhlı araç ve tanklarla yapılan en büyük savaşa şahit olmuştur. Savaşın sonlarına doğru her iki taraf küçük zaferler hariç bir başarı elde edememiş ve savaş bir çıkmaza dönüşmüştür. Savaş Sovyetler Birliği ve ABD’nin araya girmesiyle Taşkent Deklarasyonu’nun imzalanmasıyla sona ermiştir.

3) ÜÇÜNCÜ HİNDİSTAN-PAKİSTAN SAVAŞI / BANGLADEŞ KURTULUŞ SAVAŞI

Bu savaşın sebebi Keşmir olmasa da savaşın altında Hindistan ve Pakistan’ın Keşmir yüzünden anlaşmazlık halinde olmaları yatmıştır. 1947’deki bağımsızlığın ardından nüfusunun çoğunluğunun Müslüman olması nedeniyle Bangladeş bölgesi Doğu Pakistan adıyla Pakistan’a bağlanmıştı. Asıl Pakistan ise Batı Pakistan adıyla anılıyordu. Hindistan’ın elinde kalan topraklar bu iki Pakistan’ı birbirinden ayırıyor ve bağlantıyı kesiyordu. Ayrıca Doğu Pakistan’ın elinde kalan topraklar İngilizlerin sömürge döneminde özellikle ihmal ettiği topraklardı. Bu yüzden geri kalan Doğu Pakistan İslamabad tarafından sömürüldüğünü ileri sürüyordu. Ayrıca iki bölge halkı da Müslüman olmasına rağmen çok farklı kültürlere sahipti. Savaşın hemen öncesinde Doğu Pakistan’da siyasi hoşnutsuzluk giderek artmış ve kültürel milliyetçilik hareketleri son derece sertleşmişti. Bu ve benzeri problemler 1971’de Doğu Pakistan’da büyük bir isyana sebep oldu. İsyanı bastırmak isteyen Pakistan bölgede askerî operasyonlara başladı ve bu operasyonlar sonucunda yaklaşık 10 milyon Bangladeşli Hindistan topraklarına sığındı. Bangladeşlilerin ülkesine sığınmasını bahane eden Hindistan, Doğu Pakistan’ın yanında savaşa girdi. Savaş boyut değiştirerek Hindistan ile Pakistan arasında sınır çatışmalarına dönüştü. Pakistan uçaklarının Batı Hindistan’ı bombalaması üzerine çatışma açık savaş haline geldi ve Hindistan ordusu Doğu Pakistan’a girdi. İki haftalık yoğun mücadele sonucunda Doğu Pakistan’daki Pakistan kuvvetleri Hint kuvvetleri karşısında fazla dayanamadı ve 90,000’den fazla Pakistanlı asker ve sivil teslim oldu. Pakistan birliklerinin Hindistan kuvvetlerine teslim olduğu 15 Aralık 1971 günü Bangladeş’in kuruluşu resmen ilan edildi. Bu savaş Hindistan-Pakistan Savaşları içinde en çok kayıp verilen savaştır. Bu savaş sonucunda iki ülke arasındaki gerilim had safhaya ulaştı ve iki ülke arasında büyük bir düşmanlık başladı.

4) DÖRDÜNCÜ HİNDİSTAN-PAKİSTAN SAVAŞI / KARGİL SAVAŞI (1999)

1999 yılında Mayıs ayından Ağustos ayına kadar Hindistan ve Pakistan arasında yaşanan çatışmalardır. Savaşın nedeni, Pakistan askerî güçleri ile Keşmirli militanların, iki ülke arasındaki fiili sınırı oluşturan LOC’un Hindistan tarafına girmesiydi. Savaş sonuçsuz olarak bitmiştir ve uluslararası baskılar neticesiyle Pakistan Kargil bölgesini boşaltmıştır.

KAYNAKLAR

Yurdusev, A. N. (1997). Avrupa Kimliğinin Oluşumu ve Türk Kimliği. (Derleyen: Atila Eralp). Türkiye ve Avrupa: Batılılaşma, Kalkınma, Demokrasi İçinde. Ankara: İmge Kitabevi.

Kurubaş, E. (2006). Asimilasyondan Tanınmaya: Uluslararası Alanda Azınlıkların Korunması ve Avrupa Yaklaşımı. Ankara: Asil Yayıncılık.

Ortaçağda İslam Siyaset Düşüncesi – Erwin I. J. Rosenthal

Kişmir, Aykut, Pakistan Tarihinde Türkler, Demavend, İstanbul, 2019

Hindistan Tarihi – Yusuf Hikmet Bayur

Kurubaş, E. (2008). Etnik Sorunlar: Ulus-Devlet ve Etnik Gruplar Arasındaki Varoluşsal İlişki. Doğu Batı, 0(44), 11-31.

Yurdusev, A. N. (2012). Ulus-Devlet: İnsanlığın En Tehlikeli İcadı. (Derleyen: Tayyar Arı). Uluslararası İlişkilerde Post Modern Analizler-1, Kimlik, Kültür, Güvenlik ve Dış Politika İçinde. Bursa: MKM Yayıncılık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Uğur Utkan Arşivi