İklim Değişikliği ve Paris Anlaşması
Dünyanın rakımı sıfır olmakla birlikte, “Büyük Sıfırlama, Great Reset veya Global Reset” için iklim değişikliği bir araç olmasın…
Atmosfer ve atmosferde yaşanan olaylar yeryüzünde yaşanan Nuh Tufanı gibi, yaşanması muhtemel bir hava tufanının da habercisi olabilir mi?
Yer sistemi içinde temel elemanlar olarak hava, su toprak ve bunların karşılıklı etkileşimi ile ortaya çıkan süreç aynı zamanda yeryüzündeki yaşam döngü sisteminin temel dinamosunu oluşturmaktadır. Fiziki coğrafyanın alt dallarından biri olan, klimatolojinin de konusu olan İklim; yeryüzünün şekillenmesinde, canlı hayatının varlığı ve dağılışında ve aynı zamanda insanın yerleşiminden ekonomik faaliyetlerine kadar her alanda hatta kaderinde bile etkili bir doğal faktör olarak karşımızda durmaktadır. İklimi ve bugün en çok konuşulan konulardan biri olan iklim değişikliğini anlamak oldukça önem arz etmektedir.
İklim değişikliği, "nedeni ne olursa olsun, iklimin ortalama durumunda ya da değişkenliğinde ani değişiklikler değil, daha uzun süre boyunca gerçekleşen, gözlem yapılması zor olan, kalıcı değişiklikler" biçiminde tanımlanmaktadır.
395-453 yılları arasında yaşayan, Avrupa'da “Allah’ın Kırbacı'' olarak anılan, tarihte papaya diz çöktüren tek hükümdar olan, Avrupa Hun İmparatorluğunun hükümdarı Atilla’yı bulunduğu coğrafyadan çıkarıp, Avrupa’ya dünyayı dar eden seferleri yapmaya zorlayan en büyük etkenlerden biride iklim değişikliğidir desek yanılmış olmayız.
Bu örneği neden verdik diye bir soru akla gelebilir. Tarihte iklim değişiklikleri geçmişte olduğu gibi sosyal, kültürel, ekonomik, siyasal, coğrafik vb. bir çok alanda etkileri olduğu gibi, gelecekte de olması kaçınılmazdır. Burada dikkat edilmesi gereken birinci konu; müzik değişince dansından değişeceği gerçeğinden hareketle, iklim değişince de değişimlerin ve meydana getireceği etkilerin kaçınılmaz olacağıdır. İkinci konu ise iklim değişikliğini öne sürüp, iklimi değiştiren güneş rüzgârları yerine, Covid 19’da olduğu gibi “korku rüzgarları” estirip toplumları ve insanlığı manüple edip, dijital çağda Trans /post hümanizme kapı açılmasına ve istedikleri iklimin(!) yeryüzünde oluşmasını isteyen küresel şirketlere (Global Resetçilere) ve bunların etki ettikleri karar alıcı mekanizmalara karşı uyanık olmaktır.
Günümüzde önlem almazsak dünyamız yok olacak korkusunu yayıp, küresel ısınmanın nedenini insan faaliyetlerine, büyük baş hayvanların çıkardığı metan gazına dahi bağlayıp, hatta yapay et üretiminin önünü açmak, sentetik gıdalarla beslenme alışkanlıklarını değiştirmeye çalışan, iklimi bahane edip cinsiyetsiz toplumdan tutun, büyük sıfırlanmaya doğru yol almamızı öneren dünya şirketlerin desteklediği kuruluşların oluşturmaya çalıştıkları ikliminde farkında olmak zorundayız.
Yeryüzünde iklim değişikliğinden daha çok insan odaklı siyaset/ yönetim değişikliğine ihtiyaç vardır. Yeryüzünü imar ve inşa etme bilinci kazandırılmadan, bu dünyaya geliş sorumluluğunu bilmeden, bu dünyada bir misafir olduğunu unutan, yüklendiği emanet şuuruyla hareket etmeyen insanlığın ve toplumların iklim başta olmak üzere yaşayacağı musibetler kaçınılmaz olacaktır.
Bütün bunlarla birlikte yaşanan bir gerçekte var ki; insanlığın dünyayı kendini yenileme hızından daha çok kirlettiği gerçeği…
Geçtiğimiz günlerde Paris Anlaşması onaylanarak meclisimizden geçti.
Paris Anlaşması, iklim krizinin önüne geçmek amacıyla 197 ülkenin ortak hareket etmeleri gerektiğini kabul ettikleri uluslararası bir anlaşmadır. İklim krizinin önüne geçmek için küresel ortalama yüzey sıcaklığındaki artışı 2 derece ile sınırlandırmak, mümkünse 1,5 derecenin altında tutmayı amaçlar. Şimdiye kadar 197 ülke anlaşmayı imzaladı, 191’i onaylamıştı. Onaylamayan altı ülke arasında Eritre, Libya, Irak, İran, Yemen ile birlikte Türkiye de vardı. Anlaşmanın onaylanmasıyla 192. onay veren ülke olmakla birlikte, artık anlaşmayı onaylamayan tek OECD ve G20 üyesi olan ülke olarak adlandırılmayacağız. Burada sevindirici olan nokta Türkiye’nin gelişmiş ülke olarak değil,
2Gelişmekte olan ülke” olarak imza atmış olması. Bu nokta Türkiye için yükümlülükleri açısından oldukça önemli bir konu.
Ülkemizin en fazla sera gazı emisyonuna neden olan ülkeler arasında 16. sırada olduğu, küresel sera gazı emisyonlarının % 1’inden sorumlu tutulduğu söyleniyor. Dünyada iklim krizini tek başına durdurabilecek bir ülke yok, bu yüzden de herkesin sorumluluğu oranında çözüme katkıda bulunması gerekiyor.
Dünya değişiyor. Dijitalleşme hız kaybetmeden ilerliyor. Enerji kullanım politikaları güncelleniyor ve buda beraberinde ülkeler için değişimi zorunlu kılıyor.
Türkiye bu anlaşmaya niye imza attı? diye bir soru akla gelebilir.
İklim değişikliği konusunda önemli adımları ve 2030-2050 hedeflerine yönelik sunduğu yol haritasıyla “AB, Avrupa Yeşil Mutabakatı” 2020 yılı verilerine göre ihracatımızın % 41’lik kısmının bu ülkelere yapıldığı gerçeğiyle ele alındığında ülkemize etkisi bakımından oldukça önemlidir. Atılan bu imza beraberinde getireceği yükümlülüklere rağmen yukarıda belirtilen gerçeklerden ötürü göz ardı edilemeyecek bir durumdur.
İklim değişikliğine yol açtığı söylenen karbondioksit emisyonları özellikle enerji sektöründe fosil yakıtların yakılmasıyla ortaya çıkıyor. Bu fosil yakıtları daha az kullanan akıllı sistemlerin iklim değişikliğinin önüne geçebileceği söylenmekte. Bu durum dijitalleşmeyi zorunlu kılıyor. Aynı zamanda sanayi ve üretim sektöründe enerji kullanım alışkanlıklarımızda değişikliği ve tüketim anlayışımızda farklılaşmayı da beraberinde getirecektir.
İşin ucunda sadece fosil yakıt tüketimi/ sera gazlarını azaltacak bir anlayış yok. Dünyada yenilenemeyen bir çok madde ve bunların aşırı tüketimi de var. Dünyada en çok kullanılan ürünlerden cep telefonu ve otomobil üzerinden bir örnek verelim:
Akıllı telefon üretiminde kırktan fazla metal çeşidi kullanılmaktadır. ABD’de yıllık 130 milyon civarında hurdaya çıkan toplam telefonların ağırlığı yaklaşık 14.000 tona karşılık geliyor. Bu da 2100 ton bakır, 46 ton gümüş, 3,9 ton altın,2 ton paladyum ve 40 kg platin demek…
Ortalama bir otomobil için 1428 kg metale ve bunun karşılığı olarak 5080 kg madene ihtiyaç duyulmaktadır.
Sonuç olarak, dijital çağda konforun, teknolojinin, yeniliklerin sürdürülebilirliğini arttırmak adına kaynakların adil kullanımı, bilinçli tüketimi ve israftan kaçınmanın önemi her geçen gün daha da artmakta.
Alman deyişine göre: “Kötü hava diye bir şey yoktur, sadece havaya uygun olmayan kıyafet vardır.”
Yapılan Paris anlaşmasının, süresi dolan Kyoto protokolünden ne kadar etkili olacağı, ülkelerin bu anlaşmaya ne kadar sadık kalacakları, küresel ısınma ve iklim değişiklikleriyle ilgili karşıt görüşlerin, yapılan açıklamaların haklılık payını, varsa saklanan gerçeklerin ortaya çıkmasını zaman hepimize gösterecek, iklime uygun kıyafeti olanlar varlığını sürdürecektir…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.