Sakladıkları gerçekler, sığındıkları ve vazgeçemedikleri bir kale ‘’İslamofobi’’
Geçtiğimiz hafta içerisinde(15 Mart 2022) Türkiye ve Pakistan'ın İslam İşbirliği Teşkilatı adına sunduğu tasarı, BM Genel Kurulunda kabul edilerek 15 Mart, BM Genel Kurulu tarafından ''Uluslararası İslamofobi ile Mücadele Günü'' ilan edildi.
Kararda, insan hakları ile farklı din ve inançlara saygıya dayalı, küresel diyaloğu teşvik eden uluslararası çabaların güçlendirilmesine vurgu yapıldığı, ayrıca, İslam dinine ait tüm ibadet yerlerine ve dini inançları nedeniyle kişilere yönelik her türlü şiddet ve saldırı olayının kınandığı yönündeki haberleri de basından takip edenler olmuştur. İslam adına oluşturulan/oluşturulacak ön yargılar ve nefret söylemleri ile yapılan İslam düşmanlığının gelinen noktada dünya için gerçek bir tehdit olarak görülmesi adına atılmış önemli bir adım olduğu söylenebilir.
İslam toplumlarının çoğunda, özellikle endüstri 4,0, toplum 5,0 dönemleri de dâhil görülen askeri, ekonomik, bilimsel ve teknolojik alanlarda Batı ile kıyaslanamayacak şekilde geri kalmış durumlarına rağmen son derece güçlü(!) batı medeniyetinin İslam korkusu geliştirmesi her zaman kafalarda soru işareti oluşturmuştur.
İslamofobi yakın zamanda oluşturulmuş bir kavram olmakla birlikte bilinçli şekilde yapılan İslamofobik tutumların geçmişinin İslam dinin başlangıcına kadar gittiğini kabul etmek zorundayız.
Modern çağda kitlelerin bir takım siyasi, askeri, ekonomik ve dini çıkarlar doğrultusunda sosyal medya, politikacılar ve din adamları kullanılarak yönlendirilmekte olduğunu, hedef kitleleri istenilen doğrultuda etkilemek adına her türlü platformu çekinmeden kullandıklarını görebiliyoruz.
Geçmişten günümüze İslam adına sosyal medyada ve değişik platformlarda sunulan kasıtlı bilgiden, yanlış bilinç, oluşan yanlış bilinçten de linç durumları oluşabilmiş, karşımıza mantığa dayanmayan fabrikasyon İslamofobi gibi bir tanımda çıkarılmıştır.
Fobi sözlükte belli bir nesnenin, durumun veya etkinliğin meydana getirdiği ve kişinin kendisi tarafından da yersiz veya aşırı kabul edilen akıldışı, yoğun, inatçı bir korku şeklinde tanımlanabilmektedir.
Oluşturulan/oluşturulmak istenen bu korkunun temel nedenleri İslam’ı doğru ve yeterli düzeyde bilinmemesi, Müslüman toplumlar üzerinden olumsuz İslam algısı oluşturulması, değişik kanallarla insanlarda İslam aleyhinde klasik ve sosyal şartlandırma yapılmasıdır.
Bu konuda tespitler yapmaktan öte, bizlere de düşen sorumluluklarımız olduğunu bilmeliyiz.
Zihinleri değiştirmeyi başaranlar, tarihin akışını da değiştirirler…
Köklerinden sökülmüş insanların, değerlerin sınırsızca çarpıştığı modern zamanlarda toplumda bir kaos oluşmaması, bir girdabın içine düşmemesi ve gereksiz psikolojik korkular ve fobiler oluşmaması için de, yaşadığımız dinin mensupları olarak ta bu konuda dikkatli olmak, yaşantımıza ve söylemlerimize dikkat ederek, ayrıştırıcı söylemlerden ve paylaşımlardan uzak durmamız gerektiğinin de farkında olmak zorundayız.
Değerlerimizi canlı tutmak, bedeni, aklı ve ruhu doğru beslemekle işe başlayıp, tebliğ vazifesinde olacaksak temsil gücümüzü de dikkate almak önceliklerimiz arasında olmalıdır.
Sözde gelişmiş batı toplumları geçmişte olduğu gibi İslam’ın aksine şahsiyet olmayı değil, bireyciliği ön plana çıkarmıştır. Rönesans’tan itibaren bu durumu açık bir şekilde görebilmekteyiz.
İngiliz Oyun Yazarı Şair Christopher Marlow’un Dr. Faust adlı eserinden bir sahne:
‘’İnsanoğlu!
Güçlü beyninle sen bir Tanrı ol!
Her bir şeyin sahibi ve efendisi ol!’’
Yukarıda verilen öğütler, ,Antik çağın Grek Sofistlerinin: ‘’İnsan her şeyin merkezi ve ölçüsüdür’’ sözlerinden çokta farklı değildir. İki görüşte bireyciliği ön plana çıkarıyor. Hayatın anlamını yok sayarak her şeyin mubah olduğu bir yaşamı sunma gayretinde olan bu toplumlar, İslamofobik tutumlar sergilemekten de geri kalmamışlardır.
18. yüzyıla kadar dünya üzerinde toplumsal düzenlerdeki kırılmaların günümüz dünyasına göre yavaş seyrettiği bilinen bir gerçek.
18. yy'dan günümüze kadar gelinen bu süreçte, tanımı farklı çağrışımlara yol açsa da yapılan "toplum mühendisliği" çalışmalarının ana hedefindeki tasarlanan dünyada bazı ortak hedefleri görmek gerekir.
Peki, Ne yapılmış?/ Ne yapılıyor?/ Ne yapılmaya çalışılıyor?
Sorularına muhatap olduğumuzda nelerle karşılaştık/karşılaşıyoruz?
_İnsanların sosyal dünyanın gerçeklerinden koparıp, evirilmeye çalışıldığı yönü anlayamayan,
_Parçalanıp, birbirinden koparılarak bireyselleştirilmeye çalışılan,
_Kendi toplumuna ve değerlerine yabancılaştırılan,
-Bilinçleri her dönem değişik kanallarla tahrip edilen,(Günümüzde İnternet ve dijital bağımlılık)
-Akletme yeteneğini kaybetmiş,
_Kendisini üretimden çok tüketime endekslemiş,
_Midesinin esiri, haz odaklı,
_Sürü psikolojisiyle hareket eden insanların olduğu bir dünya tasarlandığı gerçekleri...
Bütün bu projeleri tasarladıktan sonra hayata hâkim kılmak için gördükleri en büyük engel nedir/Ne olmuştur/Ne olacaktır?
Cevabımız: Hayata ve topluma hâkim olmuş, kaynağından kopmamış/koparılmamış
"İslam Gerçeği"
İslamofobinin çaresi amaçlarımız, değerlerimiz ve ebedi yol gösterici ilkelerimizde gizlidir. İslam’ın her çağa özgü vahyi bir mesaj vardır.Ekonomi-siyaset-kültür ve birçok sosyal alanda;
‘’Tek sahip kim? Tek hükmeden kim? Tek bilen kim? ‘’
Belirtilen Sorulara verilecek cevabımız varsa ve bunu güçlü mazimizle tekrar hayata geçirecek sağlam bir inanca sahipsek, umutsuzluğu iman problemi gören bir anlayışla insanlığa yeniden umut olmak, İslamofobi dâhil her türlü fobiyi ortadan kaldırmak adına bireyciliği bir kenara bırakıp şahsiyet olmayı başarmak zorundayız.
Bütün bunlara ilave olarak, Cemil Meriç’in bir tespitini de aklımızdan çıkarmamamız gerekir.
‘’Bütün Kur’an'ları yaksak,
Bütün camileri yıksak Avrupalının gözünde Osmanlıyız;
Osmanlı, yani İslâm. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın!
Avrupa maddeciliğine rağmen Hristiyan’dır;
Sağcısıyla, solcusuyla Hristiyan.
Hristiyan için tek düşman biziz:
Haçlı ordularını bozgundan bozguna uğratan korkunç ve esrarlı kuvvet. ‘’
(C. Meriç, Umrandan Uygarlığa, 1.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.