KONYA HABER
Konya
Hafif yağmur
14°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,4391 %-0.01
49,0365 %0.23
9.097,70 % 0,22
Ara

Faiz Lobisi

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Faiz Lobisi

Faiz ekonomik anlamda mal ya da hizmet üretimine dayalı olma şartı aranmadan elde edilen fondur. Bir başka açıdan ele alınacak olursa faiz paranın para ile satışıdır. Aradan geçen zaman için ödenen fazlalık olarak da ifade edilebilir. Bu şekliyle ele alındığında ‘zahmetsiz’ ve ‘emeksiz’ ve de ‘yüksek’ olan bir getiridir. Günümüzde ekonomiler genel olarak kapitalizme dayalı olduğundan da faizli ‘sermaye’ bu ekonomiye fon sağlamaktadır. Faizle çalışan kurumlar, yani (konvansiyonel) bankalar kendi başına bırakıldığında yol açacağı felaketler bilindiğinden de devletlerin sıkı denetimi altındadır.

Ekonomik gelişmişlik bakımından devletler genellikle üç kategoriye ayrılır; gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkeler ve az gelişmiş ülkeler… Gelişmiş ülkeler kişi başına milli gelirin yüksek ve gelir dağılımının dengeli olduğu, sadece fiziksel değil beşeri altyapının da güçlü olduğu toplumlardır. Bu devletlerin belirgin bir sermaye sorunu yoktur. Hatta ellerindeki finansal sermayenin fazlalığı faizi kendi ülkelerinde kimi zaman negatife taşır. Bir başka açıdan bakıldığında ise ellerindeki finansal sermaye aynı zamanda bu ülkelerin gelir kaynağıdır. Çünkü bu fazla fonlar özellikle fon açığı olan ülkelere yüksek reel faizle borç olarak verilir. Zira henüz fiziksel ve finansal altyapısı yeterince güçlenmemiş bu ülkelerde iç tasarruflar yatırım için gerekli olan sermayeyi karşılamada yetersiz kalmaktadır.

Düşük gelişmişlik seviyesindeki ülkelerde kalkınma faaliyetleri de aynı şekilde düşük olduğundan faiz lobisinin radarındaki ülkeler daha çok ‘gelişmekte olan’ kategorisindeki devletlerdedir. Amaç elbette bu ülkelerin gelişmesine katkı sağlamak değildir. Hatta bu ülkelerdeki her türden istikrarsızlığın devamı için çaba sarf ederler. Zira ekonomik, siyasi ya da toplumsal istikrarın sağlanması bahsedilen türden yüksek ve tatlı karların sonlanması anlamına gelmektedir.

Bu çevreler esasen global olup, her bir ülkede iç uzantıları vardır. Sözgelimi 28 Şubat müdahalesi bu türden nedenlere dayalı idi. Zira dönemin başbakanı (Rahmetli Erbakan) havuz sistemi ile devlet bankasından düşük faizle (% 20-30) alınıp yine devlete yüksek faizle (% 140-150) borç verilen musluklarını kapatmıştı. Buradan ortaya çıkan gelirin halka inmesi ise bir sonraki, bir sonraki seçimler bakımından durumun halk nezdinde kabulünü de sağlayacaktı. Bu yüzden kısa yoldan işi halletmek gerekiyordu ve öyle de oldu. Nitekim 28 Şubat sonrası kurulan hükümetlerin bankacılık sistemini esnetmesi ve denetimleri gevşetmesiyle mantar gibi türeyen özel bankalar 2001 krizine neden oldu. Bu kriz Türkiye’nin en büyük iç krizi idi ve düzinelerce bankanın borcu devlet, dolayısıyla toplum üzerine kaldı.

Faiz lobisi üretim yapmadan kazanç sağladığından böyle bir yapı ‘rant ekonomisi’ olarak isimlendirilmektedir. Zamanla kısır döngü halini alan durum genellikle ekonomik-finansal krizle neticelenmektedir. Ekonomik kriz ise bir maliyet olup, bu maliyetle ilgili olmayan kesimlerin üzerine yüklenmektedir. Türkiye bu durumu 1990’larda yaşamış, yüksek faiz 1994 (5 Nisan) ve 2001 krizlerine neden olmuştur. Sermaye sahibi ülkelerin oluşturdukları sistem vasıtasıyla borçlandırılan ‘gelişmekte olan’ ülkeler bu borcu faiziyle birlikte ödemek zorunda olduğundan, milletin dişinden-tırnağından artırarak ödediği vergiler bu ülkeler ya da uluslararası finansal kuruluşlara tatlı karlar olarak aktarılmaktadır. Öyle ki; 2001 yılında ödenen faiz toplanan vergilerden bile fazla idi (% 103).

Kimi zaman bütün bunlar bile yeterli gelmemektedir. Bu durumlarda global tefeciler (IMF gibi) devreye girmekte, verilen borç ödeninceye kadar ülkenin bağımsızlığı adeta askıya alınmaktadır. Zira IMF ilgili ülkeye temsilci atamakta, temsilci de borç takibi adı altında hükümetlere IMF adına şartlar ileri sürmektedir.

Bu aslında devletin vazgeçilmezi olan egemenliği örseleyen bir tür kapitülasyondur. Zira yüz yılın ilk çeyreğinde, görünürdeki ve deşifre olan kapitülasyonlar yeni kurulan dünya sistemine uygun olanları ile değiştirilmiştir. Türkiye uzun yıllar bunların gereğini sessizce yerine getirdi. Ödeyemediğinde ise IMF gibi global tefeciler devreye girdi ve borç adeta katmerlendi. Sonuçta on yılda bir yapılan darbeler gibi 7-8 yılda bir ekonomik krizler sıradan hale geldi.

Türkiye'de uzun yıllar uygulanan yüksek reel faiz uluslararası finansal sermayenin iştahını kabarttı. Uzun uğraşlardan sonra, sermaye çevrelerinin bütün ayak diremelerine rağmen Türkiye IMF ile ilişkisini 2013 yılında bitirdi. Faiz lobisi bu karara sesini çıkaramadı ama elindeki opsiyonları da kullanmaktan geri kalmadı. Uzunca bir süre beklemelerine ve alternatif çözümlere zorlamalarına rağmen başarılı olamayan faiz lobisi işi 15 Temmuza kadar götürdü. Her nasıl 28 Şubat esasen ekonomik gerekçelere dayanıyorsa 15 Temmuz da geniş çerçeveli bakıldığında böyledir. Hani bir söz vardır ya; banka soymak acemi işidir, gerçek soyguncular banka kurarlar diye; işte öyle… 15 Temmuzun iç işbirlikçileri banka soyguncuları… Global oyuncular ise her zaman suyun başında…

Faiz lobisi gelişmekte olarak kategorize ettiği ülkelerin gelişmesini hiçbir zaman istemediğinden, öldürdüğü kişinin cenaze namazına katılan mafya lideri misali kurtarmaya (!) da kendisi gelmektedir. Birçok zaman da ilgili ülkenin eli mahkûm oluyor bu duruma… Nihayetinde söz konusu krediler vasıtasıyla devletler uzun yıllar faize mahkûm edilip egemenlikleri örselenmektedir. Bu yeni bir müstemleke, yeni bir kapitülasyondur. Tarafların bundan memnuniyeti de sonucu değiştirmemektedir. Zira bloke edilen şey kişiler bakımından özgürlük devletler bakımından ise egemenliktir.

Biz bunu geçmişte de yaşadık maalesef… Osmanlı Devleti’nin 1853-1856 Kırım Savaşı esnasında aldığı borç 1881 yılında kurulan Duyun-u Umumiye İdaresi ile yarı sömürge haline gelmiştir. Bu süreçte Osmanlıya sürekli borç veren yabancıların kontrolündeki Galata Bankerleri için de zemin oluşmuştur. Galata Bankerleri o günkü faiz lobisi idi ve bu bankerler 1453’ten önce Bizans’ın çöküşünde de rol oynamıştı. Nitekim bu borç Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sırasında Lozan’da önemli başlıklardan birisi olmuş, Türkiye üzerine düşen borcu taksitlendirmek suretiyle ödemiştir ki bu borç toplam borcun % 65’i idi ve son taksit 1954 yılında, yani tam yüz yıl sonra ödenmiştir.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *