Yapay Zekâ Çağında Gazetecilik: Algoritmalar, İktidar ve Hakikatin Erozyonu
Yapay zekâ, çağımızın en güçlü teknolojik anlatılarından biri olarak gazeteciliği yalnızca dönüştürmekle kalmıyor; onun epistemolojik (bilgiyle ilgilenen bir felsefe dalıdır) ve etik temellerini de kökten sarsıyor. Haber üretiminin algoritmalara devredildiği bu yeni dönemde tartışılması gereken mesele, teknolojik ilerlemenin kendisi değil; bu ilerlemenin kimin yararına, hangi iktidar ilişkileri içinde ve ne tür bir hakikat anlayışıyla işlediğidir.
Bugün birçok uluslararası medya kuruluşu, otomatik metin üretimi ve veri gazeteciliği için yapay zekâ destekli sistemler kullanıyor. Reuters, Associated Press ve Bloomberg gibi ajanslar finans, spor ve seçim verilerini algoritmalar aracılığıyla haberleştiriyor. Yüzeyde bakıldığında bu durum, tarafsız ve nesnel bir gazetecilik vaadi sunuyor gibi görünse de akademik literatür bize algoritmaların “tarafsız” olmadığını açıkça gösteriyor. Yapay zekâ sistemleri, onları tasarlayanların ideolojik ön kabulleri, veri setlerinin sınırlılıkları ve şirketlerin ticari çıkarları doğrultusunda şekilleniyor.
Özellikle “algoritmik gündem belirleme” olgusu, klasik medya kuramlarının yeniden düşünülmesini zorunlu kılıyor. Geleneksel gazetecilikte editörlerin üstlendiği gündem belirleyici rol, bugün büyük ölçüde platform algoritmalarına devredilmiş durumda. Google, X (Twitter), Instagram ve TikTok gibi mecralarda hangi haberin görünür olacağına artık gazeteciler değil, etkileşim odaklı yapay zekâ sistemleri karar veriyor. Bu durum, kamusal tartışmayı derinleştiren haberlerin değil; öfke, korku ve kutuplaşma üreten içeriklerin öne çıkmasına neden oluyor.
Daha da kaygı verici olan ise deepfake (mevcut bir görüntü veya videoda yer alan bir kişinin, yapay sinir ağları kullanarak bir başka kişinin görüntüsü ile değiştirildiği bir medya türüdür.) teknolojilerinin ve üretici yapay zekânın yarattığı “hakikat krizi”. Gerçek ile kurgu arasındaki sınır giderek silikleşiyor. Yapay zekâ ile üretilmiş sahte videolar, ses kayıtları ve görseller; gazeteciliğin en temel dayanağı olan doğrulama ilkesini ciddi biçimde zorluyor. Yakın dönemde dünya genelinde siyasetçilerin hiç söylemedikleri sözleri söylüyormuş gibi gösterildiği videolar, kamuoyunu yanıltmanın ne denli kolaylaştığını gözler önüne seriyor. Bu ortamda gazetecilik, yalnızca haber üretme değil; aynı zamanda sürekli bir “gerçeklik teyidi” mücadelesine dönüşüyor.
Burada asıl soru şudur: Yapay zekâ gazeteciliği demokratikleştiriyor mu, yoksa daha mı merkezileştiriyor? Teknolojiye erişimi olan büyük medya şirketleri ve dijital platformlar güçlenirken, bağımsız gazeteciler ve yerel medya giderek görünmez oluyor. Böylece kamusal alan, çoğulculuktan ziyade algoritmik karışıma doğru evriliyor.
Sonuç olarak, yapay zekâ çağında gazeteciliğin karşı karşıya olduğu kriz teknolojik değil, politik ve etik bir krizdir. Sorun, makinelerin haber yazabilmesi değil; hakikatin piyasa mantığına ve algoritmik önceliklere teslim edilmesidir. Gazeteciliğin geleceği, yapay zekâyı sınırsız bir otorite olarak kabul etmekte değil; onu şeffaf, denetlenebilir ve insan merkezli bir çerçeveye oturtabilmekte yatıyor.
Aksi hâlde, hız çağında yaşayan ama hakikati kaybetmiş bir toplumla karşı karşıya kalmamız kaçınılmazdır.