SİSLİ BEYİNLER
Dünyamız değişiyor. Değişen dünyaya ayak uydurmaya çabalıyoruz. Eskinin kökleri üzerinden bir bugün ve gelecek inşa etmek istiyoruz ve onun için çalışıyoruz ancak bugün geçmişten neredeyse tamamen kopuk gibi.
Buharlı trenlerin bulunması dünyayı farklılaştırmıştı ama bu farklılık mesafelerin kısalması şeklindeydi.
Radyonun bulunası bir hayal gücü zenginliği katmıştı insanlığa. Başka insanların da kendileri gibi olduğunun farkına varmıştı insanlar radyo yayınlarında. Kültürel bir farkındalık ortaya çıkmıştı. Radyo bir gizemi köpürtürken, bir gerçeğin de altını çiziyordu: Bu yeni bir gelecek.
Görüntü, sinema ve televizyon apayrı bir dünyayı serdi önümüze ama hiçbir zaman geçmişteki kopuk değildi. Televizyon yeniydi ve bu yenilik, yepyeni bir dünyanın kapılarını aralamıştı. Filmler, diziler, reklamlar…
İnternetin bulunması ise tamamen ve apayrı bir dünya hediye etti bize. Radyo ve televizyon bugünkü manada bağımlılık yapmamıştı, hepimiz sosyal medyaya düşkünlüğümüz kadar ne radyoya, ne televizyona düşmüştük.
Günümüzde ise artık ekranda yaşam söz konusu. Etrafımız verilerle çevrili. Hepimiz yayıncı olduk. Birçoğumuzun artık saklayacak bir şeyi kalmadı. Gizem ortadan yavaş yavaş kalkıyor. Ekrandaki yaşam gündelik hayatı yeniliyor. Gündelik hayat farklı bir yöne doğru akmaya başladı. Burası kimilerince bir hastalık olarak görülüyor. Kimileri için bu sadece basit bir bağımlılık.
Ne olursa olsun ekran bizi yeni biri yapıyor. Hepimiz sanki sisli beyinler gibiyiz.
Beyin sisi, çoğunlukla dikkat, hafıza ve dil zorluklarıyla ilişkilidir; bu da öznel bir "sis" veya "zihinsel netlik" eksikliğine katkıda bulunur. Yorgunluk ve anksiyete, depresyon ve dissosiyasyon gibi psikiyatrik belirtilerle örtüşür. Kroniktir ancak genellikle geçici veya değişkendir.
Sisli beyinler sadece fiziksel değil hatta daha çok sosyal bir sis altında. Ekran bizi ele geçiriyor. Yepyeni insanlara dönüşüyoruz. Bu insanlar sadece elinde telefon olan, ekran kaydıran insanlar değil. Yayıncı insanlarız artık hemen hepimiz. Ne yayınladığımızın çok önemi de yok. Yatak odasından yediğimiz yemeğe, giydiklerimizden gittiğimiz yerlere kadar her anımız bir film karesi.
Gündelik hayat ekranda.
Böylesi bir yaşam beynimizi sislendiriyor. Görmek, düşünmek, yavaşlamak hatta durmak aklımıza gelmiyor. Bunlar çok da önemli değil. Bu sis bir konfor ve sağlık alanı oluşturuyor bize. Bu sis sanki bir sağalma hediye ediyor hepimize. Bu sis hem kendini ifşa etme hem de gizleme işlevi görüyor. Çok ilginç değil mi?