Türkiye’de Algoritmalar, Sansür ve Dijital Hakikat Sorunu
Yapay zekâ teknolojileri küresel ölçekte gazeteciliği dönüştürürken, Türkiye’de bu dönüşüm çok daha kırılgan bir zeminde gerçekleşiyor. Zira ülkede medya, uzun süredir yalnızca ekonomik ve teknolojik baskılarla değil; politik, hukuki ve yapısal sınırlamalarla da şekilleniyor. Bu nedenle yapay zekânın gazeteciliğe etkisi, Türkiye bağlamında salt bir “yenilik” değil, aynı zamanda yeni bir denetim ve görünmez sansür alanı olarak karşımıza çıkıyor.
Türkiye’de dijital habercilik büyük ölçüde sosyal medya platformları ve arama motorları üzerinden dolaşıma giriyor. Google algoritmalarında yapılan güncellemeler sonrasında birçok bağımsız haber sitesinin ciddi trafik kaybı yaşaması, algoritmik kararların medya ekosistemi üzerindeki belirleyici gücünü açıkça ortaya koydu. Burada dikkat çekici olan nokta, bu kararların şeffaf olmaması ve itiraz mekanizmalarının son derece sınırlı kalmasıdır.
Bu durum, klasik sansür anlayışının ötesine geçen “algoritmik sansür” kavramını gündeme getirmektedir. Artık bir haberin yayından kaldırılması ya da açıkça yasaklanması gerekmemektedir; görünürlüğünün azaltılması, öneri sistemlerinden dışlanması ya da arama sonuçlarında geriye düşürülmesi, fiilî bir sansür etkisi yaratmak için yeterlidir. Türkiye’de özellikle kamu yararı içeren, eleştirel ve araştırmacı haberlerin bu görünmez filtrelerden daha sık geçtiği yönündeki gözlemler, meselenin politik boyutunu güçlendirmektedir.
Yapay zekânın Türkiye’deki gazetecilik pratiğine etkilerinden biri de doğrulama süreçlerinde yaşanan aşınmadır. Sosyal medyada hızla yayılan yapay zekâ üretimi görseller, sahte videolar ve manipüle edilmiş ses kayıtları; gazeteciler için ciddi bir doğrulama krizine yol açmaktadır. Özellikle seçim dönemlerinde dolaşıma sokulan sahte içerikler, kamuoyunun sağlıklı bilgiye erişimini zorlaştırmakta, gerçek ile kurgu arasındaki sınırı bilinçli biçimde belirsizleştirmektedir. Bu ortamda gazetecilik, haber üretmekten çok, yanlış bilgiyi ayıklama faaliyetine dönüşmektedir.
Türkiye özelinde ayrıca hukuki çerçeve de önemli bir tartışma alanıdır. Dezenformasyonla mücadele gerekçesiyle getirilen düzenlemeler, yapay zekâ destekli içerik denetim mekanizmalarıyla birleştiğinde, ifade özgürlüğü açısından yeni riskler doğurmaktadır. “Yanlış bilgi” tanımının muğlaklığı, bu yetkinin kim tarafından ve hangi kriterlere göre kullanılacağı sorusunu daha da hayati hâle getirmektedir.
Sonuç olarak, yapay zekâ Türkiye’de gazeteciliği yalnızca teknik olarak değil; politik, ekonomik ve etik düzlemlerde yeniden şekillendirmektedir. Asıl mesele, bu teknolojilerin kamu yararını gözeten bir gazeteciliği güçlendirip güçlendirmeyeceği değil; mevcut güç ilişkilerini daha da pekiştirip pekiştirmeyeceğidir. Yapay zekâ, şeffaflık ve çoğulculuk ilkeleriyle sınırlandırılmadığı sürece, Türkiye’de hakikatin değil, görünürlüğün ve kontrolün aracı olmaya devam edecektir.
Gazeteciliğin geleceği ise hâlâ insan iradesine bağlıdır: algoritmalara teslim edilmiş bir kamuoyu mu, yoksa eleştirel aklını koruyan bir toplum mu?