FABRİKA AYARLARINA GERİ DÖNÜŞ: ÖLÜM
Konya’da 17 Aralık havası ölümün düğünleştirildiği bir gündür. Bunu Mevlana başarmıştır.
Seneca “sarıl bütün saatlerine” der. Konya’da da insanlar Mevlana’nın ölüm saatine sarılır.
Yaşam kendimiz için kendimizi kazandığımız bir Aralık’tır ama bir çoğumuz bunu başaramıyoruz. Dolayısıyla ölüm sadece Mevlana için bir Şeb-i Arus oluyor.
YAŞAMAK GİBİ ÖLMEYİ DE BİLMEK GEREKİR.
Ölmek de yaşamak kadar önemli bir eylemdir. Ölümü sevmek yaşamı sevmekle eşdeğerdir. Ölüm bir bağışlanma biçimidir; ya ölmeseydik?
Her gün “acaba yaşamı soğukkanlılıkla nasıl bırakabilirim “ diye düşünmek önemlidir.
Yokluğu aranmayan şeydir ölüm ama o vardır ve aramayı gerektirmez.
Başkalarının küçük bahçesinden derlediğimiz hayatımız ölümle yüzleşir. Bu yüzleşme çoğumuzu korkutuyor. Oysa ölümden korkmamak gerekmez mi?
“Kabul edilmek”ten neden korkalım?
Ölüm tıpkı yaşam gibi bir kabul edilme biçimidir. Beki ed ölme biçimlerimiz üzerine çalışmamız gerekir.
Daha az hırslı mı olmalıyız?
Kendimizi daha fazla vakit mi ayırmalıyız?
Sevdiklerimizle birlikte mi olmalıyız?
Yaşam ölümü belirliyor ya da yaşamlarımız ölüm korkumuzu yenebileceğimiz veyahut büyütebileceğimiz bir aralıkta yeşeriyor.
Durup durup geliyor ölüm yanımıza.
Sevdiklerimizi alıyor. Her seferinde biraz daha yakınlaşıyor bize.
Bazı insanlar ne yaşamak istiyor ne ölmeyi becerebiliyor.
Yaşamın yorduğu insan nasıl dinlenecek?
Sarıl bütün saatlerine. Ölüm saatine de sarıl.
Bir yerde yavaşlayıp durmamız, kendi kendimizle kalmamız gerekiyor.
Neşeli ölüm.
Ölmek istemeyen ölüdür.
Hiç birimiz ölmeyi öğrenmeden mutlu olamayız.