Gaye Özen: Bizler kainatın nakkaşının emanetçileriyiz
Minyatür sanatçısı ve eğitmen Gaye Özen, minyatür sanatının inceliklerine ilişkin, "Minyatürde önemli olan dingin bir ruh hali. Eğer iç ahenginize kavuşamamışsanız, minyatür yapmanız çok zor." dedi.
İstanbul Üniversitesi Klasik Türk Bezeme Sanatları Atölyesi'nde 2010 yılından bu yana minyatür dersleri veren Özen, minyatüre başlama hikayesini, sanat hayatını ve çalışmalarını anlattı. Sanatçı, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sahne Dekorları ve Kostümü Bölümünü 1993'te bitirdiğini belirterek, 1998'de başladığı Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver Nakışhanesi'nde Nusret Çolpan ve Gülbün Mesara'dan klasik minyatür eğitimi aldığını söyledi.
"MİNYATÜR, BİR ANLAMDA YÜKSELİŞ"
Özen, Nusret Çolpan'dan minyatüre ilişkin çok şey öğrendiğinin altını çizerek, "Ondan, kendimizi bulmamız ve kopyanın dışında, bu çağa uygun şeyler yapmamız gerektiğini öğrendik. Her zaman o yolda gitmeye çalıştım. Öğrencilerime de aynı şeyi tavsiye ediyorum. Birebir klasiği bilmek, fakat bu çağın da ruhunu yakalayabilmek gerekiyor." diye konuştu.
Minyatürde perspektifsiz bir bakışın olduğunu ve bu durumun kendisini çok etkilediğini kaydeden Özen, "Minyatürdeki, aslında insandan bir bakış ya da insanı merkeze koyan bir bakış değil. Tamamıyla bir kuş bakışı. Yani minyatür, bir anlamda yükseliş diye düşünüyorum. Yükselmek ve bütün kainata, dünyaya kuş bakışıyla bakabilmektir." dedi.
Sanatçı, tüm eserlerinde olmazsa olmazının beyaz renk olduğuna işaret ederek, "Aslında beyaz, bir anlamda bütün renkleri de kendinde toplayan tevhidi simgeliyor. Belki bundan etkileniyorum. Beyaz kullanmadan kesinlikle bir eser üretemiyorum." ifadelerini kullandı. Kuş, su ve ağaç gibi doğaya dair temalar olmadan da asla bir eser yapamadığına dikkati çeken Özen, şunları aktardı: "Atölye olarak temalı, konulu projelerimiz oluyor ve bunları da kitaplaştırıyoruz. Eğer böyle konulu bir projeye girmişsek, tabii araştırmak ve onun taslağını çıkarmak bazen 1 yıl bile sürebiliyor. Şehir dışında oluyor, fotoğraflar çekiliyor, inceleniyor, tarihi araştırılıyor. Böyle çalışmalarım da var. Ama ruhuma soruyorsanız, 2012 yılında Datça'ya gidip gelmeye başladıktan sonra kendime farklı bir yol çizdiğimi düşünüyorum. Oradaki doğayla birebir temas halinde olma hali beni böyle minyatürler yapmaya yönlendirdi. Halen de İstanbul'da çalışmalarımı öyle sürdürüyorum. Çalışmalarım genelde çok büyük, devasa boyutlarda bir minyatür değilse, mutlaka ev dışında çalışmayı tercih ediyorum."
"EĞER İÇ AHENGİNİZE KAVUŞAMAMIŞSANIZ MİNYATÜR YAPMANIZ ÇOK ZOR"
Gaye Özen, pandemi öncesi daha çok Küçüksu Kasrı'nda çalışmalarını yaptığını belirterek, "Sabah kalkıp bir atölyeye gider gibi, malzemelerimle birlikte Küçüksu Kasrı'na hiçbir düşünce taşımadan gidiyorum. Sonra o kağıda zemin atıyorum. O günkü ruh halime göre, o zemin sonrasında, doğayla temaşa halindeyken bir şekilde bir kompozisyon çıkıyor. Bu inanın bana da sürpriz oluyor. Ne yapacağınızı bilmiyorsunuz. Başlıyorsunuz, devam ediyorsunuz ve hiç planlamadığınız bir şekilde eseriniz bitebiliyor. Eseriniz size bir söz söylüyor. Sonra çok kısa da olsa her minyatürüme kısa bir metin yazıyorum. Yani her minyatürümün kendine ait bir hikayesi var." dedi.
Eserleri üretirken doğayla iç içe olmanın çok önemli olduğuna vurgu yapan sanatçı, şu bilgileri verdi: "Küçüksu Kasrı'nda bir eser ürettiğim zaman, doğayla o temaşa çok önemli. Yani kaç kere yunuslar zıplayıp kağıdıma su sıçrattı. Kuşlar, martılar geçerken kanatlarındaki suyu döküyor, uğur böceği, arı konuyor. Bunların hepsi inanın bir iz bırakıyor. O anda, aslında istemediğiniz bir şey. Bir anda bir leke oluyor kağıdınıza ama onu sonra dönüştürüyorsunuz. Sonunda bakıyorsunuz ki eser, doğa ve iç ahenginizle iç içe birlikte finale ermiş."
Sanatçı Özen, dingin bir ruh halinin önemine de değinerek, "Eğer iç ahenginize kavuşamamışsanız minyatür yapmanız çok zor. Ama bir de şöyle bir şey var; bu dünyanın, şehirde yaşamanın verdiği hız ve koşturmacalar içinde, bir şekilde, kendinize fırsat yaratıp kağıdı, boyaları ve fırçanızı elinize aldığınızda, ister istemez o iç ahenge ulaşabiliyorsunuz. İşinizin başına oturduğunuzda, sanki 16. yüzyılda Nakkaş Osman, 18. yüzyılda Levni gibi, aynı o zamanın ritmine giriyorsunuz. Gerçekten teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, o dönemdeki sanatçılarla aynı hızda, aynı üslupta yapıyorsunuz. Tabii bu da beni çok etkiliyor." ifadelerini paylaştı.
"BİZLER MİNYATÜR SANATÇILARI OLARAK KAİNATIN KAİNATIN NAKKAŞININ MİRASINI TAŞIYORUZ"
Gaye Özen, minyatürün tevhit sanatı olduğuna da dikkati çekerek, "Sanatçılar olarak bizim, kainatın nakkaşının mirasını taşıdığımızı düşünüyorum ve evrenin o nakledilmiş muazzam halinden ancak küçük minyatür kopyalar yapıyoruz. Aslında minyatür sanatçıları olarak bizler, kainatın nakkaşının emanetçileriyiz. Yaratılan her şeye baktığınızda, ince ince işlenmiş bir nakış hali var. Bizler, ancak bu külli olanın cüz'i olarak birer gölgesini kağıda düşürüyoruz. Minyatür sanatını icra ederken aslında sanatçı bir yükseliş yaşıyor ve kainata kuş bakışı bakıyor. Kainatın ritmi içinde, kendi iç ahengiyle çalışırken, tekrar yeryüzüne inip birebir yaratılanı kopya değil, gördüklerini stilize ediyor ya da yorumluyor." değerlendirmesinde bulundu. (AA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.