DUYGUSAL EMEK: OFANSİF İLİŞKİLER VE SOĞUK YAKINLIKLAR
Birbirimizi duyusal emeğimizle inşa ederiz ve inşa ettiğimiz bizim duygusal sermayemize dönüşür.
Duygusal emeğin yirminci yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkmış olması gecikmiş bir bakış açısıdır kanımca. Duygusal emeğin ortaya çıkışı ise emeğin el emeği dışında çeşitlenmesi değil aslında emeğin tam anlamıyla yeni bir niteliği bürünmesidir.
El emeği de duygusal emeğe dâhildir.
Bütün emekler duygusal emeğe dâhildir.
Günümüzde tinsel emekten de bahsedilmekte, bu konuda yazılıp çizilmektedir ama henüz tam bir literatür oluşmuş durumda değil… Tinsel emeğin de duygusal emeğin farklı bir niteliği olduğunu düşünüyorum.
Sadede geleyim: Emeğin dokusunu oluşturan duygusal emektir. İnsan olarak zekâ sahibi olmaktan daha çok duygu sermayesine sahibizdir.
Bizi inşa eden duygularımızdır.
Bütün ideolojilerin, dinlerin ve diğer her türlü kültürel çıktının temelinde boylu boyunca duygular yatar.
Daha iddialı bir şey söyleyeyim: Mantık da duygunun bir çıktısıdır.
İlişkileri ve etkileşimleri üreten duygularımızdır.
İş ilişkisi, aşk ilişkisi, dostluk, arkadaşlık vb. bütün ilişkiler duygusal kapitalizmin şekillenmesinde rol oynar. Her ilişki duygusal sermaye, emek ve alış-veriye bağlıdır.
Bütün yakınlık ve uzaklıklar duyguların evreninde anlam bulur.
Duygunun işe koşulmadığı her ilişki kısa ömürlüdür. Bu açıdan ilişkilerde duygusal emeğin rolü hayatidir.
Duygusal davranışlar ilişkinin merkezini şekillendirir.
Duygusal sermayesi yüksek ilişkilerde etkileşimler sadece ekonomik ve sosyal faydaya dönüştürülmez, ilişkinin bir etkileşime dönüşmesine ve sürdürülebilir olmasına da katkı sağlar.
İster iş ilişkisi, ister aşk veya iş hangi tür ve nitelikte ilişki biçimi olursa olsun duygusal sermayenin duygusal emeğe dönüşmesi veya dönüşmemesi üzerinden işler.
Duygusal bağımız koptuğunda artık o işyerine yabancılaşırız. İş yerimizdeki her şey ve herkes o efsununu ve ilk anlamını yitirir. O iş yerinde zorunluluktan kalmak ise yabancılaşmayı derinleştirmekte, insanın kendine değerini ve saygısını kendi içinde ve kendi kendine tartışılır hale getirmekten başka bir şeye yaramaz.
Aynı şekilde aşk veya arkadaşlık, türü ve niteliği ne olursa olsun ilişkilerde duygusal sermaye bitmiş ve duygusal emek işlemiyorsa o ilişki artık ölmüştür; devam zorunluluğu insanları hem kendilerine hem ilişkiye yabancılaştırır; dahası iki zombi etkileşimine döner ilişki.
İnsan, kendini duygularıyla gerçekleştirir; kendisine saygısını, benliğiyle barışıklığını duygularıyla kazanır ve bu kazanım kendisini en başta kendisine ve her şeye yabancılaşmayacak sınırları belirler.
Karşı karşıya olduğumuz sorun, günümüzde bizi sadece kendin akıntısına kapılmaya iten yine şu kapitalizm düzeninde duygu dünyamızı nasıl düzenleyeceğimizdir.
Bir yandan teknolojiyle birlikte bütün mesafeler ortadan kalkarken, bir yandan da örtük ofansif ilişkiler ile soğuk yakınlıkların propagandası almış başını gidiyor. Birbirimize nasıl bir duygusal emek vereceğimizi yavaş yavaş unutuyoruz. Bir aşk nasıl başlar, bir ilişki ne zaman biter sınırlar kaybolmuş durumda.
Birçok insan yabancılaştığı işinden ve yabancılaştığı insandan nasıl ayrılacağını bile bilemez durumda; birikmiş bir duygusal sermayenin yokluğu duyusal emeğin nasıl sonlandırılacağını da ortadan kaldırmış durumda.
Şunu da unutmamak gerekiyor: Duygulara değer vermek, anlamak, izin vermek başka, hayatımızın kontrolünü tamamen duygularımıza bırakmak başkadır.
Uzatmayayım: Duygularımızın en iyi aynası hayatlarımızın akışıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.