KENDİ HAYATINI BAŞKASINA DAYATAMAYANLARIN YALNIZLIĞI KUTSADIĞINI GÖRÜRSÜNÜZ
Sevdiğini söylediği insanı değiştirmek için o insanın hayatına girenler…
Karşısındakinin değişmediğini görünce vazgeçip, değişmeyeni suçlayarak geri dönüp gidenler…
“Ben buyum” diyerek değişime tamamen kapalı olan ama ötekinin değişebileceğine kendini inandırmış olanlar…
Kendisini ötekine dayatırken, ötekine maruz kaldığını ilan edenler…
Yalnızlığı anlamamış olmasına rağmen kendi hayatını başkasına dayatamayanların yalnızlığı kutsaması…
Her zaman neden ötekiyle ilgili olduğumuzu sorarım; yani
neden öteki değişmeli,
öteki şunu veya bunu yapmalı,
öteki şöyle veya böyle olmalı ya da kestirmeden
öteki benim istediğim gibi olmalı; neden?
Bir tespit olarak: Sanırım az gelişmiş ülkelerde erkek ve kadınlık da az gelişmiş oluyor. İnsanların benliğini saran eksiklikler, OLGUNLAŞMIŞ YETERSİZLİK olarak kaşımıza çıkıyor. Bu durum insanın kendisine bakmasının önündeki bariyer bana kalırsa. O yüzden başkasıyla daha çok ilgiliyiz, her anlamda; yani kendimize bile bir başkasının gözünden bakıyor ona göre tekst üzerinden bir yaşam sürüyoruz. Bir – ne der yaşamı bu.
Ne der yaşamının zehri ise en yakın olduğumuz ötekini bize hiçbir şey söyleyemeyecek duruma getirmek yani kendimiz gibi yapmak olsa gerek. Nihayetinde zaten kendimizle ilgili değiliz ya.
Bunu başaramadığımız yerde, YANİ ÖTEKİNİ KENDİMİZE BENZETEMEDİĞİMİZ VEYA BİR OYUN HAMURU veya stres topu YAPAMADIĞIMIZ YERDE yalnızlığa çekiliyoruz; yalnızlığın en olduğunu bilmemiş olarak.
Böylesi bir yalnızlık KUYTU BİR KÖŞEYE İNSANIN KENDİSİNİ KUSMASIndan başka bir şey olmasa gerek.
Çünkü KENDİNİ DENETLEME VE ILIMLILIK NOKSANLIĞI ÖLÜMCÜL GÜNAHTIR.
Tersten yaşam bu, bir nevi kendinden saptırılmış bir kendilik.
İnsan ötekini sevmelidir kendi gibi değil sadece sevmelidir kanımca.
Eğer hayatınızı berbat edeceksek bunu kendimizi değiştirmek yerine ötekini değiştirmeye çalışmak yeterli bir eylemdir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.