VÜCUDUMUZ HAYIR DİYORSA: DUYGUSAL ÜŞENME
Samimi ilişkilerde duvar ören insanlar öz denetimi yüksek insanlarmış gibi sunuluyor, oysa kanımca onlar duyguları dondurulmuş insanlar.
“Evet” ve “Hayır”ın gerçek anlamını öğrenemediğimiz yerde “hayır” bir duvar örücü gibi çalışabiliyor.
Günümüzde artık hayat hareket değil bir oturma biçimi.
Aynı şekilde hayatımız seyrederek geçiyor. Görmek bir yaşama stili.
Ekranların önünde geçen hayatımız parmaklarımızın ucundaki temasla bize kendisini hissettiriyor veya biz onu parmaklarımızın ucuyla hissediyoruz.
Pornografik bakış her şeyi bütün açıklığıyla gördüğünü zannediyor.
Mutlak açıklığın tıpkı kör edici ışık gibi bir etkisi olduğu da kesin. Gördüğümüzü zannettiğimiz şeyler gerçekte gördüklerimiz mi, görmek istediklerimiz mi yoksa bize gösterilmek istenenler mi?
Artık birçok konuda kararlı ve net hükümler vermenin son derece sığ kalacağı günümüzde bize doğruyu söylemeyen edenimiz mi duygularımız mı?
Belki de doğrunun artık ne olduğunu soğrulama zamanı geldi de geçiyor bile.
Hoş herhangi bir şey üzerinde bir sorgulama için de gerekli bütün nesnel ve öznel formülasyonlarımız ve araçlarımız olsa da doğrunun hükmü ile ilgili de sarsıcı gerçekler çepeçevre bizi sarıyor. Çünkü her şey gibi doğru da akışkan artık gündelik hayatımızda.
O halde bize kimin doğruyu söylemediğini nasıl anlayabiliriz.
Daha doğrusu bizi vücudumuz mu maniple ediyor, yoksa duygularımız mı? Eh, bu soruya cevap bulmak en azından doğruyu arayışımızdan daha kolay. En azından bizi neyin tatmin edebileceğini ildiğimiz için vücudumuzun neye hayır dediğini veya duygusal üşenmenin nasıl bize musallat olduğunu da kavrayabiliriz.
En başta samimi ilişkilerden bahsetmiş ve “evet” ile “hayır” yerli yerince kullanılmamasının bizi nasıl kafeslediğine vurgu yapmıştım: Günümüz ilişkilerinde bir doğru aranmıyor anladığım kadarıyla. Doğru insan? Doğru zaman? Doğru başlangıçlar? Şu ve bu… Vakit de yok sanki.
Böylece duygusal üşenme kendisini üretebiliyor. Yani “doğruluk” arayışı aslında bir duygusal başlangıç hazırlığıdır ve bu arayış artık yok. Olmaması kimseyi rahatsız etmiyor. Bu duygu bedenimize “hayır” olarak kodlanıyor. Bedenimizden bize iletilen mesaj ile duygusal üşünmeyi üretmiş oluyoruz.
Duygulara hayatımızda yer vermediğimizde mantığımızla karar verdiğimizi düşünmek doğru değil. En azından bu yazı kapsamında. Bedenimizin “hayır” dediği, duygusal üşengeçliğimizden ve bunun tam tersi de doğru olduğuna göre sürdürülebilirliğin önemi kalmıyor. İLİŞKİLERİMİZ BİR PİKNİK TİPİ İLİŞKİSİne dönüşüyor. Kısa bir süreliğine piknik hazırlığında, alınan yoldan, seçilen manzaradan ve gerçekleştirilen aktiviteden öteye geçmiyor. Fazlası bedenen ve duygusal olarak da yorucu görülüyor. Kısa ömürlü ilişkilerin çarpıcılığı da burada olsa gerek; doğruluğu veya kalitesi ya da içeriği kimin umurunda.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.