Baha Durmaz

Baha Durmaz

Bir Cihan Devleti: Devlet-i Aliyye-i Osmaniye – III

Bir Cihan Devleti: Devlet-i Aliyye-i Osmaniye – III

Geçen haftaki yazımızda genel hatlarıyla Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu olumsuz durumlardan bahsetmiştik. Devletin temel anlamda sıkıntılar çektiğinden, özellikle eğitim ve ekonomik anlamda yaşanan temel problemlerin diğer alanlara da sıçraması ya da o alanları da etkilemesinden dolayı devlet eski gücünden oldukça geride kalmıştı. Bugünkü yazımızda devletin son nefesini verişini ve bağrından yeni bir devleti nasıl çıkarttığını anlatmaya çalışacağız.

Tarih kitaplarında “en uzun yüzyıl” olarak da geçen on dokuzuncu yüzyıl, dünyadaki temel kavramların değiştiği, ekonomik anlamda ve siyasi idari anlamda Avrupa’nın öncülüğünde yepyeni bir düzen kurulduğu şeklinde ifade edilebilir. Fransız ihtilali ile başlayan “milliyetçilik akımları” ekonomide dünyayı kasıp kavuran kapitalist ve merkantilist düzen köklü bir geçmişe sahip olan Osmanlı Devletini adeta paramparça etmişti. Çağındaki devletlere göre demokratik gelişmelere erken cevap veremeyen Osmanlı Devleti, parlamenter ve hukuk üstünlüğü gibi yeni moda kavramları ancak 19.YY’da benimsemeye çalışmış fakat yeterli seviyeye çıkartamadığı için olumsuz etkilenmişti. Diğer bir yandan özellikle Rusların sömürgeci ve emperyalist tutumu, İngilizlerin Osmanlı topraklarındaki enerji hattını ele geçirme düşüncesi derken, devlet aslında istemeden de olsa Dünya Savaşına adımını atmış bulunacaktı. Yaşanan 93 Harbi ardından gelen Balkan Savaşları ve İttihat Terakki yönetiminin ideolojik çalkantıları arasında artık devlet son nefesini vermek üzereydi. İlk etapta Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesiyle alakalı yeterli bir zeminin oluşmadığını söyleyebiliriz. Daha doğrusu İngilizlerin yanında devletin savaşa girmek istediğini, fakat daha öncesinde yapılan gizli antlaşmalardan dolayı İngiltere’nin bu durumu kabul etmediği ve devletin de soluğu Almanya’nın yanında aldığı bilinen bir gerçektir. Bu duruma Enver Paşa ve ekibinin, tekrardan savaşarak ayağa kalkabiliriz düşüncesi eklendiğinde, Devlet-i Aliyye-i Osmaniye kendisini Çanakkale’de, Galiçya’da, Kafkasya’da ve birçok cephede bulmuş olacaktı. Yaşanılan onca savaş, bozulan ekonomi ve yetersiz nüfus faktörlerini de düşündüğümüzde üstüne bir de Almanların tutunamaması eklendiğinde yenilgi kaçınılmaz olmuştu. Artık devletin geleceği görünmez olmuş ve Anadolu diyarları teker teker düşmeye başlamıştı. Osmanlı Devleti Mondros Ateşkes Antlaşmasını kabul ederek uzun süren tarih yolculuğunda sona yaklaşmaktaydı. Savaşın başlangıcında ya da Mondros’a kadar padişahın Mehmet Reşat olduğunu da eklemekte fayda var. Zaten tahtta kim olursa olsun artık çokta bir önemi kalmamıştı. Devleti bu süreçte yöneten ekibin İttihatçı kadrolar olduğu da bilinen bir gerçek. Nitekim Osmanlı Devleti köklü bir devletti. Köklü olması hasebiyle özellikle bürokrasi ve ordu sınıflarında yetişmiş, saha tecrübesi olan birçok asker ve devlet adamı bulunmaktaydı. İşte şimdi yeni bir karar alınması zorunlu hale gelmişti. İngiltere, Fransa, İtalya ve sonrasında başımıza musallat olan Yunanistan ülkeyi işgal etmişti. Özellikle altını kalınca çizmek istiyorum. Yunanistan haricinde işgalci devletlerin niyetleri Anadolu topraklarında kalıcı gözükmüyordu. Zaten İtalyanlar ve Fransızlar kısa süre sonra işgal ettikleri yerlerden hızlıca çekilmişlerdir. Milli mücadele safhası da tam olarak bu zaman başlamış olacaktı. İzmir’in Yunanistan tarafından işgali ardından Yunanlıların Anadolu’nun içlerine kadar girmek istemesi büyük bir tehlikenin habercisiydi. Tüm bu yaşanan olumsuzluklar düşünüldüğünde geriye yeni bir örgütlenmenin ve teşkilatlanmanın kurgulanması kalıyordu.  Milli mücadele ekibinin lider kadrosunda İttihat kökenli birçok subay bulunmaktaydı. Teşkilatlanma konusunda gerçekten hünerli olan bu subaylar başta Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat, Kazım Karabekir ve daha nicelerinden oluşmaktaydı. Milli mücadelenin lider kadrosu başta saltanat ve hilafetin korunması fikrinde hem fikirlerdi. Fakat zamanla bu fikir yerini daha çok batı sistemli yeni bir devleti kurmaya evirildi diyebiliriz. Burada tartışma yapılan konulara çok değinmeyeceğim. Neticede Mustafa Kemal idealleri olan ve bu idealleri hayata geçirirken oldukça zekice ve hızla hareket eden bir Osmanlı subayıydı. Zor günler ve savaşlar yaşanarak Anadolu’daki Yunan ilerleyişi durduruldu. Bundan sonrasında güçlenen bir Ankara hükümeti ve Mustafa Kemal Paşa’yı görmekteyiz. Milli mücadelenin askeri safhası son bulmuş ve yerini diplomasi seferberliğine bırakmıştı. Devletin içindeki askerler yahut bürokratlar Osmanlı Devleti’nin son yüzyılını çok iyi tetkik ederek yeni bir yapılanmanın olması gerektiğine hüküm verildiğinde, devletimiz Türkiye Cumhuriyeti tarih sahnesine çıkmış oldu. Özetlemek gerekirse Türkiye Cumhuriyeti uzaydan ya da İskandinav ülkelerinden gelen kişiler tarafından kurulan bir devlet değildi. Mutlaka hatalı kararlar alındığı yerler olmuştu. Fakat şunu da unutmamalıyız ki Osmanlı Devletinde yenilik hareketleri III. Selim dönemine kadar uzanan ve zamanla büyük bir yenileşmeyi getiren hareketlerdi. Kısacası bir Osmanlı subayı olan Mustafa Kemal Paşa yenilik hareketlerini daha da hızlandırarak son kertede batıya daha yakın ve daha ulusalcı bir devleti kurmayı başarmıştır. Ya da şöyle düzeltelim. Türkiye Cumhuriyeti devleti yapılan birçok yenilik ile birlikte Osmanlı Devleti’nin daha alt düzeyden başladığı yenilik hareketlerini tamamlayan ve onun devamı sayılan bir devlet olarak tarihe geçmişti. III. Selim döneminden hatta II. Osman döneminden bu yana aşama aşama yapılan yenilik hareketleri Mustafa Kemal ile birlikte daha radikal bir şekilde ortaya çıkmış oldu...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Baha Durmaz Arşivi