Baha Durmaz

Baha Durmaz

Hesaplaşma Zamanı!

Hesaplaşma Zamanı!

Son zamanların en popüler davranış biçimi saldırmak. Üretene, yazana, çizene ve yerli yerinde konuşan herkese inanılmaz bir saldırı var. Sosyal medyanın daha da yaygınlaşması ile bazı mendebur insanların artık önünü ardını düşünmeden, üreten mecralara karşı saldırması moda haline geldi. Trol olarak nitelendirilen bu kişiler, azımsanmayacak sayılara erişti. Trollerin bu değersiz davranışları neticesinde, üreten, yazan, çizen kişilerin şevkinin kırıldığını görebiliyoruz. Paylaşılan haber metinlerinde, yazarların köşe yazılarında neredeyse internet âleminin her sekmesinde bu trol hakaretlerini görüyor ve şahit oluyoruz. Son zamanlarda ismi, cismi belli olmayan trollerden biri de bana musallat olurcasına II. Mehmet ile alakalı söylediğim “Son Roma İmparatoru” unvanına baya kafayı takmış gözükmekteydi. Her neyse ne diyelim. Bu devirde böyle sığ yorumların olması insanı ne kadar umutsuzluğa itse de sabır deyip yolumuza devam etmeye çalışıyoruz.

Yıllar boyunca tartışılan Ayasofya hadisesi tekrardan gündeme geldi. Toplumun her kesiminden çıkan farklı sesler, büyük bir gürültüye sebep olmaya başladı. Bazı yorumların gerçekten ruhumuzu incittiğini de söyleyebilirim.

Şimdi gelelim Ayasofya’nın dramı ve gerçeklerine…

Öncelikle meselenin köküne inmemiz gerekiyor. İslam savaş hukukundaki temel kaidelerden biri olan “kılıç hakkına”.

Neymiş hemen açıklamaya çalışalım… Karşımıza iki tane kılıç hakkı çıkmaktadır. Bunlardan ilki: Osmanlı Devleti’nde bazı askerlere geçimlerini sağlayabilmeleri adına belli miktarlarda akçe verilmesidir. Bu akçelere basit tabirle “kılıç hakkı” denmektedir. (Detaylı olarak yazıp, konunun dışına çıkmak istemediğimden, konuyu merak eden okurlarım, Google akademi sayfalarından “zeamet” şeklinde arama yapabilirler.)

Günümüzde Ayasofya’nın temelinde söylenen kılıç hakkı tabiri ise kısaca şöyledir: Gayrimüslimler ile yaşanan savaşlar sonucunda, bu bölgeler Müslümanlar tarafından zapt edilmişse yani bizim tabirimizle fethedilmişse, buradaki en büyük ibadethanenin camiye çevrilmesi, İslam hukukuna göre uygun görülmüştür. Burada dikkat edilmesi gereken husus, bir bölgede kılıç hakkının olabilmesi için, o diyarlardaki gayrimüslim toplumun savaşarak bölgeyi kaybetmesidir. Yani sana pes eden, aman diyen bir topluluğun ibadethanesi, kılıç hakkıyla camiye çevrilemez. İstanbul’un fethedilmesinin sonucunda Ayasofya’nın kiliseden camiye çevrilmesi ise bu kuralların haklı bir sonucudur. Neticede II. Mehmet, şehre kan dökmeden girmeyi tercih etse de, Doğu Roma savaşmayı göze alarak, şehri bu şekilde kaybetmeyi tercih etmiştir. Buraya kadar herhangi bir problem gözükmemekte.

Hep sorulan o soru…

II. Mehmet’in Ayasofya ile ilgili bir vakfiyesi var mıydı?
Ayasofya Vakfiyesi olarak bir vakfiye bulunmamaktadır. II. Mehmet, dönemindeki tüm vakıf mallarına ait geniş bir vakfiye kaleme almıştır. Doğal olarak Ayasofya Camisi ’de bu vakfiyenin içerisinde kabul edilmiştir. Şuan bu vakfiyenin Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü arşivinde özenle saklanıp korunduğu bilinmektedir.

Gelelim esas kırılma noktasına…

II. Mehmet’in şuan elimizde bulunan vakfiyesi 1462 yılında Arapça ile kaleme alınan vakfiyesidir. Vakfiyenin son bölümlerinde ise kısacası şu ifadeler geçmektedir: “Eğer bu vakfiyeye uygun hareket edilmezse Allah’ın, peygamberlerin ve meleklerin laneti üzerine olsun.

Bu konuyla alakalı kaynak arayan okurlarım hem devletin resmi haber ajansı Anadolu Ajansından hem de araştırmacı-yazar Murat Bardakçı’nın makalelerinden kontrollerini sağlayabilirler. II. Mehmet’in bu vakfiyesindeki lanet sadece Ayasofya özelinde yazılmamış o döneme ve II. Mehmet’e ait tüm vakıf mallarına dikkat edilerek yazılmıştır.

İspanya’da ve nice Balkan coğrafyasında birçok camilerin kapatıldığı hatta bazılarının kiliseye çevrildiğini düşünecek olursak yapılması gereken basittir. Fakat oldukça geç kaldığımızı da söylememiz gereklidir. Ayasofya bir müze değildir. Ayasofya bir kilise değildir. Ayasofya, İslamiyet’in şanlı sancağını dalgalandırmak ve adaletini yeryüzüne hâkim kılabilmek için şehit düşen nice yiğitlerin hakkıdır. Bir an önce bu durumun değişmesi ve Ayasofya’nın eski haline, yani camiye çevrilmesi elzemdir, şarttır. Aynı şekilde vakfiye içerisinde ismi zikredilen yapılarında eski hallerine döndürülmesi hukuki bir gerekliliktir.

Ayasofya’nın tekrardan camiye çevrilmesi hadisesi ise en fazla Yunan devletini deliye döndürmüştür. İçimizdeki Yunanlara duyurulur!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Baha Durmaz Arşivi