Kıbrıs’ın Yakın Geçmişi; İngilizlerin Elindeki Kıbrıs
On altıncı yüzyıl, Osmanlı Devleti’nin dünya üzerinde belki de en zirvede olduğu bir dönemdi. Her ne kadar I. Süleyman dönemiyle devlet aslında ulaşabileceği sınırlara gelmiş olsa da oğlu II. Selim döneminde Akdeniz coğrafyasının en kritik yerlerinden biri daha fethedilecekti. Bu fetih ile birlikte Osmanlı Devleti Doğu Akdeniz’de ayak basmadığı bir yer bırakmamıştı. Aradan seneler geçmişti. Küreselleşmeye başlayan dünyanın yeni silahı sömürgecilikti. 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus savaşının patlaması ve Osmanlı Devleti’nin bu savaşta ağır bir mağlubiyet almasından sonra adeta payitaht elden gitmek üzereydi. Devreye İngiltere’nin girmesiyle Ruslar, İstanbul yakınlarındaki Yeşilköy’de durmak zorunda kaldı. Ruslar durmak zorunda kaldı ama bu işten karlı çıkan savaşa girmemiş, tek bir barut bile atmamış olan İngiltere olacaktı. İlerleyen günlerde Osmanlı-Rusya arasındaki antlaşmaya İngiltere’nin arabulucu olarak katılmasının bedelini yine Osmanlı Devleti ödeyecekti. O bedel Kıbrıs adasının belli bir miktar sterline İngiltere’ye kiralanmasıydı. Bugün hala tartışılan bir konudur. Sultan II. Abdülhamid’in yapmış olduğu bu kiralama bir hata mıydı? Yoksa yapılması gereken mecburi bir manevra mıydı? Neyse ki konumuz bu değil.
Kıbrıs adasının her ne kadar mülkiyeti Osmanlı Devleti’ne ait olarak kabul edilmiş olsa da bu hukuki durum güçlü olan devletin çokta önemsediği bir durum olmayacaktı. I. Dünya Savaşı ile birlikte Kıbrıs’ın durumu iyiden iyiye karışmaktaydı. İngiltere, Osmanlı Devleti’nin ittifak safında yer almasıyla beraber adayı ilhak ettiğini duyurdu. Aslında bakıldığında Osmanlı Devleti daha savaşa girdiğini açıkladığı an da ilk toprak parçasını da kaybetmiş oldu. I. Dünya savaşı ve akabinde gerçekleşen Türk Millî Mücadelesinin sonucunda yeni Türk Devleti, Lozan’da birçok problemle karşı karşıya kalacaktı. Neticede, yeni Türk Devleti, Lozan Antlaşmasının 20 ve 21. Maddelerince, Kıbrıs’ın 5 Kasım 1914 yılında İngiltere tarafından ilhakını resmen tanıdığını kabul etmiş oldu. Artık adanın tek hâkimi İngiltere devletiydi.
İki savaş arası dönemde ilk olarak Kıbrıs ile ilgili ayrılıkçı sorunları 1931 yılında görmekteyiz. Adadaki Rumların bir kısmı Enosis’i (Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanma düşüncesi) gerçekleştirmek için ayaklanmalar tertip etmekteydi. Bu ayaklanmaların çoğalmasının ardından İngiltere ada genelinde oldukça sert tedbirler almaktan geri durmadı. II. Dünya savaşı yıllarında adadaki Türk toplumu da Enosis faaliyetlerine karşı kendi benliklerini müdafaa edebilmek adına teşkilatlanmaya gidiyordu. İlk olarak Türk Azınlığı Kurumu ardından Kıbrıs Milli Türk Halk Partisi kuruldu. İngiltere II. Dünya savaşının ardından kolonilerini tutmakta güçlük çekerken Yunanistan bu durumdan yararlanmayı düşünerek Kıbrıs’taki durumu Birleşmiş Milletlere taşıdı ve Self-determinasyon uygulanmasını talep etti. Türkiye’nin devreye girmesiyle bu istek BM tarafından reddedildi.
Terörizm ve Soykırıma karşı TMT-Türkiye
Uluslararası arenada istediğini alamayan Yunanistan, adanın kontrolünü ele geçirebilmek ve Türk nüfusunu sindirebilmek adına EOKA örgütü taşeronluğuyla kanlı planlarına başlamaya hazırlanıyordu. Türkiye’de bu duruma sessiz kalmayarak adadaki Türkleri silahlandırma ve eğitme faaliyetlerine başlayacaktı. İlk olarak Kıbrıslı Türkler 1956 yılında Volkan teşkilatını kurdular. Aradan iki yıl geçtikten sonra Rum çetecilere karşı mücadelenin Türkiye tarafından destek görebilmesi maksadıyla Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu Kıbrıs’taki genel durumdan haberdar ettiler. Merhum Zorlu’nun da meseleye büyük ehemmiyet vermesiyle birlikte Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT), Türkiye Cumhuriyeti tarafından örtülü bir şekilde desteklenmeye başlandı. TMT’nin ilk lideri olarak kabul edilen Yarbay Ali Rıza Vuruşkan (Bozkurt kodlu) ise İş Bankası müfettişi olarak adaya geçti ve sonrasında TMT’nin üyeleri olan mücahitleri eğitmek ve donatmak ile görevlendirildi.
Şubat 1959’da ise İngiltere, Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan Zürih ve Londra Antlaşmalarıyla adada üç garantör devlet ortaya çıkacaktı. Bu antlaşmaları takip eden günlerde Kıbrıs Cumhuriyeti resmen kurulmuş olacaktı.1960 yılında Türkiye’de yaşanan darbe şüphesiz ki Kıbrıs Türk davasını da oldukça derinden etkileyecekti. TMT, Yassıada yargılanmalarında, Menderes’in sessiz kaldığı, devlet sırrı olarak koruduğu konulardan biri olacaktı.
1963 yılının son günlerine gelindiğinde ise adada kızılca kıyamet koptu. EOKA terör örgütü Kanlı Noel adı verilen bu soykırım faaliyetlerinde 103 Türk köyüne saldırı düzenledi. Bu saldırılar içerisinde Kumsal Baskını olarak bilinen ve o dönemki Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alay Komutanlığında görevli olan Tabip Binbaşı Nihat’ın evine yapılan saldırı yürekleri sızlatacak cinstendi. Binbaşının olmadığı bir vakitte Rum teröristler eve baskın vermişlerdi. Bu baskında küvete çocuklarıyla saklanan Binbaşının eşi Mürüvet Hanım ve üç erkek çocuğu şehit edilmişti. Halen bu ev (Barbarlık müzesi) sanki o katliam günü daha dün gibiymişçesine bütün vahşeti anlatan bir şekilde tanık olarak durmaktadır. Rumların bu derece gözünün dönmesinin sonuçları bir vahşetti. Rumlar bu kısa sürede yüzlerce Türkü şehit etmiş ve binlercesini de bulundukları yerlerden göçe zorlamışlardı.
Takvimler 1964 yılının ağustos ayını gösterdiğinde bölgede görevli Türk Hava Kuvvetlerine bağlı bir F-100 uçağı Rum çeteciler tarafından yerden isabet ettirilerek düşürüldü. Uçak pilotu paraşütle atlamasının ardından kısa süre sonra Rum çeteciler tarafından yakalandı. Esir alınan pilot uluslararası savaş hukuku çiğnenerek işkenceler gördü. Bu işkencelerde pilotumuzun çeşitli uzuvlarının kesildiği, ezildiği ve iç organlarından bazılarının çıkartılarak şehit edildiği anlaşıldı. Bugün birçoğumuzun adını duyduğu o kahraman pilotumuz Cengiz Topel’in ta kendisiydi.
1967 yılına gelindiğinde Rum teröristler bir kez daha soykırımcı faaliyetlere başlamışlardı. Hatta bu yıllarda Yunanistan gayri resmi bir şekilde adaya binlerce askerini yerleştirdi. Türkiye’nin askeri müdahale hazırlıkları son aşamaya gelindiğinde ise devreye bu sefer yeni dünyanın sözde süper kahramanı ABD girecekti. ABD’nin arabuluculuğu sonucunda Türkiye adaya askerî harekât yapmaktan son anda vazgeçtirildi. ABD’nin baskılarıyla Yunanistan askerleri girdikleri köylerden çekilirken, geride onlarca Türk insanını gözlerini kırpmadan katledeceklerdi.
Cesuruz, geldik ve aldık…
15 Temmuz tarihi şüphesiz ki yakın tarihimiz açısından oldukça önemlidir. Aynı şekilde Kıbrıs tarihi açısından da oldukça önemli bir yere sahiptir. 15 Temmuz 1974 yılında Yunanistan’daki askeri cunta, Kıbrıs’ta kontrolü tamamen ele geçirebilmek adına Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Makaryos’a bir darbe düzenledi. Darbe soykırımcı zihniyet adına başarılı olmuş olsa da artık Türkiye’nin de beklemeye ya da oyalanmaya tahammülü kalmamıştı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Zürih ve Londra Antlaşmasının ilgili maddelerine istinaden 20 Temmuz 1974 yılında Kıbrıs Harekâtına başladı. Türkiye, soydaşlarının imdadına geçte olsa yetişmiş bir şekilde harekatın ilk kısmını tamamladı. İngiltere’nin ve ABD’nin baskılarıyla birinci harekattan sonra Cenevre görüşmeleri başladı. Görüşmeler esnasında Rum çetecilerin hala soykırımı düşünürcesine olan tutumları ve faaliyetleri Türkiye’nin masadan kalkmasına ve ikinci harekata başlamasını sebep oldu. 14 Ağustos sabahının ilk dakikalarında başlayan ikinci harekât ile birlikte Türk ordusu üç gün içerisinde adanın yüzde otuz sekizini ele geçirmiş oldu. 1975 yılında Kıbrıs Türk Federe Devleti ve ardından 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurularak soydaşların güvenliği tamamen sağlanmış oldu.
Kıbrıs Türklerinin ve anavatanın haklı davası günümüzde bile ne yazık ki tartışılmakta. İnancı, namusu ve davası için mücahitlerin ve Mehmetçiklerin kanlarıyla yıkanan bu toprakların şu anki bazı sakinleri tarihten bir ibret alamamaktadır. Bizler Kıbrıs’ın özelinde şehit olan Mürüvet Hanımları, Bayram Gümüşleri, Cengiz Topelleri ve isimsiz birçok kahramanın aziz hatırasını büyük bir saygıyla anarken, bir kez daha bu aziz toprakların ne denli zor günlerden geçtiğini hatırlatarak şühedanın hatırasına sahip çıkmaya çalışıyoruz.
Kıbrıs’ta askerlik görevi yaptığım süre zarfında kocası şehit düşmüş bir Kıbrıslı ihtiyar kadının her cuma günü köyüne yakın birlikleri askeri üniformasıyla dolaşıp onun deyimiyle “Memetçik” deyip sarılması gibidir bu dava. Bu dava, nice Raufların, Bülentlerin, Necmettinlerin ve adını bilemediğimiz nice soydaşımızın sırtına yüklediği, soykırımcının kulağına “Cesuruz, geldik ve aldık…” diyen Mehmetçiğin ve Kıbrıs’ta Hz. Osman döneminde gerçekleşen fetihte şehit olan efendimiz Hz. Peygamber’in halasının haklı davasıdır!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.