Tarım'ın Kara Kutusu : Pestisitler (1)
Modern tarımın görünmeyen yüzü çoğu zaman bir kimyasal şişesinin içinde saklıdır. “Verimi artırmak”, “zararlıları yok etmek” gibi masum görünen amaçlarla kullanılan pestisitler, aslında tarımın en keskin bıçağıdır. Bir yüzü toprağı, ürünü ve üreticiyi kısa vadede korurken; diğer yüzü sessizce doğayı, insanı ve geleceği zehirler. Bugün bir pazar tezgâhında parlayan domatesin ardında, çoğu zaman tarım zehirleriyle iç içe geçmiş bir üretim zinciri vardır.
Pestisit kelimesi kulağa teknik gelir; sanki bir laboratuvar terimi gibi bilimin elinde zararsız bir araçtır. Oysa köyde yaşayan bir çiftçinin dilinde bu kelime başka bir anlama bürünür: Zehir. Çünkü o çiftçi bilir ki rüzgârın yönü değiştiğinde, elindeki sıvı sadece böceği değil, nefesini de hedef alır. Her ilaçlama sonrası yanan boğazlar, kaşınan eller, kuruyan toprağın sesi, pestisitin gerçekte ne olduğunu anlatan en samimi tanıklıklardır.
Bir zamanlar tarımın bereket sembolü olan toprak, artık kimyasallarla dolu bir laboratuvar deneyi alanına dönüştü. Her yıl binlerce ton pestisit toprağa, suya ve havaya karışıyor. Pestisit kalıntıları sadece tarlada kalmıyor; sofralara, hatta anne sütüne kadar ulaşıyor. Bilimsel araştırmalar, pestisitlerin bağışıklık sistemi bozukluklarından kansere kadar uzanan ciddi sağlık sorunlarına yol açtığını söylüyor. Buna rağmen, “zararlı böceklerle mücadele” bahanesiyle bu kimyasalların kullanımı artmaya devam ediyor.
Sorunun en tehlikeli yanı ise görünmezliği. Pestisitler bir salgın gibi değil; sessiz, renksiz, kokusuz ilerler. İnsan vücuduna damla damla girer, yıllar sonra etkisini gösterir. O yüzden pestisitler, modern çağın en sinsî zehirleridir. Üstelik sadece insanı değil, tarımsal ekosistemi de bozarlar. Toprağın mikrobiyal dengesi değişir, arılar ölür, su kaynakları kirlenir. Kısacası, bir dönüm tarlayı kurtarmak için bütün bir gezegeni kaybederiz.
Elbette kimyasal kullanmadan tarım yapmak kolay değil. Ancak kolay olan her yol, doğru yol değildir. Organik ve biyolojik mücadele yöntemleri, yerel tohumlar, doğal gübreler gibi alternatifler uzun vadede hem üreticiyi hem tüketiciyi korur. Tarımsal politikaların da artık “verim” merkezli değil, “yaşam” merkezli olması gerekir. Çünkü toprağın bereketi kimyasallardan değil, doğanın dengesinden gelir.
“Pestisit” sözcüğünü duyduğumuzda, sadece bir tarım ilacını değil; geleceğimizin kimyasal kaderini düşünmeliyiz. Soframıza gelen her sebze, her meyve aslında bir tercih meselesidir. Ya kısa vadeli kazanç uğruna doğayı zehirleyeceğiz ya da toprağı, suyu ve havayı koruyarak sürdürülebilir bir üretim anlayışını seçeceğiz.
Pestisit diye yazılır, ama aslında doğanın kalbine yavaşça sızan bir tarım zehiri diye okunur. Ve bu zehri durdurmak, sadece çiftçinin değil, o sofrada oturan hepimizin sorumluluğudur.
 
                                             
                         
                         
                         
                         
                                                                     
                                                                     
                                                                    