Bekir Salih KORKMAZ

Bekir Salih KORKMAZ

Hacı Veyiszade Hoca'dan 28 Şubat'a

Hacı Veyiszade Hoca'dan 28 Şubat'a

“İkinci Mevlana” olarak bilinen ve Konya İmam Hatip Lisesi'nin açılışı ve inşasında öncülük eden Hacı Veyiszade Hoca’ya göre imam hatip okulunda derste olmak cennette olmak demekti. Bu yüzden ders esnasında dalıp gidenlere “Rabbimin cennetini bırakıp nereye gidiyorsunuz?” derdi.

Konya İmam Hatip Okulu'nda kendisiyle birlikte öğretmenlik yapan Yaşar Gökçek hocaya “Oğlum! Beş vakit namazdan sonra yapacağın en büyük ibadet, imam hatip mektebine hizmettir.” demişti. Bu okulu her şeyden üstün tutar, talebeleri için etrafına şöyle derdi:

“Bu çocuklar meleklerin kanatlarıyla korunuyorlar. Bu memleketi onlar ileriye götürecekler. Bu milletin sönen, söndürülen kandillerini onlar uyandıracak.”

İmam hatip okulunun inşası için gittiği yerlerde ve camide yaptığı vaazlarda sıklıkla şunları söylemiştir:

“Efendimiz (as); Kıyametin hemen sonra kopacağını bilseniz bile fidan dikin, demiş. Biz işte şu an onu yapıyoruz. Kıyametin kıyısında insan fidanları bahçesi oluşturmaya çalışıyoruz, imam hatip mektebi açıyoruz. Bu bahçede ülkemiz ve insanlık için fazilet fidanları yetişecek. Bu mekteplerde yetişecek çocuklar herkese iki cihan azizliği hizmetleri taşıyacaklar.”

Hükümetin bu mektepleri açma konusunda samimi olmadığını, halkın baskısıyla açıldığını ve en ufak bir olumsuzlukta kapatmak isteyeceklerini iyi biliyordu. Bu mektepleri açık tutmaya, ayakta tutmaya çok önem verirdi. Talebelerinden Şükrü Bağrıaçık şöyle anlatıyor:

Bir gün dersteyiz. O gün biraz gevşemiştik galiba ki Hoca Efendi şahin gibi atıldı: “Nadas tarlada karıncanın yürüdüğü gibi ağır aksak, dinlene dinlene ders okunmaz!” dedi. Sonra da tatlı bir sesle “Yine de Allah razı olsun sizden. Ya siz de gelmeyiverseydiniz...”

Şu olay onun imam hatip davası için nasıl fedakârâne mücadele ettiğini göstermesi açısından bize güzel bir örnektir:

Bir gün Aziziye Camii’ndeki odasında insanların derdini dinlerken imam hatip okulu müdürü de gelir. Müdür, Hacı Veyiszade Hoca için devrimlerden bahsetmediğini belirten bir şikâyet yazısı yazmıştır. Oda dolu olduğundan yere oturur. Müdürün geldiğini gören Hoca;

“Müdür oraya oturmaz. Müdürün yeri orası değil, baş taraftır.” der ve müdürü yanına çağırır. Müdür, Mustafa Kurucu’nun kulağına eğilerek bir şey söyler ve çıkar. Herkes dağılıp çıktıktan sonra cemaatten Mehmet Bey dayanamayıp Mustafa Hoca'ya:

“Hocam, o münafık bu iltifata değmez. Onu şımartıyorsunuz.” der. Mehmet Bey’i dinleyen Mustafa Hoca hoş tebessümü ile Mehmet Beye cevap verir:

“Aslan Mehmet’im. Ben onu tanırım, gönderdiği yazıdan da haberim var. Fakat ben bugüne kadar talebe yokluğundan şikâyet ettim. Talebe okutmak isterdim, okutacak talebe bulamazdım. Medreseleri kapatanların kapıları kapansın, derdim. Bugün medreseler açıldı. Talebe çoğaldı. Benden hizmet etmem, ders okutmam, talebe yetiştirmem bekleniyor. Benim davamın düşmanı olanlar bana bu işi yaptırmamak, beni bu meydandan uzaklaştırmak isterler. Vallahi beni bu meydandan ancak ölüm koparır. Bir talebenin yetişmesi uğruna bin münafığın kahrını çekerim.”

Benzer tavrı imam hatiplerin açılışında destansı gayretleri olan Celal Hoca’da da görmekteyiz. İstanbul imam hatip okulunu kurduktan birkaç yıl sonra okul müdürlüğü vazifesinden alınmış, yerine imam hatiplere öğrenci gelmemesi için uğraşan bir müdür atanmıştı. Bu şahıs bir keresinde yaşını bahane ederek bir talebenin kaydını yapmamıştı. O öğrenciyi teselli etmek de Celal Hoca’ya düşüyordu:

“Üzülme evladım. Bu mektepler gerçek idarecileri buluncaya kadar bu müdürler başımıza bevletse de katlanacağız.”

İmam hatip okulları onlar için ve milletimiz için çok şey ifade etmekteydi. Bu sebeple imam hatip okulları kuruldukları günden itibaren hep birilerine dert oldu, rahatsızlık verdi. Kökü bu milletten olmayanlar, özellikle 28 Şubatçılar bu okulları kapatmaya ya da en azından okulların içini boşaltmaya, kodlarıyla oynamaya çalıştılar. O yıllarda Beyşehir Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde ortaokul öğrencisiydim ve yapılanları yaşayarak gördüm, bildim.

İmam hatip atmosferini bozmak, öğrencileri başörtüsü ve tesettür bilincinden uzaklaştırmak istediler. Bunu da bir anda değil, yavaş yavaş yaptılar. Önce bahçede yasaklandı başörtüsü. Hal böyle olunca kızlar bahçeye çıkmaz oldu. Yasak bu kez okul içine sıçradı. Koridorlarda başörtüsü ile gezilmesi yasaklanınca kızlar okul koridoruna da çıkmaz oldu. Sonraki aşamada yasak sınıflara taşındı. Kur'an dersi hariç sınıflarda baş örtmek yasaklandı ve yasağın sıkıca takibi yapıldı. Kurala uymayanlar okuldan ayrılmak zorunda kaldı. Kurala uyanlarda ise tesettür bilinci yara aldı. Surda açılan delik büyüdükçe büyüdü.

Bununla da kalmadı malum zihniyet. Kızlarla erkekleri önce aynı binaya, sonra da aynı sınıfa soktular. Celal Hocaların İstanbul’da, Hacı Veyiszadelerin Konya’da, Halit Ceylanların Beyşehir’de ilmik ilmik, emek emek kurdukları okul, oluşturdukları atmosfer yerini kuru bir tabelaya, karma liselerin benzeri bir yapıya dönüştü. Evladını kız-erkek ayrı okullara göndermek isteyenlerin elinden bu imkân alındı. Bu zihniyetle mücadele edecek Celal Hocalar, Hacı Veyiszadeler ve onlara destek olacak fedakâr gönüller olmayınca din eğitimi ve öğretimi büyük zarar gördü.

28 Şubat post-modern darbesi 1997’de yaşandı. Ülkemiz için, daha doğrusu dinini yaşamak isteyenler ve imam hatipliler için büyük bir yaraydı. Darbeyi yapanlar kurdukları düzenin bin yıl süreceğini iddia ettiler. Aradan 30 yıla yakın bir süre geçti. Bin yıl sürecek dedikleri 28 Şubat bitti mi? Bitmedi. Yaşamaya devam ediyor. Nerede mi? Merak etmeyin yakınlarda değil. Kıbrıs’ta. Okullarda başörtüsü sorun olmuş da... Türkiye’deki imam hatiplerde her şey yolunda...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bekir Salih KORKMAZ Arşivi