Borçla Ekilen Topraklar: Krediye Dayalı Tarımın Sessiz Çöküşü
Bir zamanlar toprağa düşen her tohum umut demekti; şimdiyse çoğunlukla bir borcun taksididir. Çiftçinin sabanı yerini banka dosyasına, mevsim takvimi ise vade planlarına bırakmış durumdadır. Tarım, doğayla kurulan kadim ilişkiden koparak bankacılık jargonuna teslim olmuş vaziyettedir. Artık bir üretim sezonunun başarısı, iklim verilerine değil, kredi notuna bağlı olarak şekilleniyor. Bu yeni düzenin en büyük çelişkisi, toprağa emek veren çiftçinin, artık doğaya değil borç sarmalına çalışıyor oluşudur.
Tarımsal üretimin finansallaşması, kırsalın hafızasında derin bir kırılma yaratmıştır. İmece kültürünün yerini bireysel borçlar, dayanışmanın yerini bankaların ödeme planları almıştır. Mazot, gübre, ilaç ya da traktör lastiği… Bunların her biri çiftçiyi yeni bir borç kapısına yönlendirir. Tohumdan hasada kadar geçen her aşama, artık ekonomik bağımsızlıktan çok borç yönetimi becerisi gerektiriyor. Traktör motoru çalışmadan önce bankanın onayı alınır; fide ekilmeden önce taksit planı hazırlanır.
Bu döngü özellikle küçük ve orta ölçekli üreticiler için yıkıcıdır. Girdiler peşin alınır, ürün ise vadeli satılır. Daha ekim başlamadan borca yazılan üretim, hasat zamanı gelmeden kaybettirir. Ürününü değerinin çok altında elden çıkaran çiftçi, ne maliyetini karşılayabilir ne de borcunu kapatabilir. Bu yapıda üretim, amaç olmaktan çıkar; bir borcu ödeyebilme aracına dönüşür. Böylece çiftçi, toprağın sahibi değil, geçici bir çalışanı hâline gelir.
Krediyle çevrilen bu sistem sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal bir yıkım yaratmaktadır. Borç sarmalı içindeki üretici, köyünü terk eder; gençler tarımdan uzaklaşır, yaşlılar ise yalnızlaşır. Göç, sadece fiziksel bir yer değiştirme değil, aynı zamanda bir kültürün, bir hafızanın da geride bırakılması anlamına gelir. Şehre yönelen her çiftçi, geride yalnızca tarlasını değil, geçmişini de bırakır.
Çevresel etkiler ise bu tabloyu daha da karanlıklaştırır. Borcunu kapatmak zorunda olan çiftçi, verimi kısa sürede artırmak için toprağa aşırı kimyasal yükler. Bu durum, toprak sağlığını bozar, su kaynaklarını tüketir ve ekosistemi geri dönüşsüz biçimde tahrip eder. Gerçekte sürdürülebilirlik, yalnızca kampanya afişlerinde yaşar; sahada ise borcun sürdürülebilirliği esastır. Tarımsal planlamalar, doğanın ritmine göre değil, taksit ödeme tarihlerine göre yapılır.
Üretici üzerindeki baskı yalnızca bankalardan değil, kooperatif ya da şirketlerden de gelmektedir. Sözleşmeli tarım uygulamaları, çiftçiyi neredeyse bağımsız karar alamayan bir işçiye çevirir. Ektiği ürünün kârı daha tarladayken elinden alınmıştır. Alın teri, daha kurumadan faiz hesaplarına yazılır. Bu sistem, üreticiyi görünmeyen bir zincirle bağlar ve emeğini dolaylı yoldan sömürür.
Peki bu çıkmazdan çıkış mümkün müdür?Evet, ancak bu mevcut sistemin radikal biçimde sorgulanmasını gerektirir. Öncelikle, üreticinin yaşama hakkı, üretim hakkından ayrı düşünülemez. Çiftçi sosyal güvenlik sistemine entegre edilmeli, tarımsal faaliyetler borçsuz yapılabilir hâle getirilmelidir. Devletin planlayıcı ve yönlendirici bir aktör olarak yeniden sahaya dönmesi elzemdir. Kooperatifçilik güçlendirilerek üreticiler kolektif yapılar içinde desteklenmelidir. Tarım ve kooperatifçilik siyasallaşmadan çıkmalıdır. Tarımsal kredi sistemi, düşük faizli, geri ödemesi hasada dayalı ve çiftçiyi yormayan bir modele dönüşmelidir. Yerli girdi üretimi desteklenerek dışa bağımlılık kırılmalıdır.
Unutulmamalıdır ki tarım, krediyle değil; bilgiyle, deneyimle ve dayanışmayla yürütülür. Toprak, parayı değil, sabrı ve emeği anlar. Bugün krediye yaslanan bu model, yalnızca ekonomik bir çöküşü değil, aynı zamanda toplumsal ve çevresel bir tükenişi işaret etmektedir. Eğer toprak sadece borç ödeyen bir varlık gibi görülmeye devam ederse, bir gün o toprak da üretmeyi reddedecektir. Çünkü borçla ekilen toprak, geleceği değil; sadece kaygıyı, göçü ve sessizliği büyütür.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.