21.YY’da Türkiye ve Körfez Ülkeleri Arasında Su, Tarım, Petrol ve Güvenlik İşbirliği
Basra Körfezi’nin çevresindeki ülkeler, Dünya’daki kullanılabilir doğalgaz ve petrol kaynaklarının en az yarısına sahiptir. Burası aynı zamanda Hürmüz Boğazı ve Çin’in Kuşak-Yol Projesinin de üstünde bulunan, Doğu-Batı ticaret yollarının güzergâhı konumundadır.
Tarih boyunca Sümerler, Babiller, Abbasiler ve Osmanlılar gibi büyük medeniyetlerin kurulduğu, Verimli/Stratejik Hilal Bölgesinin doğu ucunda bulunan Türkiye ve Batı ucunda bulunan Basra Körfezi ülkeleri arasında yeni bir tarihi süreç başladığı görülmektedir. Bu yazıda enerji, su, tarım ve güvenlik konuları üzerinden, bir kurumsal yapıya cevap aranacak.
https://insamer.com/tr/dunyanin-enerji-gorunumu_388.html 14.12.2021
Osmanlı İmparatorluğu ve Basra Körfezi ilişkileri, 1510 yılından itibaren Osmanlı İmparatorluğunun, Şark’ın değerli bir ilim adamı olan Mevlana İdris-i Bitlisi’nin olağanüstü çabalarıyla, Osmanlı’nın 18 Kürt Beyliğiyle İran’a karşı yaptığı ittifakla başlamıştır. Bitlis’i, Yavuz Sultan Selim’e bu ittifakla, iki ay içinde Şam ve Bağdat’ın anahtarlarını vaat etmiştir. Gerçekten de önce İran’a karşı Çaldıran zaferi kazanılmış (1514) ardından da Mısır (1517) fethedilmiştir. Böylece günümüze kadar sürecek Türkiye-Körfez ilişkileri başlamıştır. Örneğin, bu dönemde 1918 yılına kadar adeta bölgenin ana damarları olan Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde taşımacılık yapılacak ve Basra’dan Diyarbakır, Birecik ve İskenderun’a kadar insan ve mallar keleklerle taşınacaktı.
Dicle Nehri Üzerinde Kelek yolculuğu /Diyarbakır’dan Musul’a
Tıpkı bugünkü gibi Çin’in Kuşak Yol projesindeki ana yollar, o zamanlarda da Hint ve Çin mallarını, Körfez üzerinden Anadolu ve Avrupa’ya aktarmaktaydı.
Osmanlı İmparatorluğu, İran sınırını Sünni Kürtler üzerinden kontrol altında tuttuktan sonra (Kasr-ı Şirin-1639) adeta doğal bir sınır olan Torosların sağa kıvrılıp Zağros Dağları olarak Basra Körfezine inmesi, bölgeyi Akdeniz’le Basra arasında, kaderi birbirine bağlı doğal bir bahçe duvarına çevirmiştir. Körfez ülkeleri ise su ile İran’dan ayrılmıştır.
En az dört asır süren Osmanlı dönemi ve sonrasındaki yarım asırda balıkçılık ve inci satışıyla ayakta duran Körfez Bölgesi, başta Kuveyt olmak üzere Bahreyn ve Katar, bölge halkı içinden yerel idareciler tarafından yönetilmiştir. Örneğin, bugün Katar’ın kurucusu olan Şeyh Casim El Sani, vasiyetinde, “Osmanlılarla kavgaya girme” çünkü Portekiz ve İran sahilden, bedeviler de Çölden talan için gelebilirken, tek kurtarıcı Basra’dan gelecek Hilafetin merkezi Osmanlı idi.
İyi bir denizci ülke olan Umman, Osmanlıların daima yanında yer almışlardı ve Pakistan’a kadar bir alanı kontrole diyorlardı. Ancak Osmanlının çökmesiyle Körfez de yavaş yavaş arkeolog, seyyah, tüccar, misyoner ve askerlerle başlayan İngiltere’nin işgaline girmişti.
21.Yy’da Türkiye Körfez İlişkileri: Su, Petrol, Tarım ve Güvenlik
1979-88 yılları arasında Irak ve İran savaşında, Irak adeta bir enkaza dönüştü. Irak lideri Saddam Hüseyin, 8 yıllık anlamsız savaşın maddi-manevi sıkıntılarını kapatmak için, ABD’nin de onayıyla Kuveyt’i işgal etti. Saddam bu işgalin bedelini Irak’ın ve kendi idamıyla da ödeyemedi. Irak şu an en az üçe bölünmüş ve ABD-İran işgali altında bulunmaktadır.
II. Dünya savaşından sonra İngiltere’nin Körfezden çekilip yerini ABD’ye bırakmasından sonra, ABD bölgeyi petrol çıkarları için hayati önemde görmüş ve herhangi bir dış müdahaleyi, Carter ve Reagan doktrinleriyle savaş sebebi saymıştır.
İran’a karşı duyulan korku ve iç ilişkilerini geliştirmek için altı Körfez ülkesi arasında 1981 yılında kurulan Körfez İşbirliği Konseyi, 2017 yılında Katar’a uygulanan ambargoyla esasen fiilen çöktü. Katar’ın imdadına Türkiye yetişti.
Bugün benzeri durum işgal atındaki Irak ve Suriye için de geçerlidir. Yemen’in, İran ve Körfez ülkeleri arasında savaş alanına dönüşmesi ve Mısır’ın içe kapanması nedeniyle İran tarafı (Husi) galip görülmektedir.
Lübnan, Suriye ve Irak yolunda İran, şimdiye kadar Körfez ülkelerine üstünlük sağlamış görülmekte ve Arap yarımadası kuşatılmış durumdadır. Bundan kurtuluşun tek yolu Türkiye ile yapılacak bir işbirliğinde görülmekte ve tarih bu anlamda beş asır önceki gibi kader olan coğrafya bugün de su, toprak, petrol ve güvenlik için tekrar işbirliği yapmak zorundadır. Son 5 yılda BAE’den sonra Suudi Arabistan da Türkiye ile görüşmeler yapmaktadır.
Özellikle ve Fırat ve Dicle nehirlerini GAP ile kontrol atına alan Türkiye’de yetişen tarım ürünlerine ve tatlı suya Körfez ülkeleri ciddi ihtiyaç duymaktadır. Bu, güvenlik ve petrol kadar hayatidir.
Son zamanlarda Katar ve BAE ile enerji, sağlık, tarım, lojistik, nakliye, endüstri, altyapı, finans ve turizm alanlarında imzalanan anlaşmalar, Türkiye ve Körfez ülkeleri arasında gelecek kurumsal bir yapının ilk adımları olarak görülmektedir. Çünkü bölgesel bir güçten küresel güç olmaya evrilme aşamasında olan Türkiye de bölgenin bol dolarlı yeşil sermayesine ve enerji kaynaklarına muhtaç görülmektedir.
Aynı şekilde parçalanmış ve İran’a karşı oldukça savunmasız olan Bölge’yi korumak, sadece Türkiye tarafından mümkün görülmektedir.
Bu nedenle bu yıl içinde Katar ve BAE’den gelen milyar dolarlar özellikle askeri ekonomi alanında hızla büyüyen Türkiye’ye can suyu olmaktadır. Aksi takdirde Irak, Suriye ve Yemen’i yıkan İran’ın bir adımlık mesafedeki birer lokmalık olan Bahreyn ve Katar’ı yutması için bir neden yoktur.
Afganistan’da yenilmiş, Ukrayna ve Çin Denizinde yoğunlaşan bir ABD iç sorunlarla da boğuşurken, Bölgenin tek kadim dostu Türkiye görülmektedir.
Türk Dünyasıyla ve Kafkasya zaferiyle Çin ve Rusya ile iyi ilişkilere sahip olan Türkiye, Körfez ülkeleri arası Su, Tarım ve Enerji Paktı neden olmasın? Coğrafya, kaderimiz ve tarih de geleceğimiz demektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.