Hasan DURUCAN

Hasan DURUCAN

DÎVÂN-I KEBÎR

DÎVÂN-I KEBÎR

Mevlânâ Celâleddin Horasan’da şiir söylemek ve yazmaktan daha ayıp bir iş olmadığını, şiir söylemeye kendisini sevenlerin isteği üzerine başladığını, ülkesinde kalsaydı ders vermek, kitap yazmak ve zâhidlikle vaktini geçireceğini söyler. İlk zamanlarda tekellüf İle şiir söylemeye istek duyduğunu, şiirlerinin dinleyenlere tesir ettiğini, daha sonra bu isteğin azaldığını ancak şiirlerinde yine de o tesirin bulunduğunu bildirir. Mevlânâ’nın ilk döneminde söylediği şiirler Şems-i Tebrîzî ile buluşmasından önceki devreye ait olmalıdır. Sultan Veled İbtidânâme’de, Mevlânâ’nın Şems’ten sonra kendini şiire verdiğini söylediğine ve diğer şairlerin şiirleriyle velîlerin ilhama dayanan, Kur’an sırlarını açıklayan şiirlerini kıyasladığına, Enverî ve Zahîr gibi dünyevî şairlerle Senâî, Attâr ve Mevlânâ gibi şairlerin şiirlerini ayrı görmek gerektiğine dair bilgi verdiğine göre Dîvân-ı Kebîr’deki şiirlerin çoğunun Şems ile buluşmasından sonra söylendiğini kabul etmek gerekir.

Mevlânâ’nın Şems ile buluştuktan sonra şiirlerinde genellikle Şems mahlasını kullandığı, Şems’ten önce yazdığı şiirlerindeki Hâmûş mahlasının da Şems’le ilgili olup olmadığı bilinmemektedir. Ancak Hâmûş mahlaslı şiirler içinde daha çok zâhidâne olanlarının ilk döneme ait şiirler olması muhtemeldir. Öte yandan bazı şiirlerini yaktığı, sebebi sorulunca da, “Gökten geldi, göğe gitti” dediği şeklindeki rivayet doğruysa bu şiirler herhalde Şems ile buluşmasından öncesine ait olmalıdır.

vizyon-1.jpg

Mevlânâ’nın çeşitli yer ve zamanlarda özellikle semâ sırasında duygularını irticâlen dile getirdiği şiirler, “Kâtib-i Esrâr” denilen özel kâtipler tarafından anında kaydediliyor ve söylendikleri aruz bahirlerine göre düzenleniyordu. Böylece aruz vezninin yirmi bir ayrı bahrinde söylenmiş, her bahri birer divançe teşkil eden büyük bir divan meydana gelmiştir. Halifesi Hüsâmeddin Çelebi, Mevlânâ’ya divanlarının sayısının arttığını ve ününün doğuya ve batıya yayıldığını söylerken bahirlere göre düzenlenmiş bu defterleri kastetmektedir. “Şiir de nedir ki ondan söz edeyim, şairlerin hünerlerinden başka hünerim var benim” diyen Mevlânâ’nın söylediği şiirlerin hiçbirini eline kalem kâğıt alarak bizzat tesbit etmemiş olması, onun şiir söyleme veya yazma endişesi içinde olmadığını gösterir. Özlü bir bilgiye, çok duyarlı bir çağrışım yeteneğine, olağan üstü ve özgün bir buluş kudretine sahip olan Mevlânâ, günlük olaylardan etkilenerek çok defa vecd içinde semâ ederken duyduklarını vezin ve kafiye potasına döküp söylemeye başlardı. Mes̱nevî’yi didaktik bir eser sayıp asıl lirik şiirlerinin Dîvân’da bulunduğunu söyleyenler bulunmakla birlikte bu iki eser arasında üslûp, ifade ve heyecan bakımından hiçbir fark yoktur.

Mevlânâ Mes̱nevî’de olduğu gibi Dîvân’da da Horasan’ın halk Farsça’sını kullanmıştır. Şiirlerine giren Arapça parçalar ve beyitler halk Arapça’sı olduğu gibi Rumca şiirleri de XIII. yüzyılda Anadolu’da konuşulan halk Rumca’sıdır. Böyle olmakla beraber şiirlerinde âmiyânelik yoktur. Mısra ve beyit yapısı sağlamdır. Kullandığı kelimeleri değiştirip daha güzellerini daha âhenklilerini bulmaya imkân yoktur. Mevlânâ’ya göre vezin, kafiye, hatta söz ve ses mânayı kayıtlayan unsurlardır. Mânayı daralttığı için harfi bile kınar; söze sığmayan mânanın vezin ve kafiyeye hiç sığamayacağını söyler. Birçok gazelinde vezinden şikâyet eder. Kafiyeleri çoğunlukla tam kafiye olmamakla birlikte kulağa hoş gelmeyecek kadar bozuk da değildir. Fikirlerinde olduğu gibi şiirlerinde de şekil ve muhteva bakımından geniş bir hürriyet havası hâkimdir. Klasik Doğu edebiyatında mesneviler dışındaki türlerde beyit hâkimiyeti vardır. Bir beytin diğer beyitle anlam ilgisi yoktur. Gazelin belli bir beyit sayısı vardır. Mevlânâ’nın her şiiri ise bir bütündür. İlk beyitte hangi fikri ele almışsa son beyte kadar o fikri işler. Beyit sayısı da belirsizdir; üç dört beyitlik gazellerinin yanı sıra âdeta bir kaside niteliğini taşıyan doksan beyitlik gazellere de rastlanır.

vizyon-7.jpg

Döneminin bütün bilgilerini kavramış, Hint-İran, Yunan-Roma mitolojisini bilen, yeri gelince âyet ve hadislerden faydalanan bir bilgin olan Mevlânâ’nın şiirlerinde halk unsurlarının önemli bir yeri vardır. Türk atasözleri, gelenekler, töreler, halk deyimleri, halk inançları, eski devirlerin kanaatleri, köyler, şehirler ve sokaktaki delilere taş atan çocuklardan rüşvet yiyen kadılara kadar çok geniş bir sosyal çevre divanın panoramasını belirler.

Şems’in ona Mütenebbî divanını okumasını yasaklaması, Mevlânâ’nın Arap edebiyatı ile ne kadar yakından meşgul olduğunu gösterir. Onun İran edebiyatını bütün incelikleriyle bildiği şüphesizdir. Şiirleri arasında Rûdekî’yi, Menûçihrî’yi, Nâsır-ı Hüsrev’i, hatta Hayyâm’ı, özellikle Senâî ve Attâr’ı hatırlatanlar vardır.

Çok geniş bir hacme sahip olduğundan Dîvân-ı Kebîr adı verilen esere şiirlerde genellikle Şems, Sems-i Tebrîzî mahlasları kullanıldığından Dîvân-ı Şems veya Dîvân-ı Şems-i Tebrîzî adı da verilmiştir. Dîvân’ın yazma nüshaları 30.000 beyit ile 50.000 beyit arasında değişir. Asıl muteber nüshaları 43.000 beyitten fazladır. Bu nüshalarda şiirler bahirlere göre sıralanmış ayrıca her bahirdeki şiirler kafiyelerine göre alfabe sırasına konulmuştur. Eserin bazı basımları ile yazma nüshalarında Sultan Veled, Cemâleddîn-i İsfahânî, Enverî, Şems-i Tâbesî ve Şems-i Meşrikī’nin gazellerine de rastlanır. Dîvân’daki rubâîler genellikle ayrı bir eser olarak derlenmiştir.

vizyon-12.jpg

Reynold A. Nicholson ilk defa İngilizce’ye çevirdiği kırk sekiz gazeli metinleriyle birlikte “Selected Poems from the Divan Shams-i Tabriz” adıyla yayımlamıştır. Mithad Bahârî, İranlı şair ve tezkire yazarı Rızâ Rızâ Kulı Han Hidâyet’in Dîvân-ı Kebîr’den yaptığı ve “Dîvân-ı Şemsü’l-ḥaḳāʾiḳ” adını verdiği üç ciltlik antolojiyi “Divan-i Kebir Seçme Şiirler” adıyla Türkçe’ye tercüme etmiştir. Abdülbaki Gölpınarlı eserden seçip tercüme ettiği 282 gazeli çeşitli konu başlıklarına ayırarak “Dîvân-ı Kebîr, Gül-Deste” adıyla yayımlamıştır. Abdülbaki Gölpınarlı daha sonra Konya Mevlânâ Müzesi’ndeki istinsahı Ekim 1368 tarihinde tamamlanmış iki ciltlik nüshayı esas alarak tercüme etmiştir. Bu tercüme yazma nüshanın düzenine uyularak bahir sırasına göre yapılmıştır.

Dîvân-ı Kebîr’deki rubâîler Türkiye’de ilk olarak Veled Çelebi tarafından yayımlanmış, 1942 rubâî ihtiva eden bu eseri M. Nuri Gençosman “Mevlâna’nın Rubaileri” adıyla Türkçe’ye tercüme etmiştir. Hasan Âli Yücel 167 rubâînin tercümesini, Farsça’ları da Latin harfleriyle yazılmış olarak “Seçme Rubailer” adıyla yayımlamıştır. Âsaf Hâlet Çelebi’nin kendi el yazısıyla metin ve tercümesini ihtiva eden 276 rubâî “Mevlâna’nın Rubaileri” adıyla neşredilmiştir. Abdülbaki Gölpınarlı 210 rubâîyi “Seçme Rubailer” adıyla yayımlamış, daha sonra Dîvân-ı Kebîr tercümesine esas aldığı nüshanın sonunda bulunan 1765 rubâîyi “Rubâîler” adıyla tercüme etmiştir. Rubâîler son olarak Şefik Can tarafından tercüme edilmiştir. 2217 rubâî ihtiva eden bu tercümede rubâîlerin Farsça metinleri de yer almaktadır.

KAYNAK: TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1994 yılında İstanbul’da basılan 9. cildinde, 432-433 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hasan DURUCAN Arşivi