Çiftçi toprağa küserse
Tüm canlıların yaşaması için gerekli olan üç temel ögeden biri de gıdadır. Hava, su kadar beslenmede temel ihtiyaçtır. Bu ihtiyacı karşılayan kahramanlardır çiftçiler. Gerçekten toprağın adamıdır çiftçiler.
Çiftçilerimiz topraktan nasıl ürün elde edeceğini hangi mevsim ne tarlada ne yapacağını ne ekeceğini ne zaman sulama yapacağını ne zaman gübre vereceğini ne zaman hasat edeceğini bilen tarım çalışanlarıdır. Ülkemiz için çok önemli hizmet üreten insan topluluklarıdır.
Çiftçi üretirse gıda vardır. Ekmek vardır, aş vardır. Çiftçi toprağı eker, ekini biçerse üretim vardır. Peki ya çiftçi toprağa küser ve topraktan tarımdan uzaklaşırsa? Peki çiftçi toprağını terk ediyor mu?
Tarım ve Orman Bakanlığının Çiftçi Kayıt Sistemine (ÇKS) göre 2002 yılında yaklaşık 2,6 milyon olan çiftçi sayısı 2019’da 2 Milyona 2020’de 1 milyon 800 bine gerilediği görülüyor. Yani tarımla uğraşan sayımız, çiftçilik yapan insan sayımız gittikçe azalmaya devam ediyor. Neden?
Unutmamalıyız ki yıllardır tarladan soframıza kadar uzanan gıda zincirinde mutlaka bir çiftçinin alın teri vardır. Peki gittikçe çiftçi sayısının azalmasının nedeni bu alın terinin karşılığını alamaması olabilir mi? Ya da bizler bu alın terinin karşılığını veriyor muyuz?
Tarımsal üretimi yapanların üretim maliyetlerinin hızla yükselmesi, mazot ve gübre fiyatlarındaki artışın tarladaki ürünün çıkış fiyatlarına yansımaması nedeniyle kazanamayan çiftçilerimizi geçim derdi için başka alanlara yönlendiriyor. Çiftçi toprağına küsüp köyden kente göçüyor, çiftçilik giderek azalıyor.
Bu arada tarım ve hayvancılık yapmayı, yirmi birinci yüzyılın demode mesleği olarak düşünenlerin sayısının gittikçe arttığını görüyoruz. Para ile her şeyi satın alabileceğini düşünenlere Japonya örneğini vermek isterim.
JAPON SENDRUMU
Yoğun nüfusa sahip ülkeler hızla sanayileşmeye başladıklarında, onları ağır bir biçimde tahıl ithalatına bağımlı kılan üç unsur ortaya çıkmaktadır: Gelirler arttıkça: Tahıl tüketimi artıyor, Tarım arazileri azalıyor, Tahıl üretimi düşüyor.
Günümüzde tahıl ihtiyacının % 70’ini ithal eden Japonya’da yukarıdaki üç etki birlikte görülen örnek bir ülke olduğundan olayların bu şekilde gelişmesine Çevrebilimci Lester R Brown “Dünyayı Nasıl Tükettik” adlı eserinde bu durumu “Japon Sendromu” olarak değerlendiriyor. (Türkiye İş Bankası Yayınları- 2006)
“Japon Sendromu” olarak adlandırılan süreç, gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye’de de benzer bir şekilde yaşanmaya başladı. Yani tarıma elverişli araziler azalıyor, tarım ürünleri tüketimi artıyor ve tarım ürünleri üretimi azalıyor buna bağlı olarak tarım ürünü ithali her geçen yıl artıyor.
Türkiye’nin yüz ölçümünün neredeyse yarısı büyüklüğünde ancak nüfus yoğunluğu, Türkiye’nin üç katı kadar olan Japonya, halkını besleyebilecek tarım ürünlerinin ¾’ünü ithal etmektedir. Türkiye’de ise bu oran 1/5’ seviyesindedir. Japonya'da ülkenin çok büyük bir kısmı dağlık tarım alanı sınırlı olduğundan modern yöntemler kullanılarak tarım yapılmaktadır, bu nedenle ülkede tarım giderek daha maliyetli bir hal alıyor. Japonya’nın ekonomisi bu maliyeti karşılayabilir ama bizim ekonomimiz buna yetemez.
Sonuçta Türkiye’nin Japonya’nın yaşadığı deneyimlerden yararlanması ve gıda güvenliği açısından tarım alanlarının korunması ve tarım çalışanlarının desteklenmesi konuları üzerinde dikkatle durulması, incelenmesi, araştırılması ve gelecek planlamasını buna göre yapması gerekir.
Yurt dışından ithal getirilen ürünler hem pahalı hem de sürdürülebilir değildir. Üreten ülkeler için öncelik kendi vatandaşını doyurmaktır. Yani ekmek için gereken buğdayı üreten ülkeler önce kendi insanının karnının doymasını düşünür.
Tarım arazilerimizin azalması önemli değil Afrika’daki ülkelerden kiralayacağımız tarım arazilerinde üretim yaparız düşüncesinin sürdürülebilir olup olmadığını, bu durum ne kadar verimli olur ne kadar sağlıklı olur uzmanlara sormak gerekir?
AÇLIK MI ÖZGÜRLÜK MÜ?
Bakınız Amerikan Tarım Bakanlığı Tarafından 1953 yılında yayınlanan “Toprağın 7000 Yıllık Öyküsü” (TEMA Vakfı yayınları-1998) kitabının yazarı Walter Clay Lowdermilk, 1938-1939 yıllarında çeşitli ülkelerde medeniyetlerin çöküşü konusunda yaptığı araştırmalarda şu sonuca varıyor:
Çin’deki açlık üzerine yaptığım çalışmalarda, her şeyin yiyecek maddeleri karşılığında alınabildiğini gördüm. Ülkeler, istila ettikleri topraklardaki insanlara boyun eğdirmek için gıda maddeleri dağıtımını kontrolleri altına almışlardır. Eminim mecbur kalsak bizler de yiyecek uğruna özgürlüğümüzden vazgeçeriz. Hiçbir şey yiyeceğin yerini tutamaz. Yani diyor ki: Tarıma önem vermezseniz, çiftçiyi üreteni desteklemezseniz gelecekte önünüze iki seçenek çıkacak: Açlık mı? Özgürlüğünüz mü? Yokluk ve yoksulluk içinde yaşayan ülkelere bir bakın, bunu onlar mı istemiş yoksa mahkûm mu edilmişler?
Görüldüğü üzere aslında özgürlüğümüzün de teminatı çiftçilerimiz ve tarım çalışanlarımızdır. Bu nedenle tarım alanında yapılacak planlamanın başında tarım çalışanlarına ve tabii ki çiftçilerimize hak ettiği değeri vermemiz ve gelirlerini artırıcı tedbirleri almamız ve desteklememiz gerekmektedir.
Yani Çiftçi, finansman açısından rahatlatılmalıdır. Tarladan sofraya kadar uzanan besin zincirinde en çok maliyet üretim aşamasında olduğu için çiftçimizin üretim için girdi maliyetlerinin azaltılması ve aracıların değil üreticinin kazanması için gerekli tedbirlerin alınmasını beklenmektedir. Yeni açıklanan ekonomi paketinde bunun karşılandığı söylenemez.
Çiftçiyi önce köylerinden mahallelere çektik, şimdide toprağından, arazisinden uzaklaştırırsak bunun sonuçları ağır olur ve gelecek nesillerimizi etkiler. Allah muhafaza çiftçi toprağa küser ve üretimden uzaklaşırsa ülke olarak gıda güvenliğimiz tehlikeye girer. Unutmayalım ki aç insan her şeyi yapar. Aman dikkat! Çiftçilerimizi küstürmeyelim. Kalın sağlıcakla…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.