G20’den COP26’ya
Cumartesi günü İtalya’da G20 zirvesi başladı.
Zirveye Rusya ve Çin katılmadı.
Makron – Biden görüşmesinden yansıyan sinyaller ise; Fransa’nın AUKUS paktı ile gelinen süreci, bundan sonra geleceğe bakarak kabulleneceği, fakat bunun karşılığında başka beklentileri olacağı yönündeydi.
Zirve’nin ilk gününe daha çok gelişmiş ülkelerdeki vergi oranlarını düşürme ve bu sayede büyük yatırımcıların vergi avantajı olan ülkelere kaçmalarını önleme gibi hususlar damga vurdu. Ayrıca ABD tarafından, AB’ye yönelik Trump döneminde uygulamaya konulan alüminyum ve çelik tarifelerinin kısmi olarak kaldırılması üzerine anlaşıldığı açıklandı.
G20’nin ikinci gününde ise ana gündem iklim değişikliğiydi.
Aynı gün Glasgow’da başlayan COP26’da ise neredeyse 2 hafta boyunca bu konu çok daha detaylı bir şekilde değerlendirilecekti!
****
İklim değişikliği ile mücadele noktasında CO2 salınım hedefleri ve enerji dönüşümü gayeli çok büyük bir hareketlilik dikkat çekiyor.
Bu bağlamda özellikle Batı menşeili birçok kurum ve kuruluş tarafından ciddi anlamda uluslararası toplumu algısal açıdan yönlendirmeye yönelik hamleler ve girişimler fark ediliyor.
Pandemi döneminde yeni bir “yeşil ekonomik dönüşüm” sloganı ile başlayan, Haziran 2021’deki G7 ile şekillenen, ABD’nin Afganistan ile evirilen dış politikası ile ayyuka çıkan, AUKUS ve QUAD zirveleri ile belirginleşen, New York’taki BM zirvesindeki söylemlerde daha fazla zemin bulan ve günümüzde yaşanan enerji krizinin arkasındaki yeşil zafiyeti (!!) dahi lehine yontmaya çalışan bir model tasavvuru dünyaya dikte edilmeye çalışılıyor!
*****
İklim değişikliği tabi ki gerçek ve bütün dünyanın bu bağlamda üzerine düşeni yapması gerekiyor.
Fakat bunca hamle, algısal operasyon, uluslararası etkinlik ve hamlenin arkasında başka hangi sebepler yatıyor?
Ve akıllara yoğun bir şekilde: “NEDEN ŞİMDİ?” sorusu takılıyor!
*****
NEDEN Mİ?
-Bu dönüşüm sürecine öncülük eden Batılı devletler ve bu devletler ile iç içe olan bazı küresel sermaye grupları, 1800’lü yılların başından beri uluslararası ölçekte sanayi, teknoloji, finans ve tüm bu kabiliyetlerin arkasında duran enerji kartını ellerinde tutuyor!
-Bu enerji kartı: 1800 – 1900 yılları arasında kömürdü, sonra enerji tahtının yeni varisi petrol oldu!
-Birinci dünya savaşına kadar küresel ölçekte petrol piyasalarının tek hâkimi ABD merkezli (ve kısmen Avrupa entegreli) uluslararası petrol kartelleriydi.
-1930’lardan sonra yavaş yavaş kontrol mekanizmaları değişti.
-Millileşme, kaynakların milli petrol şirketlerine devri, ilgili milli petrol şirketlerinin teknik, teknolojik, finansal ve tecrübe anlamında yetkinlik kazanması adım adım uluslararası sistemi tasarlayan Batı aklının küresel hâkimiyet sigortalarının başında gelen enerji kartındaki kontrolünü yitirmesi anlamına geliyordu!
-Ve 21. Yüzyıla gelindiğinde petrol piyasalarının kontrolü artık büyük ölçüde Batı menşeili büyük küresel kartellerin elinden kaymış ve kontrol milli petrol şirketlerine geçmişti.
-Petrolün yerini doğalgaz alabilirdi, fakat “doğal gaz çağı” söylemleri de hakimiyetin yine büyük ölçüde enerji ihracatçısı mega ulusal yapılarda kalması anlamına geliyordu!
-Bu arada Çin de her açıdan büyümüş, petrol ve doğalgaz alanında da sahip olduğu milli şirketleri ile dünyadaki en büyükler arasına girmişti.
-2008 krizi ve hemen öncesinde yaşananlar, Batı menşeili küresel finansın Batılı ulus devletleri ile yeniden entegre bir şekilde bu değişimler ile mücadele etmesi gereğini uyandırdı.
-Trump dönemi bu bağlamda bir kırılmaydı ve pandemi ile o dönem de sona erdi!
-Pandemi sürecinde bütün dünyada yeniden toparlanmanın yeşil dönüşüm ekseninde olacağı sloganları atılmaya başlandı!
-Küresel sermaye Çin’e güvenmiyordu ve yerini Çin’e karşı kurulan G7 ittifakı dâhilinde aldı.
-Bir sonraki hamle (G7 toplantısında da vurgulandığı gibi): Çin ve OPEC+ gibi kontrol edilmekte zorlanılan yapıların “iklim değişikliği” kartı ile vurulmasıydı!
-Tabii bunun için çok daha etkin bir algısal dönüşüme ihtiyaç vardı!
-Dünyadaki en büyük enerji fakiri durumundaki Hindistan bile milli güvenlik stratejileri sebebiyle bu modele destek vermek zorunda kaldı!
-İçinde bulunduğumuz enerji krizi ortaya koyulan “CO2 emisyonu ile mücadele senaryolarının” ne derece başarısız ve tutarsız olduğunu aşikâr etse de, bu görmezden gelinmeye çalışıldı!
-Öte taraftan kömür ve doğalgaz krizi ile Çin’in nasıl dizginlenebileceği ve zafiyete uğratılabileceği bir kez daha fark edildi!
-Demek ki; hem Çin’i daha fazla kontrol altında tutmak, hem de ellerinden kayan “petrol sektöründeki hâkimiyet” kartını telafi edebilmek için; “yeşil dönüşüm” fitilini ateşlemenin tam da vaktiydi!
-Çünkü bu bağlamda teknoloji ve finans kendilerindeydi. Çin’in ise bu arenadaki kabiliyetleri kendisini kurtarmaya dahi yetmeyecekti!
*****
Şimdi deniyor ki; “Atmosferdeki CO2 tutma oranında artık eşik seviye aşıldı! Artık büyük küresel bir dönüşüm için son çıkıştayız!”
Bunu şu şekilde anlamak daha doğru gibi:
-OPEC+, Çin ve diğer gelişmekte olan (nüfus ve ekonomik açıdan güçlenen) ülkelerin küresel etkinliğini kırmak için son eşikteyiz!
-Haziran 2021 G7 toplantısında ifade edildiği gibi: “Build Back Better World (B3W) (yeniden daha iyi bir dünya inşa edelim)” vizyonu ile hareket edip, kurduğumuz uluslararası sistemi güncelleyerek, hâkimiyetimizi ne olursa olsun devam ettirmeliyiz!
*****
İşte ne yazık ki, iklim değişikliği ve enerji dönüşümü süreçlerinin bir yüzü de bu!
*****
Ne diyelim Türkiye olarak dünyaya daha adil ve uygulanabilir bir modeli arz edip, kabul ettirene kadar; resmin bütün bu yönlerini okuyup, kendimiz için en makul senaryoları uygulamaya devam edeceğiz!
Ve sonuna kadar mücadelemize devam edeceğiz!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.