Ormanlarımız yanarken…
Dedelerimizin “ahir zaman” tabiriyle tasvir ettiği senaryoda olduğu gibi; birçok afet, olay, sorun ve karmaşıklık ile uğraşıp duruyoruz.
Bir taraftan (imkânlarımız ölçüsünde erişebildiğimiz) yeni teknolojiler ile yaşam standartlarımızı iyileştirirken, diğer taraftan hava – su – toprak kalitesi bozulan dünyamızda çok daha zor şartlarda yaşamak zorunda kaldığımızı yavaş yavaş idrak ediyoruz.
Seller, heyelanlar, kasırgalar, depremler, yangınlar, kuraklık, yaşam kalitemizi direk olarak etkilemeye başlayan mevsim normalleri üzerindeki hava sıcaklıkları, bu bağlamda evrilen tarım ve hayvancılık imkanları, ekolojik dönüşümler, Covid gibi önü bir türlü alınamayan pandemiler, daha da çeşitlenen hastalıklarla mücadele kapsamında önerdiğimiz aşı – ilaç – kimyasallar ile ortaya çıkan yeni biyolojik sorunlar ve genetik yan etkiler, denizlerimizi saran müsilaj ve daha nice musibetler ile mücadele etmek zorunda kalıyoruz.
İklim değişikliği ile karşımızdaki karanlık tablo biraz daha karamsarlaşırken,
Bazılarımız bunun idrakiyle bir şeyler yapmaya çalıyoruz.
Bazılarımız ise algıları, eğitim düzeyi veya hepsinden öte ortaya koyulan çözüm önerilerinin pek de inandırıcı veya adil gözükmemesi yüzünden, hiçbir şeyekulak asmadan kendi iç dünyamızakapanmayı tercih ediyoruz.
Fakat koşullar ve iklim değişikliğinin negatif etkileri parabolik bir ivmeyle daha da kötü bir hal alarak, bugünümüzü ve çok daha ağır bir şekilde yarınlarımızı tehdit etmeye devam ediyor!
Buna karşı en popüler kavramlardan olan enerji dönüşümü hedeflerinin ise ne denli uygulanabilir, finansal olarak altından kalkılabilir, adil ve dünyadaki bütün farklı toplumlara hitap edebilir olduğu büyük şüpheler ihtiva ediyor!
Öte yandan tüm bu soru işaretleri ile dolu çırpınışlarımızın aksine, bizim en önemli sigortamız niteliğindeki, doğal karbondioksit filtrelerimiz olan ağaçlarımız ve ormanlarımızın da giderek yok olduğunu üzülerek seyrediyoruz.
Ve gariptir ki, yanıp kül olan ağaçlarımızın ve ormanlarımızın, yanma neticesinde havaya bıraktıkları CO2 miktarı tahminlerini, mevcut salınım hedefleri ve politikalarımıza dâhil etmiyoruz.
Tabii doğal olarak, yitirilen her ağacın CO2 tutma katsayısını da genel denklemde göz ardı ediyoruz!
*
Evet, ağaçtan bahsediyoruz!
Planlı bir şekilde, bütün dünya olarak el verip, bu kötü gidişatı bitiremesek de, en azından bir nefeslik geciktirebileceğimiz bir realite üzerine konuşuyoruz.
*
Şimdi isterseniz, birkaç küçük hesap yapalım:
-Ülkemizin hidrokarbon kaynak tüketimine göre hesaplanabilen toplam ortalama CO2 salınımı bu yıl için 600 milyon ton civarında.
-Kişi başı bu değer yaklaşık olarak 7,5 ton olarak öngörülebilir.
-Tabii daha gerçekçi bir hesap yapmamız gerekirse, aslında solunumdan, evsel tüketimlere ve ulaşıma kadar diğer birçok eylem neticesinde 5 kişilik ortalama gelir düzeyine sahip bir ailenin yıllık CO2 salınımı 50 tonu bulacaktır. (Bu durumda da, aslında (sanayi ve elektrik üretimi de dâhil edildiğinde) ülkemizin CO2 salınımını 1 milyar tonun çok üzerinde bir rakam olarak telaffuz etmek daha gerçekçidir.)
-Böyle ortalama bir ailenin, 50 ton/yıllık CO2 salınımı bertaraf edebilmesi için yaklaşık olarak 3000 adet çam fidesi dikmesi gerekmektedir. (Tabii bu hesaplamada da lokasyon etkisi, su ve hava koşulları, fidelerin büyüme hızları gibi değerler ile ilgili yaklaşık ortalama değerler alınmıştır.)
-3000 fide için her 5 kişilik ortalama bir ailenin toplamda yaklaşık olarak 25 dönümlük bir alanı ağaçlandırması gerekmektedir.
-Ancak bu durumda ilgili aile için ortalama net CO2 salınımı (yaklaşık olarak) sıfırlanabilecektir.
-Bu dikim her birey için 10 yılda tamamlanacak şekilde gerçekleşse, yıllık kişi başı 60 fide anlamına gelecektir ki, bu da gerçekleştirilebilecek bir hedeftir.
Devletin desteklediği: “her birey için 10 yıl boyunca yıllık 60 fide dikimi politikası”!
*
Tabii ortalama orman kaybı da bu denkleme eklendiğinde, yıllık yaklaşık 200 000 dönümlük kaybı da bu denkleme yansıtırsak, (Türkiye’mizin nüfusu 80 milyon olarak kabul edilirse) kişi başı yıllık 0,3 fide dikilmesi gerekmektedir. Bu da ortalama 3 yılda 1 defa ekstra 1 fide dikmek anlamına gelecektir.
Demek ki, ağaç dikmeyi devlet destekli, toplumsal bilinç geliştirme politikası haline getirerek, net CO2 salınımı politikalarında çok büyük bir ivme yakalanabilecektir.
*
Günümüzde birçok şehrimizde ormanlarımız cayır cayır yanarken,
Her ağaç kaybı, ekolojik dengelerin bozulması bir kenara, daha fazla CO2 salınımı ve daha az CO2 tutumu olarak süreci daha da içinden çıkılmaz boyutlara taşırken,
-Bir taraftan ormanlarımızı daha etkin bir biçimde koruma,
-Bunu yaparken de bireylere indirgenmiş ağaç dikme politikaları ortaya koyma sizce de çok yerinde olmaz mı?
*
Öte yandan sanırım yitirilen orman arazilerinin yerine otel, konut vb. imar izinlerinin verilebilmesini de kati kanunlarla yasaklamamız da elzemdir!
*
-Mevcut tabloda Orta Afrika’dan İtalya’ya, Ukrayna’dan İran ve Irak’a, Yunanistan’dan Türkiye’ye, ABD’den Rusya’ya kadar dünyanın her yerinde ormanlar yitiriliyorken,
-Orman kayıpları mevcut hesapların üzerine en azından +%25’lik bir ekstra CO2 salınımı olarak karşımıza çıkıyorken,
-Her kayıpla küresel CO2 tutumu kapasitesi azalıyorken,
-“Enerji dönüşümü” diye haykıran devletlerin bazıları halen bilinçli orman yangını çıkarabilen terör örgütleri ile temaslarını sürdürebiliyorken,
Artık bütün dünya olarak bir araya gelip, merkezinde ormanlaşma olan, ikinci halkası da adil bir enerji dönüşümü sürecinden oluşan reel bir politikayı kurgulamamızın vakti çoktan gelmiştir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.