Laiklik: Nedir Ne Değildir-9
Seküler düşünceden beslenen kimselerin en önemli iddialarından birisi; kurumsallaşmış bir yapıda sunulan hizmetlerin kişilerin onurunu zedelemeyeceği yönündedir. Bu düşünceye göre devlet topladığı vergileri ihtiyaç sahiplerine kamu hizmeti şeklinde transfer etiğinden, muhatap herhangi bir mahcubiyet hissi de yaşamaz.
İlk bakışta kendi içerisinde mantıklı gibi gözüken ve palyatif de olsa çözüm üreten bu düşüncenin en büyük defosu, insanı ele alma şeklindeki eksikliktir. Oysa söz gelimi zekâtta zengin malını verirken, gönülsüz davranmaz-davranamaz. Aynı şekilde fakir de alırken ezilmez, mahcubiyet duyması gerekmez. Çünkü biri borcunu ödüyor, bir diğeri hakkını alıyor, alacağını tahsil ediyor. Dolayısıyla mahcubiyet için bir neden de kalmıyor. Seküler düşünce insanı bu yönüyle de eksik tanımladığından İslam hukukundaki bu müessesenin seküler düşüncede bir karşılığı yoktur.
Sınırsız istek, sınırsız ihtiyaç, sınırsız ihtiras, sınırsız zenginlik, sınırsız biriktirme, sınırsız özgürlük… sınırsız, sınırsız, sınırsız… Bütün bunlar ve daha fazlası seküler düşüncenin ekonomik ayağı olan kapitalizme ilişkindir. Oysa bütün bunlar orta-uzun vadede, kişiye, aileye, topluma ve doğaya zarar vermektedir. Sözgelimi sınırsız özgürlük ‘aile mefhumunu’ tahrif etmektedir. Annelik gibi kutsal insani değer, çerçevesi zahire indirgenerek daraltılan özgürlükle bağdaşmaz. Oysa sorunlu olan annelik değil çerçevesi daraltılan özgürlüktür ve ‘beden’e indirgenen özgürlük nesli bozmaktadır. Seküler düşünce bu yönüyle de zararlıdır diğer bir deyişle...
Seküler insanın hayat felsefesi bulunduğu anı yaşamaktır. Bulunduğu anı ne kadar konforlu hale getirebiliyorsa kendisini o kadar şanslı hisseder. Konforu sağlayan en önemli değişken para olduğundan da bu hayat felsefesinde daha fazla paranın ikamesi yoktur. Oysa söz gelimi insan için fevkalade önemli olan ‘sevgi’yi para ile satın alamazsınız. Seküler düşünce burada da yanılmıştır!
Bu düşünce maalesef Allah’ın dinini ‘entelektüel’ bakış açısıyla yorumlayan bir güruhun doğmasına sebep olmuştur. Son zamanlarda konu öylesine ileri götürüldü ki, kimilerince İslam adına ‘vahyin akla tabi olması’ gereği bile savunulmaktadır. Yani hareket noktası vahyin kaynağı Kur’an ve sünnet değil, insan aklıdır. (Haşa elbette) bu söylem 'biz Allah'a değil, Allah bize tabi olsun' demenin kılıf geçirilmiş halidir. ‘İslam akıl dini’ diyerek her şeyi ‘pozitifleştirmek’ aslında dini ‘sekülerleştirmek’tir. Sonuç; ‘deizm...’ Deizm sekülerizmin kamuflaj giydirilmiş hali, dolayısıyla la-dini bir haldir. Bu ise ‘ideolojik bir terörizmdir’ (bu tanımlama Atasoy Müftüoğlu’na aittir).
Seküler düşünce felsefesi kişisel yaşam bakımından rasyonel olmayan şeylerin karşısındadır. Din ise rasyonel olmak zorunda değildir. Sekülerleşme her şeyi rasyonalite ile açıklama eğiliminde olduğundan deneyselleştirilemeyen şeyi makbul saymaz. Genel kamuoyunun zihin gerisinde oluşturulan algı nedeniyle ‘tabu’laş(tırıl)an bu düşünce (pozitif bilim) İkinci Dünya Savaşı öncesinde bugün insanlık suçu kabul edilen faşizme dairdi. Aynı husus Doğu Bloku ülkelerinde de sosyalizm bakımından söz konusu idi. Ama bunun için insanlık çok ağır bir bedel ödedi. Şimdilerde Batı toplumu Siyonizm’i insanlığın önüne koymuştur ki; tam bir felakettir.
"Ateizmin, pozitivizmin hurafe dediği bizim hakikatimizdir. Hayatın anlamını yalnızca aklın sınırları içinde arayan bir ideoloji için, aklı aşan açıklamalar hurafedir. Örneğin Marksizm ve pozitivizme göre tanrı fikri insanın kendine yabancılaşmasının ürünüdür. İslam ise Allah'ın dışında inanılan her şey yabancılaşma olarak değerlendirir. Hz. Peygamberin Hira mağarasında Cebrail aracılığı ile vahiy alması, modern aydınlanmacı akla göre hurafedir. Modern aydınlanmacı aklın hurafesi, yani bizim hakikatimiz. " (Yusuf Yavuzyılmaz) (devamı var).
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.