Tekelci Sermaye
Tekelci Sermaye
Hatırlarsanız 28 Şubat döneminde Anadolu’daki şirketler bazı (siyasi) nedenlerle ‘yeşil sermaye’ diye listelenerek ambargoya maruz bırakılmıştı. Üstelik Milli Güvenlik Kurulu, yani en üst devlet organı eliyle… Bu uygulamanın siyasi olduğu kadar ekonomik sebepleri de vardı elbette...
Konunun (tekelci sermaye) ayrıntısını vermeden önce daha iyi anlaşılması bakımından ünlü sosyolog Max Weber’in kapitalizmle ilgili düşüncelerini paylaşalım. Weber’e göre iki türlü kapitalizm vardır; rasyonel kapitalizm ve siyasi kapitalizm…
Rasyonel kapitalizmi sermayeyi akılcı ilkeler çerçevesinde üretime yönlendirerek sanayi toplumunun oluşturulması olarak tanımlayabiliriz. Rasyonel kapitalizmde fiyatlar arz-talep dengesi çerçevesinde oluşmaktadır. Ayrıca ekonomide serbest rekabet vardır ve ihaleler en iyi teklifi verenlerin üzerinde kalır.
Siyasi kapitalizm korumacılığa dayanır. Yatırımlar ya bizzat devlet eliyle ya da devletin koruması altındaki özel (!) sektör tarafından yapılır. Yani devlet ya bizatihi kendisi gerekli gördüğü kurumları (KİT) oluşturur veya özel sektörden belirli bir kesimi düşük faizli krediler ve/veya yüksek gümrük duvarları ya da vergi indirimi vs ile koruyarak dolaylı bir şekilde gerçekleştirir. Böyle olunca da siyasi ilişkileri güçlü olanlar öne çıkar ve sermaye yavaş yavaş tekelleşir.
Türkiye bu uygulamanın (siyasi kapitalizmin) dünyadaki en çarpıcı örneklerinden birisidir. Hatta Weber’in ifade ettiği siyasi kapitalizm, devletçilik adı altında Türkiye Cumhuriyeti'nin altı temel ilkesinden birisi olmuştur. Belki de o dönem için haklı gerekçelere dayanan bu uygulama, sonraki yıllarda bu haklı gerekçelerden uzak bir şekilde 1980’li yıllara kadar devam etmiştir.
İşte ekonominin sırtında uzun yıllar bir kambur olan KİT’ler ve özel kesimde oluşan tekelci sermaye daha çok bu dönemin ürünüdür. Yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır; Türkiye’de zengin denince iki grup gelirdi akla o zamanlar; Koç ve Sabancı… Doğal olarak rekabet ortamı da bu durumla paraleldi. Almanlar Mercedes’e binerken Anadolu insanının kuş serisine mahkûm kılınması da işte bu yüzdendi.
1980’li yıllarla birlikte trend tersine dönmüş, biraz geç ve maliyetli de olsa Türkiye’de de kamu kesiminin ekonomideki payı önemli ölçüde azaltılmıştır. Ama özel sektördeki tekelci sermaye lobi faaliyetleriyle bu süreci kendi lehine olacak şekilde ileriki yıllara yaymayı başarmıştır. ÖZAL’ın yol vermesiyle artan rekabet bu çevrelerin güçlerini törpülemişse de, eski günlere dönmek için her fırsatı değerlendirmişlerdir. Bunu 70’li yıllardaki alışkanlıklarını 80’li ve 90’lı yıllara da taşımışlardır. İşte o meş’um 28 Şubat böyle bir ilişkinin sonucudur. Ekonomik sonucu ise 2001 krizi…
Bu dönemlerde ekonomilerde adı geçen sermaye üretim yapmaktansa riski düşük, getirisi ise yüksek ve garanti olan para ticaretine yöneldi. Ayrıca bu şirketlerin cirolarında faaliyet dışı gelirlerin[1] payı da oldukça yüksekti. İstanbul Sanayi Odasının o dönemki verilerine göre 500 büyük sanayi kuruluşunun gelirinin yüzde 85'inin faaliyet dışı gelirler, yani faiz gelirleri olduğu görülmektedir.
Geçmişte devletin arkalarından itekleyerek büyüttüğü, zaman zaman da iflaslardan kurtardığı bu tekelci sermaye, uzun yıllar kendisini yenileme gereği de hissetmemişti. Zayıf hükümetlerle birlikte asker ve medya da kontrollerinde olduğundan, o dönemde ülkeyi siyasetçiler mi yönetiyor medya mı belli değildi. Cirit atan mafya nedeniyle ülke adeta El-Salvador’a dönmüştü. Bir ‘Bukele’ geldi ve onları topluca dünyanın en büyük hapishanesine tıktı (merak edenler için: https://www.youtube.com/watch?v=H42zWaD4A4s). 28 Şubat sonrası ülkede oluşturulan siyasi ve ekonomik kaos daha azını hak etmiyor doğrusu… Ama öyle mi derseniz; cevap farklı olur elbette…
Türkiye’de tekelci sermaye daha çok TÜSİAD çevresinde örgütlenmiştir. Gelirlerinde bir azalma olmasa da Santorini yanardağı gibi uzun yıllardır sesleri çıkmıyordu. Bir başka deyişle 70’li yıllardaki gazete ilanlarıyla hükümet düşürmeler, Güneş Motel tezgâhlarıyla hükümet kurmalar, Beşli çetenin sivil ayağı temsil ettiği 28 Şubat süreçleri, ‘Gezi’ finansörlüğü gibi medya patronları ve askerle iş birliği halinde götürdükleri ‘Birinci Kuvvet’ iddiasından vazgeçmiş bir görüntüleri vardı.
Meğer sadece geçici olarak toprağa gömmüşler… Yakın zamanda geçmişteki alışkanlıklarından emare taşıyan ve kamuoyunda geniş tartışmalara yol açan ‘homurtuları’ duyuldu. Benim kişisel düşünceme göre 2028’de yapılacak, ama erkene alınması yönünde tartışmaların başlatıldığı, bu yüzden de bir yandan uç vermeye başlayan rakip cumhurbaşkanı adayı üzerinde etkili olmaya dönük bir hamle bu… Yani siyaseti dizayn girişimi… Beri tarafta bir ümitleri kalmadı belli ki…
[1] Faaliyet dışı gelir, o dönem için üretim yaparak gelir elde etmek yerine devlete borç vermek suretiyle faiz geliri elde etme anlamına geliyordu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.