Daldan dala...
Geçtiğimiz hafta koronavirüs vaka sayılarındaki yükselişle ilgili endişelerimi aktarmıştım ve hatta iki haftalık kısmi serbestliğinin sonuçlarını da merakla bekliyordum. 15 Mart Kabine toplantısı sonrası vaka sayıları ve salgınla ilgili son durumla ilgili gelişme ve değerlendirmeleri Cumhurbaşkanı Erdoğan açıkladı. Sağlık Bakanlığınca güncellenen risk haritasında illerin son durumları ve yasak kararları bir bir açıklandı. Renk değişimleriyle ilgili illerin yarışı süredursun sonuç, mavi illerde de sarıya doğru bir yönelim olduğunu gösterdi. Samsun kırmızı tablo konusunda alıp başını yürüdü. Siirt ve Uşak yine de ülkenin gurur tablosu olmaya devam ediyor. Konya 203.91 vaka ile en riskli bölge olma konusunda ilk sıralarda. En riskli il Samsun'da ise vakaların bu kadar artmasındaki en temel neden tedbirsizlik olarak açıklandı. Taziye evinde verilen yemekte 25 kişiye virüs bulaştı. Her bir kişinin ortalama 3-4 kişiye bulaştırdığı düşünülürse, önümüzdeki haftalarda da bir toparlanma gerçekleşemeyeceğini gösteriyor. Hali hazırda mevcut tedbir planlarına üstüne katarak devam edilmezse de bu korkunç tablo önümüzdeki bahar ve yaz mevsimini de elimizden alacak.
Şimdi tam da bu noktada temcit pilavı gibi sürekli sorduğum o sorulara yeniden dönüyorum. Acaba kısıtlamalar eskisi gibi devam mı etseydi? HES kodu ne kadar işlevsel? Herkesin Evde Hayat Var uygulaması var mı? Takip sağlıklı mı? Merak ediyorum mesela, toplu ulaşım araçlarına biniş kartlarında binerken kimlik olmadığı için başkasının kartını kullanan insanların pozitif, taşıyıcı ya da temaslı olduğu nasıl belirleniyor? Çok yakın zamanda Ankara'ya yaptığım otobüs yolculuğumda X-Ray cihazından başka bir denetleme görmedim Konya otogarında. Biletimi bir hafta önce almış olduğum hesap edilirse yolculuğuma kadar kaç kez pozitif çıkabilirim, değil mi ama? Diğer yandan maskesini çıkararak birbirinin yüzüne üfleyerek sigara içen yolcuları da atlamamak gerekiyor. Elbette düşününce denetlemek bir hayli zor. Üzerine bir de uğraştığımız yola getirmeye çalıştığımız canlı türü insansa eğer. Despotça gelebilir ama yaptırım olmazsa olmaz! Korkularım devam ediyor.
ZORLANIYORUZ DEĞİL Mİ?
Salgın süreciyle beraber tüm yaşananların yanında bir de bireysel olarak içe dönme, depresyon gibi bir takım ruhsal semptomlar hepimizde baş göstermeye başladı. Geçmişe olan özlemimiz ve yaşadığımız ani çıkışların sebebinin aslında bize içe kapanıp dar alanda paslaşarak çok az sosyalleştiğimiz bu dönemin sonucu. Bize sunulan ömrü yaşarken, nimeti çöpe atar gibi israf oluyor sanki bu günler. Daha ne kadar sürecek bilmiyoruz önüne geçmemiz de bir yere kadar çünkü bu dönemin bize zorunlu kıldığı ne kadar reddetsek de bir kuralı var artık.
Diğer yandan değer algımızı yitirdiğimiz bir dönemdeyiz. Değerlerimizi başkasının ellerine verirken bile farkında değiliz... Eyleme geçmenin zorluğu, kaybetme korkusu ilişkilerimizi zaman zaman yıpratabiliyor. Çünkü yaptığımız bir şey var ki, öz saygımızı başkalarının ellerine biraz da sen oyna der gibi veriyoruz. Birçok alt nedeni var ama dürtüsel yaklaşımlarımız sonucu al diyoruz karşı tarafa al ben kıymetini bilemedim, zaaflarımın, değerlerimin, sınırlarımın, özellerimin kıymetini. Şimdi neden yazıyorum, söylenecek söz mü canım seninki de, tut içinde diyebilirsiniz, vallahi hiç niyetim yok. Karamsarlık yok, fark edip de sustuklarımız var ya hani bakışıyoruz onlarla uzaktan uzağa... Arada bir olsa da tepki verecek gibi oluyoruz da düşünme süremiz uzun olduğundan zamanlama hatası yapıyor, üzerine bir de kocaman bir haksız konum koltuğuna oturmak kalıyor ya ondan bahsediyorum. Bazen kendimize kızıyoruz, bazen ebeveynlerimize kızıyoruz. Mesela çok duyuyorum, ailem bana hep susmayı öğretti diyeni. "Aman kızım, aman oğlum, dur şimdi değil" Peki ne zaman? Bütün zaaflarımızı ellerine verdikten sonra iş işten çoktan geçmiş oluyor. Mütemadiyen müteşekkir halimizle yaşayıp gidiyoruz... Gerçi diğer taraf da asla empati kurmayı öğrenemiyor o da başka bir konu.
Sonuç olarak, bu davranışlarımızdan vazgeçmemiz gerekiyor. Öncelikle kendi öz benliğimizi koruma altına alıp değerlerimize sahip çıkmamız gerekiyor. Kaybetme korkusu olmadan, bizi biz olduğumuz için seven kabul eden, ne sever ne sevmeyiz, hassas olduğumuz konuları zaaf olarak değil de bize ait özellik olarak kabul eden kişilerle zaman geçirmemiz, paylaşımlarımızı yapmamız gerekiyor. Mesela beni en çok gururlandıran dost, "O en çok bunu sever", "O bu durumdan hoşlanmaz" ya da "Bunu söylediyse, mutlaka şöyle bir nedeni vardır" deyip yerimi aratmayandır...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.