Ayakta duran kardeşlerimiz
“Yerli kara dağların yıkılmasın. Gölgeli ulu ağacın kesilmesin...”
Ağaç ve insanın hikâyesi çok eskilere dayanır. Biz yokken var olan bir türdür ağaç.
Hz. Âdem’in (a.s) şahsında insanoğlunun ilk hatası neydi? Yasak bir ağaca yaklaşmak değil miydi?
Hikâyemiz o gün başladı ve sonrasında ilelebet beraber süren bir yolculuk dünya hayatında devam ediyor. Ağaçlara farklı bir gözle bakanlar bilirler ki birbirine benzerlikleri çoktur bu iki canlının.
Kızılderililerin ifadesiyle, “ayakta duran kardeşlerimizdir” ağaçlar. Lakin içinde yaşadığımız çağda, doğumdan ölümüne kadar birlikte ortak serüvenlerimiz olan bu ayakta duran kardeşlerimizle de yabancılaşmanın ve ayrılıkların yaşandığı da üzüntüyle görülmekte.
Oysa emaneti alan insan için bu kardeşi de öncelikli emanetler arasında değil miydi?
Bu iki kardeş birlikte kök salmışlar bu dünyaya… Her ikisinin de kök saldığı diyarlara göre şekillenmesi, yaşam bulması, ölmesi, çürümesi de benzer olduğundan ayakta kalma mücadeleride birbirinden farksız. Bu iki kardeşin özünde, bulunduğu zaman ve mekana uyumları olmasaydı, değişen doğada halen varlıklarını sürdürmesi mümkün olur muydu?
Geçmişte ‘’Meşe denizi’’ olarak anlatılan Anadolu şimdi sadece birer kum denizine dönüştüyse bu ayakta duran kardeşlerimizle yollarımızı ayıran neydi. Anlaşılan o ki kardeşliğimiz Habil ve kabil’in kardeşliğine dönüşmüş.
Kıssayı hatırlayalım: "And olsun sen beni öldürmek için elini bana uzatsan bile, ben sana elimi kaldıracak değilim...’’ diyordu Habil…
Ülkemizde ve dünyada çıkan orman yangınları bize ne anlatıyor denilecek olursa;
ağaçlar Habil’ce bir duruş sergileyip ayakta ölmeyi becerirken, insanlık maalesef Kabil’ce bir tavır sergilemiş ve sergilemeye de devam etmekte.
Geçmişten günümüze kadar orman yangınları olmuş ve istemesekte olacaktır. Esas olan önceden önlemler alarak doğal yoldan da olsa çıkacak yangınlar sonucu oluşacak tahribatın ve doğal yaşam alanların yok olmasının önüne geçmektir. Böyle durumlarda orman ekolojisi bilgisiyle hareket etmek çok çok önemli. Ölü ağacın bile orman ekosisteminde birçok habitat için önemi çok büyüktür. Yanan ağaçların kökleriyle iş makineleri ile sökülmesi, yanlış bir ağaçlandırma çalışması beraberinde bir çok olumsuzlukları da getirebilir. En doğal olanı iklime ve yöreye uygun ,yüzyıllardır yetişen o yöreye adapte olmuş ağaçların neslini korumak, sadece o ağaç türünü değil diğer canlılarında yer aldığı ormanın doğal ekosistemini de korumaya katkı sağlayacaktır.
Çıkan orman yangınlarının doğal yollardan da oluşabileceğini de göze alırsak bu ayakta duran kardeşlerimizle bağımızı tamamen koparırsak, olaylara sadece madde gözüyle bakıp, kalp gözümüzü köreltirsek aşağıda anlatılan hikayedeki gibi sonumuzu beklemekten başka yapacak bir şey kalmayacak.
Çin edebi kaynaklarında Hunan eyaletinde bir olay anlatılır. Hikayede anlatılanlara göre eyalette bazı avcılar vardı. Bunlar bambudan yapılmış bir kavalla hayvan seslerini taklit etmekte o kadar başarılıydılar ki bunu av için kullanmak istediler. Günün birinde oklarını, yaylarını, ateş çanaklarını alıp ormana gittiler. Ceylan avlamak istiyorlardı ve ceylanın sesini taklit ederek onları kendilerine çektiler. Sonra ateş çanaklarını açıp hayvanlara ateş ettiler. Çevrede gezen sansarlar ceylanların sesini duyup yanlarında toplanmaya başladılar. Avcılar korkmuşlardı. Sansarları kovmak için kaplanın sesini taklit ettiler. Sansarlar kaçtı; ama bu sefer kaplanlar geldi. Avcılar daha çok korktular ve kaplandan daha güçlü olan ayının bağırmasını taklit ettiler. Ayı gelince insanların onu kaçırmak için taklit edecekleri yeni bir ses kalmamıştı ve parça parça edilip yok oldular.
Bugün doğanın derinlerinde saklı gizli gerçekleri bilmeden, olaylara madde gözüyle bakmaya mahkûm olmuş insanların “ayakta duran kardeşlerini’’ yok saydıkça ve Kabil’ce yaşamaya devam ettikçe yukarıda anlatılan hayvanlarla ilgili hikâyenin benzer versiyonu yaşaması kaçınılmaz olacak ve benzer bir hikâye yazılacak olsa muhtemeldir ki insana atfen “sen kendin ettin” cümleleriyle bitecektir. Yanan ve yok olan sadece ormanlar değil, ülke çapında ekonomilerimiz, geçim kaynaklarımız, gıda güvenliğimiz, sağlığımız, yaşam kalitemiz, turizm ve ülke imajımız da bu felaketlerden etkilenecektir.
Unutmayalım ki;
“Üzerimize dökülenler sadece kül değil. Can yakanda; iki cihanda yanacağı günü beklesin…”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.