Bütünleşme
‘Beyin başka insanların dünyasıyla bütünleşerek kendi bedeninin sınırlarını aşabilme
kapasitesine sahiptir’ ( D. Siegel)
Dünyanın küresel köy olarak adlandırıldığı ve dijital çağda herkesin ağlarla birbirine bağlandığı günümüzde "öteki" ile karşılaşmak ve iletişimde bulunmak her zamankinden daha kolay ve kaçınılmaz hale gelmiştir.
İnsanlar arası ilişkilerde zaman, fiziki şartlar ve mekân birer engel olmaktan çıkmış olmakla birlikte daha güzel ve insanca huzurlu yaşamanın gerekliliği açıkça ortada olduğu halde, yakın ve uzak diyarlarda insanlar arası farklılıklar çatışmaların, huzursuzlukların, kaosların gerekçesi olmaya devam etmektedir.
Günümüzde insanlığını yitirmişlerin (nesnasların) eliyle, tehdit altında can çekişen dünyamızı, insanın fıtratına uygun yaşamasına uygun kılmak ve toplumsal huzuru sağlamak için farklılıkların birer zenginlik olarak görülmesi gerekir. Bu durumda ancak İslam’ın önerdiği bütünleşme olgusuyla mümkün görülmektedir.
Sosyolojik anlamda bütünleşme kavaramı ile genellikle, bir toplumu oluşturan unsurlar arasındaki uyum veya ahenkli işleyiş anlatılmaya çalışılmaktadır. Başka bir deyişle bütünleşme kavramı, toplumu meydana getiren bireyler, gruplar, kurumlar ve kuruluşlar arasındaki ahenkli bütünlük, işlevsel birliktelik ya da uyumlu işleyiş olgusunun karşılığı olarak kullanılmaktadır.
Bütünleşme hakikatler çerçevesinde olmalıdır. Bazı bütünleşmelerde bizi kuşatan çevreyle öylesine bütünleşmiş, etrafımızdakilerle öyle huşu içinde birleşmişizdir ki, artık kendimizi diğerlerinden ayırt etmekte güçlük çekeriz. Bu durum iki ucu keskin bıçak gibidir. Tehlikeli durumlar oluşmaması için insanların/ toplumların; neyle, ne zaman, nerede, nasıl, niçin, kimlerle bütünleştiğine dikkat etmeleri de oldukça önemlidir.
Her türlü bağımlılık beraberinde büyük bir teslimiyetçiliği doğurur gerçeğini de unutmayalım. İnanç, bilgi ve bilinç yoksunluğuyla meydana gelen yanlış bütünleşmeler, insanı isyana sürüklemekle kalmaz iki dünyasını da harap edebilir.
İnsanın fiziksel ve sosyal gerçekliği idrak etmesinde önemli yeri olan din, bütünleşme konusunda ve iki cihan mutluluğunda insanlığa önemli açıklamalarda bulunur.
Tocqueville’nin bu konudaki görüşlerine kısaca yer verelim.
Tocqueville: İnsanın doğasının bir parçası olduğunu ve her ne suretle olursa olsun dinin yok olamayacağını (=yok edilemeyeceğini), inançsızlığın ise tesadüfi/geçici bir durum olduğunu belirtir. Dinin, bireylere dış dünyanın anlamlandırılması konusunda sağlam bir çerçeve sunduğunu; dinin bu işlevini yitirmesinin topluma ve bireye pahalıya patlayacağını şu çarpıcı cümlelerle resmeder: "Din, bütünleştiricidir. Dinin bir anda yok olması, toplumun çözülmesine ve siyasi despotizmin kök salmasına yol açar… Böyle bir durum kaçınılmaz olarak, insanın zihnini şüphenin kaplamasına zemin hazırlar;… İnsanın ruhunu öldürür ve insanın köleleşmesine giden kapıları sonuna kadar açar."
Dini otoritenin sarsılmasının siyasi otoritenin sarsılmasından çok daha köklü ve vahim sonuçlara yol açacağını öne süren Tocqueville, insanın dinden kopması veya dinin tahrip edilmesi sonucunda elde ettiği bağımsızlığın (=özgürlüğün) insanda süratle ürkütücü bir korkunun kök salmasına yol açtığını şu çarpıcı gözlemlerle özetler:
"Böyle bir ortamda insanın dizginlenmesi gerektiğine karar verilir ve toplumun işleyiş mekanizması sabitleştirilir ve katılaştırılır. Artı, insanlar eski inançlarına yeniden dönemeyecekleri için, kendilerine yeni bir efendi aramaya başlarlar" (Tocqueville, 1945)
Kadim kültürümüz ve dinimiz bize, hayatın içerisinde ve bütün ilişkilerimizde davranışlarımızın, inançlarımızı doğrulamasını öğütler. Bir nevi yaşadığımız hayatı imanımıza şahit tutmayı ister.
Bireysel, toplumsal, devletler vb. nezdinde her alanda bütünleşme konusunda “aksiyoner ve belirleyici” konumunda mıyız? Ya da “reaksiyoner ve belirlenen” konumundayız? Sorularına cevabı önce kendimiz vermekle mükellefiz.
Yaşanılan toplumda keyfe bağlılığın olmadığı, iktidarın yasalara uygun kullanıldığı, kimseye “mutlak gücün” verilmediği, zenginliğin, malların yaşanılan toplum içinde sadece zenginler arasında dolaşan bir servet hâline gelmediği sürece toplumsal bütünleşme sağlanabilir. Sağlanan bu bütünleşmeyle birlikte toplumsal huzur ve refahın sağlanması için de yaşanılan toplumda birbirini dengeleyen mekanizmalar olmalıdır. Bu durum siyasal ve yönetimsel organların çoğaltılmasını da zorunlu kılacaktır.
Bir toplumda farklılıkların ayet olarak ve zenginlik unsuru olarak kabul edilerek yapılan bütünleşmeyle birlikte, hareket ve yenilenme hayatı canlı ve anlamlı kılan iki ana unsur olacaktır.
Tüm insanlık için önemli bir konu da şu dur ki; dünya anlamını ancak “adaletle bütünleşirse” bulacaktır.
Yazımızı Atasoy Müftüoğlu’nun sözleriyle bitirelim:
Var oluşunun anlamını hakikatle bütünleşerek,
Dünyanın anlamını adaletle bütünleşerek,
Hayatın anlamını fanilikte bütünleşerek,
İbadetin anlamını takva ile bütünleşerek kavrarız…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.