Narin olayı ve social disintegration algısı
“Tarih boyunca kendini nice kez yitirmiştir insan- dahası, öbür tüm canlılardan farklı olarak, kendini yitirme, varoluşun ormanında, kendi iç dünyasında yitme yetisi sayesinde, insan var gücüye harekete geçerek kendi benliğini yeniden bulmaya çabalar. Kendini yitmiş duyma yeteneği ve tedirginliği, insanoğlunun trajik yazgısı, aynı zamanda da yüce ayrıcalığıdır” (Gasset 2011: 51).
"Toplumsal Çözülme" (social disintegration), bir toplumdaki normların, değerlerin ve sosyal bağların zayıflaması ya da bozulması sürecini ifade eder.
Bu süreç genellikle şahsiyetin yerini bireyselliğin alması, dilde yozlaşma, ekonomik krizler, adaletsiz gelir dağılımları, toplumsal eşitsizlikler, hızlı ve sağlıksız modernleşme, siyasi çatışmalar, kamplaşmalar, toplumda kin ve nefret duygularının yeşermesi/yeşertilmesi, kültürel yozlaşma, kadim değerlerden uzaklaşma, yaratan yokmuş gibi yaşama ve daha fazlası olaylardan kaynaklanabilir.
Narin cinayeti ve süreçte yaşananlar negatif toplum mühendislerine tekrar bir görünür alan açtı, sosyal medya kendini devletin adli makamları yerine yargı makamı konumuna getirdi.
Olayla ilgili her kesim farklı yorumlar getirmeye devam ediyor. 1945 yılında Robert Lawson’un kaleme aldığı tavşan üzerinden; şüphe, korku ve nefretin konu edildiği söylenen çocuk kitabı “Tavşan Tepe” kitabıyla bile bağ kuranlar var.
Bunlardan daha fazlası ile de gündemde yer almaya devam edecek görünüyor.
Olay elbette çözülecek ve adalet yerini bulacaktır. Burada her zaman olduğu gibi basiret sahibi olmak önem arz ediyor.
Olayı bir anda toplumsal çözülmeye ya da çöküşe dönüştürmek isteyenlere karşıda sağ duyulu hareket etmek gerekiyor.
Bu olay toplumsal bir krize, adalete güven sorunlarına, eşitsizlik söylemlerine yönelik bir temsil aracına çevrilirse birilerinin her zaman istediği gibi bu durum toplumsal çözülmeye kapı aralayacaktır.
Sosyal medya ve değişik platformlar aracılığıyla toplum içinde oluşturulacak güven kaybı, kurumların meşruiyetini sorgulama, sosyal adaletsizlik duyguları algıları oluşturma çabalarına karşı da konunun alan uzmanları sahayı boş bırakmamalıdırlar.
Yaşanan üzücü olayın toplum üzerindeki etkileri, halkın tepkileri ve bu olayın genel sosyal yapıya nasıl yansıdığını hep birlikte gözlemliyoruz. Bu ve benzeri olaylarda iki duygunun toplumda öne çıktığı söylenebilir. Korku ve iğrenme…
Zaman mekân sıkışmasına bağlı kendine ve toplumuna yabancılaşan/yabancılaştırılan günümüz insanın bu iki duygusuna usta kalem Rasim Özdenören’in kaleminden yer verelim.
Usta yazarın “Korkak ve Öteki” öyküsünde, bir tren yolculuğunda “istasyon birliktelik” yaşayan ve birbirine dokunmaktan çekinen iki taraf, yabancılaşmanın ve kendisini ötekinden yalıtma arzusunun toplumsal boyuta yansıyan izdüşümleridir. Nitekim öyküde, tesadüfî karşılaşmaya dayalı zorunlu birlikteliğin aynı mekânı paylaşma yazgısına dönüşmesi, korkan tarafın, iğrenen tarafa yaklaşır ve ona dokunursa bütün hayatının değişeceği kaygısıyla belirginlik kazanır. Oysa “İğrenenin durumu da az vahim değil o da karşı tarafa değmekten çekiniyor”… Onları bir araya bir yolculuk getirdi. Korkak ilk kez konuşma ihtiyacı duyuyor,
- Eh, bu yolculuk da bitiyor, dedi, kalkıp yüzümü yıkamanın zamanıdır, dedi. Ve kalkıp tuvaletin yolunu tuttu. Kapıyı açtığında karşıdaki aynada birden kendi yüzüyle karşılaştı, o da ne? Bu yüz üç günden beri iğrenerek seyrettiği karşıdakinin yüzüydü.”
Bu yazıya neden atıfta bulunduk. Duygusal dengeyi korumak önemli. Kişinin zihinsel, duygusal ve fiziksel sağlığını olumsuz etkileyen “Korku ve iğrenme’’ çoğu zaman iç dünyamızdan ayrı dışsal faktörlere dayanır ve kişinin kontrolü dışındaki durumlara verilen tepkilerdir. Bu duyguların insanlarda ve toplumda önyargılar ve kalıcı travmaların kaynağı olmasına fırsat verilmemeli.
İnsanı hiçbir zaman çevresinden izole bir varlık olmamıştır. İnsan, biyo-psiko-sosyal bir bütündür; yani içinde bulunduğu tüm çevresel koşullar, politik ve sosyal krizler başta tüm toplumsal olaylar insanı doğrudan veya dolaylı olarak etkiler.
Kendine bakmak, olumsuz duygularla başa çıkmanın en sağlıklı yollarından birisidir.
“Ben nefsimi temize çıkarmam” ayeti doğru okunmalı. İnsanın nefsinin kötü arzulara ve hatalara yatkın olduğunun bir itirafı olarak anlaşılmalı. İnsan salih ve erdemli biri olsa da nefsinin zayıflıklarını kabul etmeli ve kendisini tamamen kusursuz görmemeli. Gökyüzüne bakmaktan da geri kalmamalı ki kalbini de temiz tutabilsin…
Kendimize ve başkalarına iyi bakmayı öncelemeliyiz.
İnsan aynaya bakmalı ve gerektiğinde öncelikle, “Rabbim: Beni benden kurtar” diyebilmeli…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.