Yılmaz TAŞÇI

Yılmaz TAŞÇI

Nesnas olmamak…

Nesnas olmamak…

“2525 yılında, eğer insanoğlu hala hayattaysa … doğru söylemeye, yalan söylemeye gerek kalmayacak, düşündüğünüz her şey, yapmak ve söylemek, bugün aldığınız hapın içindeler” Zagar and Evans (1969)

Zagar ve Evans’’ın şarkısında insan için 10.000 yıl ömür biçiyor ve birileri tarafından bu sözlerde olabileceklere ve benzerlerine fazlasıyla inanmış görünen bir dünyada yaşıyoruz.

Dijital Çağın ve dijitalizasyonun varacağı son noktalarla ilgili insanın konumu ve fonksiyonları ne olacak, yarı insan, yarı makine mi olacak, hangi elbise diğerine hükmedecek vb. birçok şey geçmişte olduğu gibi günümüzde de söylenmeye devam ediliyor.

Covid 19 süreciyle bu tarz söylemler hızlı bir şekilde gündemimize girmeye/girdirilmeye çalışılıyor. (Posthümanizm/Transhumanizm gibi…)

Posthümanizm, insanın kendi eliyle yaşadığı dünyanın sonunu getirmekte oluşuna bir tepki olarak gündemimize girerken,

Transhümanizm ise insanın evrimleşmesinin hızlandırılmasının yaşamı-yücelten prensip ve değerler ışığında, bilim ve teknoloji vasıtası ile sağlanmasını öngören felsefeler bütünü olarak değerlendirilmeye tanıtılmaya çalışılmaktadır.

İki kavram da uzmanlık gerektiren bir alan olmakla birlikte insanlığa vadettikleri hakkında bizlere de söz söyleme hakkı doğurmaktadır.

Kişisel kanaatim Posthümanizm,Transhümanizm birbirine yakın, karıştırılabilen kavramlar mıdır? Bunlardan öte, “insanlara giydirilen/giydirilmeye çalışılan iki deli gömleğinden başka bir şey değil’’ gibi görünüyor.

Her iki “izm’’  savunucuların açıklamalarına baktığımızda insanı tanımlama ve konumlandırmak istedikleri yerlerin farklılığı göze çarpmaktadır.

Bu tarz düşünce sahiplerine göre, Darwin’in ortaya attığı evrim teorisi anlaşılan o ki hızını yitirmiş olacak, insana yeni bir rol biçme ve dikecekleri elbiseyi giydirme dertleri hiç bitmemiş/bitmeyecektir de.

Konuyu teorik açıdan biraz açmak adına Kurzwell’in açıklamalarından bir bölüme bakalım:

İnsan bedenini eski sürüm bir bilgisayara benzeterek "Eski bir yazılım ve donanımla dolaşmaktan çok rahatsızım" diyen ABD'li bilim insanı, mucit aynı zamanda da iyi bir fütürist Ray Kurzweil'in bu soruya teorik bir cevabı mevcut.

Kurzweil'in evrim teorisine göre insanlığın 6 evresi vardır ki yaşadığımız evrimsel zaman dilimi 5'inci evreye tekabül etmese de bu evreye geçiş süreci olarak kabul edilebilir.

Bu evreler şunlar:

  1. Temel Fizik ve Kimya Evresi: Atomik yapıların bilgisinin oluşması.
  2. Biyolojik Adımların Atıldığı Evre: Yani bilginin DNA'ya ulaşarak doğada çeşitliliğin temellerinin atıldığı dönem.
  3. Beynin Yükselişi Evresi: Bilginin nöronal kalıplarını ortaya çıkararak doğaya yön vermeye başladığı evre.
  4. Teknolojik Devrim Evresi: Bilginin yazılım ve donanıma nüfuz ederek sıradan işleyişleri değiştirmesi.
  5. Yeni Nesil İnsanın Ortaya Çıkış Evresi: Bilginin hızla her alanda gelişen süper teknolojilerle birleşmesi sonucu insanın temel yapısının değişmesi.
  6. Kâinatla Bütünleşme Evresi: Evrendeki madde ve enerjinin birleşmesiyle yeni insanın evrenle bütünleşmesinin sağlanması.

Bütün bunlar yapılarken;

- Mevcut durumu ve gelecekteki durumun ne olacağı, gelecekte teknolojilerin durumları ne olacak, insanlar bunlardan nasıl etkilenecek?

-Mevcut ve gelecekte teknoloji kullanımı ile yararlı (!) toplumsal değişimlerin neler olacağı,

-Süper yaşam süresi, Süper zekâ, Süper sağlık söylemleriyle birlikte yaşlanma ve ölümü durdurabilecekleri, Allah’ın olmadığı/ olacaksa da yeryüzündeki işlere kesinlikle müdahale edemeyeceği bir dünyadan bahsetmekten de kendilerini alamıyorlar.

Herhangi bir sistemin ahlak anlayışını ortaya koyma girişimi, o sistemin insan anlayışını önceden belirginleştirmeyi gerekli kılar...

Transhuman’da ahlak var mı? Yok. Çünkü ortada insan/insanlık yok. Bahse konu ettikleri gelişmiş insan modeli kimler için? Tüm insanlık için mi? Hayır…

Batı insanı hep makinayla özdeşleştirdiği, ruhu yok saydığı için bu tarz modelleri düşünmesi de gayet normaldir.

Hayallerdeki dünyada Transhumanlar dışında ortada kalan/azınlık duruma düşen/nesne olarak kullanılmaya çalışılan, epistemik köleliğe zorlanan, yeri belki İnsanat Bahçeleri olacak insanlar, birbiriyle konuşma fırsatı bulabilirse belki asırlar öncesinden İbn-i Abbas’ın ağzından dökülen şu sözler çıkabilir:

-İnsanlar gitti geriye nesnas kaldı!

_Nesnas nedir?

-İnsana benzeyip te insan olmayanlar...(İbn i Abbas)

Bütün bu olaylar/yaşanacaklar karşısında farkındalık düzeyimizi arttırmak zorundayız.

“Durumdan duruma geçişler bütünüdür her şey. Bu değişmeler ve geçişler, kişilerde, sürelerde, kent ve kasabalarda olduğu gibi, tüm evrende, ülkelerde, kıtalarda, zamanlarda ve devletlerde de olur” diyor, İbn-i Haldun…

Geçmişte olduğu gibi bu durumlar olmaya da devam edecek.

"Teknolojiler yalnızca insanların kullandıkları araçlar değildir. İnsanları yeniden icat eden araçlardır" (Mc. Luhan)

Teknolojik araçlar değerlerden bağımsızdırlar. Sorumluluk insandadır.  Süper teknolojik İnsana dönüşen Transhumanlar da sorumluluk olacak mı?

Yenilenme, pozitif yönde değişim ve girişim yeteneğinden yoksun iklimin hakim olduğu yerlerde suskunluk, tekdüze yaşam, korku esintileri varsa çözülme fırtınalarının habercisi olduklarını ve bir girdaba çekilmek istendiğimizi de unutmayalım.

Köklerinden sökülmüş insanların, değerlerin sınırsızca çarpıştığı modern zamanlarda toplumda oluşacak kaos, herkesi bir girdabın içine çeker; insanı ölüm korkusuyla yaşamaya zorlar, bu da beraberinde farklı psikolojik rahatsızlıklara yol açabilir...

Girdaba yakalanan nesneler çoğunlukla girdabın içinde kalır, aynı yolu izlerler, sürekli aynı sularda dolaşıp dururlar. Ama bu her zaman böyle olmaz. Yolları, hava değişimlerinden denizdeki fırtınalardan ya da bir grup balinanın yollarına çıkmasıyla değişebildiği gibi insanlar olarak umudumuzu kaybetmemeli, hiçbir zaman mücadeleden de vazgeçmemeliyiz.

Girdaptan kurtulmak, sakinlik ve sürecin olduğu gibi incelenmesiyle mümkündür.

Kendimizi görebilmek için; Batının göz odaklı bir uyarılma uygarlığı karşısında, kalp odaklı bir uyarılma "oluş" eksenli bir uygarlığa ihtiyaç var.

"Baktığını göremeyen 'Bir'e erişemez..."

Transhumanların ölümü ve ihtiyarlığı yok etme gayretleri karşısında, bizim asıl derdimiz ne olmalı? İnancımıza göre ölüm ve ihtiyarlık dışında her hastalığın çaresi, şifası olduğuna göre asıl dert olsa gerektir ki; İnsanımızın aslıyla, bütünlüğüyle, hakikat anlayışıyla olan kopuş ve kendini bulma bilme derdi...

Transhumanistlerin aksine, hastalıklarda değildir asıl olan dert...

-İnsanın kendine yabancılaşması, hangi iklimin, hangi coğrafyanın çocukları olduğunu unutması/ unutturulması, bırakın kendi toplumuna öncelikle kendine yabancılaşması...

-"Her ne arıyorsan kendinde ara " ruhunu kaybetmesi...

-Bütün bu yaşanacak zorlu süreçler karşısında insan inancını, değerlerini yitirmeden, Nesnas’a dönüşmemesidir esas olan.

Ne mutlu ki bedenlerinin bir emanetçisi olduğunu bilenlere.

İnsanlık tarihinde her türlü “İzm” fırtınaları olmuştur, olacaktır da.

Hurma ağaçlarının fırtınalarla gelen kum istilalarına karşı savaşları meşhurdur, sonuçları da malumdur...

Mesele insan olarak, hurma ağacı kadar bile olup olamamakta…

Yazımızı bir iyi bir de kötü haber ile sonlandıralım.

İyi Haber: Hiç bir şey sonsuza kadar gitmez. Kötü Haber: Hiç bir şey sonsuza kadar gitmez...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yılmaz TAŞÇI Arşivi