Üç ustadan mutluluk sorgulaması
Duyulur olan her şey, yüksek yerde de olsa, aşağı âleme aittir, akledilir her şey ise, aşağı yerde bile olsa, yine yüksektir… İbn Miskeveyh
Aristoteles, Farabi ve İbni Miskeveyh, felsefe tarihinin temel taşlarıdır.
Felsefe söz konusu olduğunda “Muallim-i Evvel”in yani ilk öğretmenin Aristo olduğu kabul edilir. Bu tabir Aristo’nun Batılı kaynaklarda Magister Primus (İlk Usta) olarak anılmasından kaynaklanır.
Felsefeyi sistemli hâle getiren ve İslâm felsefesini temellendiren ünlü Türk filozofu Fârâbî ise “Muallim-i Sânî” yani ikinci öğretmen olarak bilinir. Hatta Latince yazılmış kitaplarda da ondan Magister Secondus (İkinci Usta) diye söz edilir.
Fârâbî ile ilgili bir rivayete göre, kendisine “Sen mi daha bilgilisin, Aristo mu?” diye sorulduğu, Fârâbî’nin de “Eğer Aristo zamanında yaşasaydım onun en seçkin öğrencilerinden biri olurdum” diye cevap verdiği söylenir.
Mutluluğun her insan için farklı şeyde olduğunu düşünen Aristoteles’in mutluluğu gruplandırdığı görülür. Bunlar:
a) Beden sağlığı ve duyu organlarının iyi olması.
b) Zenginlik, yardımcılar ve benzeri şeylere sahip olma.
c) İşlerinde başarılı olma.
d) İyi görüşlü, sağlam düşünceli, dininde ve diğer alanlarda sağlam inançlı olmak.
Sayılan bu mutluluğu kendisinde birleştiren kimse Aristoteles’e göre mutlu kimsedir.
Farabi’nin de mutluluk ve değeri hakkında görüşleri oldukça dikkat çekicidir.
Mutluluğun Değeri
Mutluluk her insanın arzuladığı bir amaçtır; ona kendi çabasıyla yönelen herkes ancak bir “yetkinlik” (kemal) olmasından dolayı yönelir; çünkü o meşhur bir amaçtır ve bunun böyle olduğunu açıklamak için herhangi bir söze gerek yoktur.
İnsanın arzuladığı her yetkinlik ve her amaç ancak bir “iyi” (hayr) olduğu için arzulanır. Bu bakımdan, her “iyi” şüphesiz tercih edilir.
İyi ve tercih edilir olmaları sebebiyle arzu edilen amaçlar çok olduğuna göre, mutluluk, tercih edilen iyi şeylerden biridir.
İyi şeyler arasında en iyi olanın, tercih edilen şeyler arasında en çok tercih edilenin ve insanın yöneldiği her amacın en yetkininin mutluluk olduğu açıkça görülmektedir. Bu husus, spor ve ilaç içme gibi iyi şeylerden bazılarının başka bir amaca vasıta oldukları için; bazılarının da bizzat kendileri için tercih edilmelerinden anlaşılmaktadır.
Kendilerinden dolayı tercih edilenlerin, başkalarından dolayı tercih edilenlerden daha makbul ve daha yetkin olduğu açıkça ortadadır.
Yine bizzat kendilerinden dolayı tercih edilenlerden bazıları, bazen, başka bir şey için tercih edilebilir. Sözgelişi, başkanlık (riyase) ve ilim böyledir. Çünkü biz onları bazen başka bir şeye ulaşmamıza bir vasıta olarak değil, bizzat kendilerinden dolayı tercih ederiz; bazen de zenginlik veya haz (lezze) elde etmeye ya da başkanlık veya ilim vasıtasıyla elde edilebilen başka herhangi bir şeyi elde etmeye bir vasıta olarak tercih ederiz.
Bazıları da, esas itibariyle, asla herhangi bir şeyden dolayı değil; daima, bizzat kendilerinden dolayı tercih edilir.
Kendilerinden dolayı tercih edilenler arasında, esasen hiçbir zaman başka bir şeyden dolayı değil; daima kendilerinden dolayı tercih edilenler, bazen, başkasından dolayı tercih edilenlerden daha makbul, daha yetkin ve daha iyidir.
Mutluluğu elde ettikten sonra, onu kendisinden başka bir amaca yöneltmeye asla gerek duymadığımızı neticede anladığımıza göre, mutluluğun, hiçbir zaman başkasından dolayı değil; bizzat kendisinden dolayı tercih edildiği ortaya çıkmıştır.
Bundan, mutluluğun, iyi şeylerin en çok tercih edileni, en büyüğü ve en yetkini olduğu ortaya çıkar.
Yine biz mutluluğu elde ettiğimizde, onunla birlikte ondan başka herhangi bir şeye ihtiyacımızın olmadığını görürüz. Böyle olan her şey, kendi kendine yeterli olmaya en layık olan şeydir. Bu sözün doğruluğunun delili, her insanın, bizzat kendi tahmin ve takdirine dayanarak, mutluluğun tek başına yeterli olduğu inanç ve kanaatini taşımasıdır. Çünkü bazıları zenginliğin, bazıları haz veren şeylerden yararlanmanın, bazıları başkanlığın bazıları ilmin ve diğerleri de bunlardan başka şeylerin mutluluk olduğunu düşünürler.
Herkes kendisinin kesin olarak mutluluk olduğunu düşündüğü şeyin, en çok tercih edilen, en büyük ve en yetkin “iyi” olduğuna inanır. Mutluluk, iyi şeyler arasında böyle bir derecede bulunduğuna ve en “son ‘beşeri yetkinlik’ olduğuna göre, onu kendisi içine elde etmeyi tercih eden kimsenin, ona ulaşmasını sağlayacak yollara ve şeylere sahip olması gereklidir. (Fârâbî, Tenbîh Alâ Sebili’s-Saâde-Mutluluk Yoluna Yöneltme, çev. Hanifi Özcan, İstanbul 2005, s. 159-160)
Son olarak Farabi’den oldukça etkilenen Üçüncü Usta olarak da nitelendirilen İbn Miskeveyh’in, Aristoteles’in görüşüyle birlikte diğer filozofların görüşlerini harmanlayarak mutluluk görüşünü şu şekilde ifade ettiği görülür:
“İnsan, melek adı verilen iyi ruhlara uygun olan ruhi bir fazilete sahip olduğu gibi, ruh ve cisimden mürekkep olduğu için hayvanlara uygun olan bedeni bir fazilete de sahiptir. O hayvanlara uygun olan bedeni iyilikle bu aşağı âlemde kısa süre kalır. Onu imar edip düzene sokar. Kamillik yönünden bu mertebeye erişince yüksek âleme göçer ve orada meleklerle iyi ruhların eşliğinde sonsuzca kalır.
İbn Miskeveyh’e göre, mutlu insan, şu iki mertebeden birinde olur: Ya bedeni şeyler mertebesinde ve aşağı durumlara bağlı kalarak mutludur. Bununla birlikte o üstün işlerle uğraşır, onlarla ilgili gerçekleri araştırır, onlara ulaşmayı arzular ve onlara yönelir. Ya da ruhi şeyler mertebesinde yüksek durumlara bağlı kalarak mutlu olur. Bununla birlikte bedeni gerçekleri araştırır ve onları göz önünde bulundurur, ilahi kudretin belirtilerini ve yüce hikmetin işaretlerini düşünür, bunlara uyar, onları düzene kor ve iyiliklerle donatır. Kabiliyeti ve gücü ölçüsünde derece derece daha faziletliye doğru yükselir. Bir kimse bu iki merteben birine ulaşmazsa, o hayvanlar derekesindedir, belki de daha sapıktır. Çünkü hayvanlar bu iyiliklere ulaşacak şekilde yaratılmamış ve onlara bu yüce mertebelere götüren bir güç verilmemiştir. Bedeni şeyler mertebesindeki kişi tam anlamıyla mutlu değildir. Çünkü bu kişi üzüntülerden ve dünyevi sıkıntılardan tam anlamıyla kurtulmuş değildir. Bu şekildeki kişi tam anlamıyla kâmil derecesine ulaşmadığı gibi tam anlamıyla mutlu da değildir. Ruhi şeyler mertebesindeki kişi ise dünyevi üzüntü ve sıkıntılardan etkilenmez, kaybettiği şeyler için üzülmez. Dünyevi lezzet ve iyilikleri kendisinde bir yük olarak görür. Allah için yaşar ve O’nun rızasını güder.
Ahlakın en yüksek amacının “Allah’a yakınlaşmak” ruh yüceliği ve arınmışlığı kazanmak olduğunu belirttiği görülür. Ahlaki gelişmeyi sağlamış insanın ulaştığı mutluluğun hiçbir haricî sıkıntı ve beladan etkilenmeyeceği yönünde düşüncelerini de dile getirir.
Yukarıda yapılan felsefi açıklamalar ışığında mutluluğun, erdemlerin öncelikli kabul edildiği, ahlaki bir toplumda hayat bulacağı sonucu çıkarılabilir.
İnsanların yaşamında mutluluğu engelleyen iç ve dış birçok faktör sıralanabilir. Önemli olan konu neyi tercih ettiğimiz ya da öncelediğimizdir.
Bir soru:
İçinde bulunduğumuz dijital çağda özgürlük yalanları, dayatılan sürü psikolojisi, hırslarımız karşısında özümüzü kaybedişimiz, kendimizi küçük şeyler uğruna kısıtlayarak asıl önemli olan şeyleri nasıl kaçırdığımızı bilemememiz, mutlu olmak adına uğruna yaşamımızı verdiğimiz birçok İsteklerimiz, gerçek ihtiyaç duyduklarımız mıdır?
Mutlu olmak için kendi anlam dünyamızı kurabiliyor muyuz yoksa başkalarını ve dış dünyayı suçlamakla mı ömür tüketiyoruz…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.