Yeni normalde(!) geleceğimizi bugün yaptıklarımız ve yapmadıklarımız şekillendirecektir…
Çok eskiden de olsa öğrencilerin okula gitmemesi bir problemmiş.
İspatı için Sümer Tabletine bakmak yeterli: “Artık büyü. Okuluna git, oku. Sokaklarda aşağı yukarı dolaşma. Sen sabah akşam bana eziyet ediyorsun. Sabah akşam eğlence uğruna zamanını boşa harcıyorsun.’’ SÜMER TABLETİ (İ.Ö 3500-1900)
Çok eskiden öğrencinin okula gitmesi de bir hayli zormuş. Örnek verelim:
MÖ 570 - MÖ 495 yılları arasında yaşamış olan İyonyalı filozof Aynı zamanda bir Matematkçi olan Pisagor'un öğrencisi olmanın öncesi de sonrası da zormuş. Biz sadece öğrenci olma kısmını burada anlatalım.
Pisagor, kendi düşünce yapısına ve yaşam şartlarına uyum gösterecek insanlara öğrencisi olma hakkı tanır. Bu hakkı tanırken göz önünde bulundurduğu birtakım ölçütler söz konusudur, her şeyden önce öğrenci adaylarının ana babası ve akrabalarıyla olan ilişkilerindeki tutumunu gözlemler, oturup kalkmasına, konuşacağı ya da susacağı yeri bilip bilmediğine, yerli yersiz gülüp gülmediğine bakar.
Sonra, insanlarla ilişkilerinde beklentilerine, onlarla konuşma tarzına, gün içinde boş zamanlarını nasıl değerlendirdiğine, nelere sevinip nelere üzüldüğüne dikkat eder. Yürüyüşünden tutun da yüzündeki en ufak mimiklerine kadar öğrencisini analiz eder, bu tür ifadelerin kişinin ruhundaki düşünceleri açığa çıkardığına inanır...
Gözüne kestirdiği öğrencisini tam üç yıl kendi başına bırakıyormuş gibi görünür, ama gizliden gizliye onun bütün yapıp ettiklerini, dayanıklılığını, tutarlılığını gözetler. Bu aşamada en çok da öğrencisinin gönlünün dış dünyanın nimetlerine, şan ve şöhrete kayıp kaymadığına bakar...
Bu tür sınavlarından başarıyla çıkan öğrencisini okuluna çağırır ve o andan itibaren de tam beş yıl sürecek bir suskunluğa mahkûm ederdi ki, zaferlerin belki de en zoru olan dilini tutmayı öğrenebilsin ve bir konuşma adabı edinebilsin.
Seçilen öğrenciler ilkin auditorium adı verilen salonda toplanır ve özel bir bölmede ders veren Pisagor’u dinlerlerdi. Her öğrenci en başta bu derslerde işittiklerini bir sır olarak tutulması gerektiğini öğrenirdi. Bu yüzden işittikleri üzerine açıklama talep etmenin, bunlar hakkında konuşmanın ya da tartışmanın veya bunları kendilerinden olmayan insanlara açıklamanın sınırı aşmak olacağına inanırdı. “Öğrenciler için akşam yemeğinden sonra okuma saati başlardı. İçlerinden en yaşlısı ne okunacağına karar verir, en genciyse karar verilen metni okumaya başlardı. Ardından yine en yaşlı olan topluluğa ahlaki tavsiyelerde bulunur ve hepsi birlikte uykuya çekilirdi.”
Bu iki örneği niye verdiğimiz sorulabilir. Cevabımız bu işler eskiden beri öğrencileri okuldan uzak tutarak olmuyor,
Günümüzde ise Covid kaynaklı pandemi sonrası öğrencilerimizi nasıl tekrar okullarıyla buluşturacağız sorusu, çözülemeyen bir problem olarak halen karşımızda…
Çağımızda eğitim sadece aktarılan bilgiyi öğrenen bireyler yetiştirmeyi değil, toplumsal yaşamda ortaya çıkacak yeni sorunları kendi inisiyatifleriyle çözebilen, risk alabilen, yeni düşünceler üretebilen, düşüncelerini savunabilen ve kendilerini sürekli yenileyebilen bireyleri yetiştirmeyi hedeflemektedir. Bu becerilere sahip olamayanların eğitimlerinde ve yaşamlarında ciddi sorunlarla karşılaştıkları bilinen bir gerçektir.
Bu kişiler hayatın dayatması üzerine söz konusu becerileri daha sonra edinmek zorunda kalıyorlar. Uzayan pandemi süreci ve okulların yüz yüze eğitime geçememesinin bedelini sadece çocuklarımız değil ülke olarak ödeyeceğimizi bilmek zorundayız.
Çocuklar okula başarı kazanmak ve okulu başarılı yapmak için değil, başarılı olacakları şeyi yapmak için gidiyorlar. Okulun bunu bulmak, çocuğa göstermek ve onu desteklemek görevi vardır. Okullar bir sorun olursa onun çözümünü aramak ve işbirliği yapmakla yükümlüdürler ve bu faaliyetleri sağlıklı şekilde yapabilecekleri yerler, yüz yüze eğitimin yapılacağı okullarımızdır.
Okullarda verilen bu eğitimlerle monologdan uzak, öğrenciyle gerçek zamanlı, onlarla beraber düşünerek, işin içine katarak ne yapabildiğimiz önem arz etmektedir.
Müzik değişince dans değişir bunu biliyoruz. Lakin gelinen noktada öğretmenler de, öğrenciler de, veliler de zorunluluktan da olsa, uzaktan eğitimden memnun değiller.
Bismarc’ın güzel bir sözü var: “Okullara sahip olan ülke, geleceğe de sahiptir.”
Okullar; Sınır-Sorumluluk ve Paylaşımın gerektiği yerlerdir.
400 milyon Çinliyi Hristiyanlaştırmak için CİZVİTLER, Çin’e yalnızca 10 rahip gönderdiler ve hedeflerine büyük oranda ulaştılar. Bunu iki yolla başardılar: “Hayranlık uyandırma ve kendilerinden bir şey öğrenmeye istekli hale getirme.”
Şimdi şu soruyu soralım ve acaba bu işi yüz yüze değil de Uzaktan Eğitim Yoluyla yapsalardı sonuç ne olurdu? Düşünelim…
Bilgi yönetiminin başarısı 3 temel faktöre bağlıdır. Birincisi teknoloji, ikincisi süreçler, üçüncüsü ve en önemli olanı kültürdür. Teknoloji %20, Süreçler %30, Kültür ise % 50 paya sahiptir
Becerilerimiz, hayat tarzımız, ilişkilerimiz yeni normallerle birlikte hızla değişiyor. Teknoloji bizi kullanmayı bilenin elinde bir yere götürür. Aksi halde çocuklarımız teknolojinin sadece tüketicisi haline gelecektir. Uzaktan eğitim sürecinde öğretmen ve veliler kullanılan teknolojik cihazları kontrol etmek yerine (isteseler de büyük çoğunluğu başaramıyor) var olan enerjilerini, öğrencilerin doğru davranışları sergilemesi konusunda harcamaya çalışsalar da, onlara sorumlu ve etik teknoloji kullanımı kültürü kazandırma gayretleri de maalesef istenen düzeyde olamıyor. Dikkat edilmesi gereken bir başka konuda; Eğitimde yanlış olan işlerin teknoloji ile düzeltilemeyeceği gerçeğidir. Yanlışların düzeltilmesi, düşüncelerin doğru yönde oluşturulmasıyla mümkündür…
Eğitim-Bilim-Kültür-İletişim: 4 atardamarımız olmuştur. Sağlıklı olmak zorundadırlar.
Kaliteli bir eğitim sistemi şu üç amacı gerçekleştirmeye çalışmalıdır:
1-Yaşamın herhangi bir anında mevcut kaynaklara ulaşmak suretiyle bir öğrenim gerçekleştirmek isteyen herkese imkân sağlamalıdır.
2-Bilgi sahibi olanların bu bilgilerini paylaşmaları konusunda kendilerinden bir şeyler öğrenmek isteyenleri bulmalarına yetki tanımalıdır.
3-Halka yeteneklerinin ortaya çıkmasının sağlayabilecek bir imkân olarak, bir konuyu onlara sunmak isteyenler için gereken her türlü olanağı sağlamalıdır.
Böylesi bir sistem eğitim için yasal garantiyi gerektirmektedir.
Uzaktan eğitim sürecinde zaman zaman dile getirilen İvan İliçh’in Okulsuz Toplum adlı eserinden alıntı yaptığım bu düşüncelere baktığımızda bunun mevcut dünyada gerçekleşmesi pek de mümkün görünmüyor.
2013 yılında Hart ve Risley’in yaptığı araştırmaya göre, yüksek sosyoekonomik düzeye sahip bir ailede yetişen çocuklar 3 yaşa kadar 45 milyon kelime duyarken, düşük sosyoekonomik düzeye sahip olan bir ailede yetişen çocuklar sadece 13 milyon kelime duyuyor. Aradaki 32 milyon kelimelik fark çocukların tüm sosyal hayatını etkiliyor. Bu fark farklı kelimeler de değil elbette. Ancak Covid pandemi öncesi var olan bu farkın, çocukların okullardan uzak kaldıkları bu süreçte daha da arttığı acı bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır.
Sonuç olarak;
Yaşamak umurunda olan, bütün hareketlerinin sorumluluğunu taşıyacak, korkudan daha güçlü hasbi adamlar yetiştirmek istiyorsak,
Toplumumuzda büyük yetenekleri atıl bırakmayı göze almayarak, milletimizin ruhunun derinliklerine ulaşmasını hedefliyor, milli ve manevi ruhumuzun gücünü hissettirip, geleceğe yön verecek nesilleri hedefliyorsak, bu iş; uzaktan değil, gönülden eğitimle, okul ortamlarında yüz yüze eğitimle olacaktır.
Toplumun tüm fertlerinin başta Covid önlemleri olmak üzere tüm sağlık kurallarına uymaları, alınan önlemlere yönelik göstereceği istendik davranışlar, geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın bir an evvel okullarına kavuşmalarını hızlandıracaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.