Zaman, Mekân ve İnsan…
Akrep ve yelkovan,
Varlığın nabzında.
Akrep ve yelkovan,
Yokluğun ağzında… N.F.Kısakürek
Yeni Normal (!) diye insanlığın gündeminin akıl almaz ölçüde değiştiği/değiştirildiği, hız ve haz çağında yaşam mücadelesi veren insanlığın, Covıd süreciyle başlayıp değişik varyantlarla yaşam içerisinde geçirdiği 2021yılını geride bırakmaya sayılı günler kaldı.
Taşınabilir teknoloji ile yalnızlaşmış, değer ve hedef arayışı içindeki, küresellik ve küreselciliğin gevşettiği toplum ve devlet kurumları ortamından insanlık 2022 yılında tekrar hak ettiği yaşama kavuşabilecek mi? Meselenin yeni yıl kutlamasının/kutlanmamasının çok ötesinde bir durum olduğunu biliyor muyuz?
Bugün bütün dünya ile birlikte biz de saatlerimizi sıfır meridyeninin geçtiğine inanılan İngiltere’deki Greenwich’e göre ayarlayalı tarihsel süreçte çok uzun bir zaman geçmedi. Yaklaşık bir buçuk asır öncesine kadar sıfır meridyeni İstanbul’dan geçiyor ve hem zamanın hem de dünyanın merkezi İstanbul sayılıyordu. 1884 yılına kadar zaman bize göre ayarlanıyor, mekân İstanbul’a göre belirleniyordu. Bu tarihten sonra değişen sadece zaman ve mekânların belirlenmesiyle sınırlı kalmadığı, kültürümüze yerleşen yabancı unsurlarla açıkça ortadadır. Anlaşılan o ki, zamanı belirleyenin, mekanın da medeniyetinde belirleyicisi olduğu bilinen bir gerçek.
Her ne kadar Covid süreciyle birlikte yaşanan hızlı dijitalleşme; toplumlarda zaman, mekân ve insan algısı üzerinde derin etkiler bıraksa da bu üç kavram yaratılış hakikatinin ve medeniyetin değişmez ölçüsü olma vasfını hiçbir zaman yitirmeyecektir.
Bu kavramlara yanlış anlamlar yüklendiğinde, tam olarak ne ifade ettiklerini anlamadığımızda problemler ve sıkıntılar kaçınılmaz olacaktır.
_İnsanların sosyal dünyanın gerçeklerinden koparılıp, everilmeye çalışıldığı yönü anlayamayan,
_Parçalanıp, birbirinden koparılarak bireyselleştirilmeye çalışılan,
_Kendi toplumuna ve değerlerine yabancılaştırılan,
-Bilinçleri her dönem değişik kanallarla tahrip edilen,(günümüzde internet ve dijital bağımlılık)
-Akletme yeteneğini kaybetmiş,
_Kendisini üretimden çok tüketime endekslemiş,
_Midesinin esiri, haz odaklı,
_Sürü psikolojisiyle hareket eden insanların olduğu bir dünya tasarlandığı gerçekleri yeni bir yılda da görmezden gelinmeye devam edilirse; dünyamız kendi değerini ve sorumluluk bilincini unutan bir insanlıkla baş başa kalacak, mutluluğu ve medeniyeti sanal evrenlerde (metaverse) arayan dijital köle toplumları ile dijital çağ hastalıklarının içinde kıvranıp duran bir nesil bizi bekliyor olacaktır.
Sahip olduğumuz iklimin ve coğrafyamızın insanı, kendine özgü değer yargıları ve medeniyet tasavvuruyla;
Dünyayı değiştirebileceğine inanan kadar hayalperest,
Bu hayalin önündeki manileri görecek kadar gerçekçi,
Bu manileri kaldırmayı deneyecek kadar da cesur,
Diğer cesurlarla birlikte, bir ilke imza atacak kadar da bensiz… sorumluluk bilinciyle hareket etiği, fıtrata uygun yaşadığı sürece yaşanan her türlü olumsuzluklara karşı çare olabilecektir.
Her dinin ve her milletin kendine özgü; “Zaman-Mekan-İnsan” tasavvuruyla oluşturduğu ve şekillendirdiği bir kültürü ve medeniyeti, sahip olduğu kültür ve medeniyetinde kendine özgü ritüelleri olduğu bilinir.
İslam’la şereflenmiş güçlü bir millete mensup olan bizlerin hiçbir dini ve hiçbir milleti taklide ihtiyacı olmayacak şekilde değerlere sahip olduğumuzu bilmek ve neslimize öğretmekle mükellefiz.
"Su kaybolursa onu derede, rüzgâr kaybolursa onu da tepede" bulabileceğimizi anlatan atasözümüzü duymuşsunuzdur. Bir millet, örfünü, âdetini, ulvî değerlerini yitirirse, kaybettiği /aslında sahip olduğu medeniyetten habersizce yaşarsa onu bulabileceği bir yer var mıdır?
Bu soruya hayır cevabını verenler için; Ömrünü nerede ve nasıl geçirdiğinden, gençliğini nerede yıprattığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, bildiği ile amel edip etmediğinden sorguya çekilmeden önce ” Sadece bir kez ölecek olanlar için, geride bıraktığı kendisine bir emanet olarak verilen bir yılın/yılların muhasebesini hayattayken yapması en doğru iş olacaktır.
Bir Hikaye:
Geçmiş zamanlarda, bir adam şehrin surlarının dibinde bekler ve gelip giden yolcularla konuşurmuş. Bir gün bir grup yolcu gelmiş ve
- “Söyler misin dostum” demişler, “Bu şehirde yaşayanlar nasıl insanlardır, içeri girip burada konaklamaya değer mi?
Adam: Peki ya sizin geldiğiniz yerde insanlar nasıldı? Diye sormuş.
-Yolcular: “Aman aman!” Herkes o kadar kötü, o kadar hırslı, o kadar düzenbaz ki, kendimizi buralara zor attık…
Adam: Buradaki insanlar da öyledir demiş. Varın siz yolunuza devam edin. Bu şehrin size verebileceği hiçbir şey yok…
Günün birinde başka yolcular gelmiş ve aynı soruyu sormuşlar. Adam da aynı soruyu sorunca aldığı cevap:
-“Bizim geldiğimiz şehirde insanlar iyi, cömert ve yardımseverdirler ve biz orada çok mutlu idik.”
Adam bu cevap üzerine: “O halde girin ve şehrin tadını çıkarın, zira bu şehrin ahalisi de öyledir” demiş…
Hayata nasıl baktığımız, neyi gördüğümüzü belirlediğine göre, güzelliğe aşina olan ruhlar ile tersi durumda olanların geride bıraktığı yıllardan heybesine doldurup ileri zamana taşıdıkları farklı olacaktır.
Geleni dönüşe hazırlayan bu dünyada, uçan bir kuş misali ise geçen ömrümüz,
İnsanlığın kanatlanmadan önce kendine sunulan hakiki rehberle buluşacağı,
Kendi yaratıcısıyla arasındaki mesafeyi yakınlaştıracağı,
Başta kendi değerini anlayacağı,
Kocamayan günlere, yorgun olmayan gönüllere sahip,
Zaman ve mekânla barışık, iki günümüzün eşit olmayacağı, güzelliklerin olacağı, insanlığın ferah bulacağı bir yıla kavuşmak temennisiyle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.